Menu

İstanbul Manifaturacılar Çarşısı ve İçindeki Sanat Eserleri



İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ), İstanbul’un sürekli genişleyen ve dönüşen bu mega şehir yapısının küçük bir evrene sıkıştırılmış hali gibidir. Türkiye’nin modernleşme sürecinin ve modernliğinin çeşitliliğinin gerçek bir imgesidir.

Yapılan mimari yorumlarda İMÇ’nin Türk modern mimarisinin çarpıcı başyapıtlarından biri olduğu belirtilir. Bu görüşün gerekçesi ise 1950’lerin sonunda İstanbul’un kentsel modernleşmesinin ilk dalgası sırasında tasarlanan bu mimari projenin, son derece deneysel bir metabolizmayı, tasarımı ve göndermeleriyle, zeki bir tavırla geleneksel İstanbul çarşısıyla birleştirmesi, yapının etrafındaki kentsel koşullar ile yapı arasındaki ilişkinin derinden kavranarak tasarlanmış olması ve eski şehirle yeni kentsel merkez arasında canlı ve akıcı bir köprü oluşturması olarak açıklanır.

imc insaasi sirasinda, 1960

İMÇ inşaası sırasında, 1960

İMÇ, bugünün yüksek cam kubbeli atriumlarıyla bir mikro kosmosu andıran, çok canlı, çok renkli, çok yönlü, çok eğlenceli modern alışveriş merkezleriyle yarışamasa da, İstanbul’un modernleşme tarihinde özel bir yere sahiptir. Çarşı düşüncesi, 1950’lerin ortalarında İstanbul’da başlayan imar hareketleri sırasında İstanbul Belediyesi’nin, yeni bir çarşı için arayışta olan ve bu amaçla bir kooperatif kuran Sultanhamam ve çevresindeki manifaturacılara bu alanı teklif etmesiyle ortaya çıkmıştır. Çarşının alımı ve imar planının hazırlanmasından sonra, 1960 yılında mimari proje yarışması açılır. Dönemin önde gelen hemen bütün mimarlık bürolarının katıldığı ve jürinin mimarlık dünyasının en seçkin isimleri arasından oluşturulduğu yarışma sonunda, Türkiye’nin en önemli mimarları arasında yer alan Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler’in projesi uygulanmak üzere birinci seçilir.

Çevrenin tarihi dokusu ile uyumlu bir yapı ortaya koymak isteyen mimarlar, özellikle Süleymaniye Camii’nin ihtişamına gölge düşürmemek için doğal eğimden yararlanır ve dikey yerine yatay bir yapı tasarlarlar. İMÇ’nin birbirine eklenmiş blokları, çevredeki Şehzade Külliyesi, Zeyrek Camii (Pantokrator Kilisesi), Bozdoğan Kemeri ve Şebsafa Camii’nin de görünümlerini, bütünlüğünü bozmaz.

Hepgüler, Tekeli ve Sisa çevrenin dokusuna dikkat ettikleri gibi tarihten de referans alırlar. Mimarlar, binayı tasarlarken İstanbul’un mimarlık geçmişini incelerler ve Kapalıçarşı’yı örnek alırlar. Böylece İMÇ, hemen arkasında yer alan Süleymaniye Mahallesi’ndeki bedesten ve hanlardakine benzer avlu, arkad ve cumbalar barındırarak Türk-İslam mimarisinden ve geleneksel çarşı kültüründen izler taşımış olur. 6 blok halinde planlanan İMÇ’nin bir diğer özelliği de, dönemin önde gelen sanatçılarının, açılan yarışma sonucu seçilen eserlerine yer vermesiyle adeta bir açık hava müzesi görünümü kazanmasıdır.

imc acilisi, 1967

İMÇ’nin açılışı, 1967

Mimar Doğan Tekeli İmeceden İMÇ’ye isimli kitapta bu konuyu şöyle anlatır: “(…) Şimdi efendim o esasında benim fikrimdi, ama o zaman yapılara sanat eseri koyma fikri dünyada olan bir uygulama. Bir de Türkiye’de sanatçıların ve bazı siyasilerin de etkisiyle devlet yapılarına sanat eserleri konulmasıyla ilgili bir kanun, yahut bir yönetmelik çıktı. Yönetmelikte devlet yapılarına yapı maliyetinin yüzde ikisi kadar sanat eseri konacak deniyordu. Böyle bir fikir genel olarak vardı havada. Bu fikirdir muhtemelen bana ilham veren. Ben de bunu sıfırdan icat etmedim. Şunu düşündüm, bu yapı Türkiye’de o dönemde bir defada yapılan en büyük ölçekli yapı. O zaman yapının otuz kırk yıl içinde bugünkü haline geleceğini de tasavvur edemiyordum. Bu yapı çağdaş Türk sanatından örnekler taşımalı dedim, kanunun esprisine uygun olarak. Süleymaniye’de nasıl Karahisâri’nin hatları, Sarhoş İbrahim’in vitrayları var, bu da öyle bir şey, çağın Türk sanatından bir örnek taşımalı…”

1966’ta tamamlanan çarşı, 1967’de büyük bir devlet töreniyle açılır ve dükkanlarını önce döşemeciler ve konfeksiyoncular doldurur. 80’lere doğru ise o eski Türk filmlerinden hatırlayacağınız, sesini, sazını kapanın kapılarında kuyruk olduğu Plakçılar Çarşısı’na döner İMÇ. Yıllar içerisinde yapının mimari değeri hiçe sayılmaya başlanır. Binaların cephesi ve pencere doğramaları hasar görür, traverten kaplamalar yeşile, kırmızıya boyanır ve tabela üstüne tabela asılarak görüntü kirliliği yaratılır. İhtarnameler ve mahkeme süreçleri fayda etmez, ancak duvarlar eski rengine döndürülür. 2000’lere gelindiğinde ise İMÇ, artık büyüsünü ve ihtişamını kaybetmiştir.

1. Füreya Koral (1910 – 1997)

Seramik sanatçısı Füreya Koral, soyuttan gerçeküstüne uzanan ve zaman zaman yerelliğe ağırlık veren bir anlatım çeşitliliği içinde seramik panolar, üç boyutlu yapıtlar, vazo, tabak gibi günlük yaşamda kullanılacak ürünler tasarlamıştır. Özellikle çinicilik konusundaki bilgisi ve yetkin işçiliği, yapıtlarında Doğu ve Batı sanatını başarılı bir biçimde birleştirilmesine olanak vermiştir.

fureya koral, soyut kompozisyon, 1965

Füreya Koral, Soyut Kompozisyon, 1969

Füreya Koral’a göre sanat eserleri müzelere, evlere hapsolmamalıdır. Belirli bir zümrenin bakışıyla yetinmemelidir. Aksine toplumun her kesimi tarafından görülmeli, günlük yaşamın bir parçası olmalı, sokaktan geçen, bankada sıra bekleyen, otelde dinlenen insan gözüne maruz kalmalıdır, onlarla birlikte nefes almalıdır. Bu düşünceyle mimarlar ve işçilerle beraber büyük binaların üzerindeki iskelelere çıkar ve 20. yüzyılın çağdaş çini sanatını resmeder. İMÇ, Divan Oteli, Beytem Han, Harbiye’deki eski Ziraat Bankası ve eski Başak Sigorta ile birlikte daha birçok binanın iç ve dış duvarlarını, yine kendi üslubunda soyut figüratif seramiklerle kaplar. Bu eserlerin bazıları hala olduğu yerde durmaktadır, kimisi ise ülkenin geçirdiği yıkım-inşa döngüsü içinde kaybolur.

Koral, 1. blok duvarlarında yer alan ve yapılışını seyreden çocukların öpüşen kuşlar olarak adlandırdığı seramik panosunda aşkı, sevinci, mutluluğu anlatmak istemiş. Maalesef günümüzdeki hali resimde görülmektedir.

2. Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911 – 1975)

Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’e uzanan sanat hayatı boyunca ve neredeyse tüm eserlerinde Anadolu’yu modernizmle buluşturmuş şair-ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu, çok farklı tekniklerde çalışmalar üretmiş, geleneksel motifleri çağdaş tekniklerle yorumlamıştır. Eyüboğlu, 1963-1969 yılları arasında Vakko fabrikası, Karaköy Tatlıcılar ve İstanbul Manifaturacılar Çarşısı için çeşitli malzemelerle panolar hazırlar.

bedri rahmi eyuboglu, 1963

Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1. blokta yer alan soyut kompozisyon, mozaik pano, 1963

Bu çalışmalarında geleneksel figürlerden ve Anadolu motiflerinden beslenmiştir. Bu tasarımlarında figüratif ve geometrik unsurları sıklıkla kullandığı görülmektedir. İMÇ 1. blokta tasarladığı panoyu, Anadolu’da kullanılan eşarp ve yazmalarda kullanılan oyadan esinlenerek tasarlamıştır. “Köy türkülerinden ve köy nakışlarından yararlanmak, bana ekmekten sudan faydalanmak kadar açık geliyor. Bunlarda milyonlarca insanın birbirine eklenmiş emeği, tecrübesi, göz nuru var. Köy türkülerinde, nakışlarında hepimizin olan bir öz vardır. Bu öz, yüzyılların ve yüzbinlerin emeğinden doğan bir baldır.”

bedri rahmi eyuboglu, 1965

Bedri Rahmi Eyüboğlu, 2. blokta yer alan mozaik pano, 1965

2. blokta yer alan mavi ağırlıklı mozaik panoda ise kuşları, balıkları, minareleri, kuleleri, kubbeleri ve masmavi denizi ile İstanbul’u betimlemiş.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Resimleri, Şiirleri ve Hayatı isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz.

3. Eren Eyüboğlu (1907 – 1988)

Eren Eyüboğlu, sanat yaşamının ilk döneminde Andre Lhote estetiğinin etkisi altında, konstrüktif anlayışta çalışırken, daha sonra resimlerinde eşi Bedri Rahmi’nin sanatından etkilenerek daha renkçi ve yöresel resim anlayışına yönelir. Anadolu gezilerinde ve özellikle Bursa yöresinde aldığı esinlerle, yöre yaşamını ve halk motiflerini duyarlı bir anlatım içinde yansıtır. Renge yönelmiş olmakla beraber, biçimin hakim etkisini ve kompozisyona genel kimliğini kazandıran yapısal yorumunu ihmal etmez. Özellikle Türk kadın figürlerinin gruplar halinde işlendiği resimlerinde kendine özgü bir üslup geliştirir.

Eren Eyüboğlu eserlerinde folklorik öğeleri ön plana çıkarıp, göç eden, ata binen, çocuğunu sırtında taşıyan, tarlada çalışan Anadolu kadınını ve yaşamını konu alır. Göç eden yörükleri gösteren bu figüratif mozaik panosu İMÇ 1. blokta yer alır. Sarı rengin ağırlıkta olduğu çalışma, kilim motifleri heybe, çorap, testi gibi detaylarıyla çok etkileyici.

eren eyuboglu, figuratif mozaik pano

Eren Eyüboğlu, Figüratif Mozaik Pano, 1965

4. Kuzgun Acar (1928 – 1976)

Kuzgun Acar, 48 yıllık kısa denebilecek ömründe ürettiği heykelleri ve sanat anlayışı ile kendinden sonra gelenleri etkileyen önemli bir heykel sanatçısıdır. Demir, çivi, tel ve ahşap malzeme kullanarak ürettiği heykeller, yetmişli yıllarda İstanbul’un önemli mekanlarını süsledi. Kuzgun Acar, o yıllarda yaşadığı Kanlıca Hisaryolu Yalılar Durağı’ndaki 46 numaralı yalı müştemilatının bahçesinde yaptığı soyut kompozisyon Kuşlar Heykeli, 1967’de İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın 1. blok dış cephesine yerleştirilir. Sanatçının mekana uygun olarak ürettiği Kuşlar heykeli zaman içinde çok tahrip görmüş olması nedeniyle 2013 yılında Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından yerinden çıkarılıp restorasyon amacıyla korumaya alınır ve 2016’da üç yıllık bir çalışmayla restore edilerek aynı yere yerleştirilir.

Kuzgun Acar’ın Eserleri ve Hayatı isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz.

kuzgun acar, kuslar, 1966-67

Kuzgun Acar, Kuşlar, 1966-67

5. Yavuz Görey (1912 – 1995)

Yavuz Görey, Türkiye Cumhuriyeti döneminin ilk heykeltraşlarındandır. Ağabeyi ise grafik tasarımcısı, illüstratör İhap Hulusi‘dir. 1950’li yıllardan sonra heykel sanatımızın modern akımların etkisine girmesinde öncü olan, çağdaş akımların Akademi’de öğretilmesini sağlayan Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu, Şadi Çalık gibi Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki eğitmenlerdendir. Anıt heykellerinin yanı sıra soyut heykeller de yapan Yavuz Görey’in birçok anıt heykelinin yanı sıra soyut heykelleri de parklara ve değişik yerlere dikilmiştir. Yavuz Görey’in modern küçük bir havuzu andıran heykel çeşmesi İMÇ’nin 2. bloğunda yer alır.

yavuz gorey, dekoratif havuz cesme

Yavuz Görey, Dekoratif Havuz Çeşme

6. Ali Teoman Germaner (1934 – )

Ali Teoman Germaner, sanatı şöyle özetler: “Resim, heykel ve gravürle iç içe çalıştım, hangisinden diğerine fırsat bulursam oradan oraya koşarak yaşadım, gravüre karşı hala da büyük bir muhabbetim var. Çalışmalarım genellikle günüme dönük, yarı hiciv, biraz dalga geçen, biraz da işi fazla ciddiye alıp anıtsal görünme çabasındaki işlerdir. Mitolojiden yararlanmam ise belli bir yörenin mitolojisine ait değildir, Uzak Doğu, Uzak Batı, kendi ülkemiz, Orta Doğu mitolojilerinden birtakım elemanları, birtakım öğeleri alıp yeniden gündeme getirmeyi, bunları sözcük gibi kullanmayı amaçlıyorum. İnanıyorum ki masalsı birtakım öğeler insanların çok daha rahat anlayabilecekleri öğelerdir. Onun için genellikle uzak geçmişin motiflerini yer yer işime katmayı isterim.”

ali teoman germaner, rolyef

Ali Teoman Germaner, Duvar Rölyefi, 1965

Ali Teoman Germaner’in duvarın bir parçası gibi duran taşlarla oluşturulmuş rölyefi, İMÇ 5. blokta yer alır. Mezopotamya, Mısır, Orta Amerika gibi uygarlıklarının sanat ve mitolojilerinden etkilenerek oluşturduğu fantastik figürlerle dolu metaforik bir anlatıma sahiptir bu soyut çalışması. Sanatçının kireçtaşı bloklardan kabartma olarak hazırladığı eser, duvara değişik gruplar halinde yerleştirilmiştir, fakat eser günümüzde oldukça zarar görmüştür.

7. Sadi Diren (1927 – )

Biçim ve renkleri ölçülü kullanması, kili biçimlendirmedeki plastik anlayışı ve sır tekniğiyle seramik sanatında yeni bir anlayışın oluşmasını sağlayan Sadi Diren, Cumhuriyet tarihinin yaşayan tek seramik sanatçısı. Eserlerinde Anadolu sanatını inceleyen Diren, insan, doğa, hayvan, bitki, barış, insan sevgisi ve dayanışma konularını işler. Batı’dan aldığı bir teknikle Hitit ve Frig gibi Anadolu uygarlıklarından esinlenerek yapıtlar verir.

sadi diren, soyut kompozisyon

Sadi Diren, Soyut Kompozisyon, 1967

Türk seramik sanayisinin sanatla bütünleşmesi konusunda çaba gösteren Diren’in seramik, çömlek ve heykellerinin yanı sıra, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ve ülkenin birçok önemli yapının duvarlarında seramik kaplama ve panoları bulunur. Sadi Diren, İMÇ 5. bloğunda yer alan yeşil tonlardaki seramik panosunda, Anadolu medeniyetlerinden yola çıkarak Anadolu seramiğinin özelliklerini, temalarını ve motiflerini kullanmış. Elbette bu eser de günümüzde bir hayli zarar görmüş.

8. Nedim Günsür (1924 – 1994)

Nedim Günsür, 1942 yılında girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi olur. Öğrenciliği sırasında 10’lar Grubu’nun kurucuları arasında yer alan Günsür, birçok tablosunda acı gerçekleri vurgulamasına rağmen resimleri sevgi dolu ve şiirsel olarak değerlendirilir, eserlerinde daima savaş ve barışı, ölüm ve yaşamı, hüzün ve mutluluğu birlikte işleyerek aydınlık bir ufuk çizgisine sahiptir. Sanatçı ilk devresinde empresyonist tarzda, Paris devresinde soyut, son dönemlerinde ise figüratif-ekspresyonist bir anlayışı seçmiştir. Günsür’ün İMÇ 6. blokta yer alan soyut at figürlerinden oluşan mozaik panosu bir duvar resmi etkisi bırakır.

nedim gunsur

Nedim Günsür, Atlar, Mozaik Pano, 1967

Kaynak
İMÇ’nin Tarihçesiİstanbul’un İlk Alışveriş Merkezi İMÇ’de AlarkoSaraçhane’de Kent Düşleri KurmakKuzgun Acar’ın Soyut Kompozisyonu Kuşlar heykeli üzerinden kent içindeki sanat yapıtlarına…, Öyküleriyle İstanbul Anıtları – Adnan Özyalçıner, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı: Türk Modern Mimarisinin Direnen Açıkhava Müzesi


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir