Menu

Caspar David Friedrich’in Eserleri ve Hayatı



Caspar David Friedrich, 5 Eylül 1774’te o dönem İsveç’in yönetimi altında bulunan Greifswald’da on kardeşin altıncısı olarak dünyaya gelir. Sabun ve mum imal eden, varlıklı ve aydın bir babanın oğludur.

Melankolik bir sanatçı olmasının nedenlerinden biri, çocukken geçirdiği acılar olabilir, çünkü ölüm kavramıyla çok küçük yaşta tanışır. Annesi Sophie Dorothea Bechly, o yedi yaşındayken ölür. On üç yaşındayken ağabeyi Johann Christoffe’nin donmuş bir gölün buzunun kırılıp suya düşmesi sonucu ölmesine tanık olur. Bazı kaynaklar, Johann Christoffe’nin buzda tehlike altında olan Caspar David’i kurtarmaya çalışırken öldüğünü yazar. Kız kardeşi Elisabeth 1782’de, diğer kardeşi Maria ise 1791’de tifüsten ölür.

Sert görünümü ile bilinse de, Gotthilf Heinrich von Schubert onu farklı anlatır: “Gerçekten mizacının tuhaf bir karışımı var, engin mizahtan en şiddetli mizaha kadar değişen ruh halleri… Friedrich’in kişiliğinin sadece derin melankolik, ciddiyet halini bilen biri, onun sadece yarısını tanır. Şakaları ve eğlence duygusunu az sayıda kişi biliyordur.”

Caspar David Friedrich, Landscape With Pavilion, 1797

Landscape With Pavilion, 1797

1790’da Friedrich, Greifswald Üniversitesi’ndeki mimar Johann Gottfried Quistorp ile sanat çalışmaları yapar. İsveçli profesör Thomas Thorild’den de edebiyat ve estetik eğitimi alır. 1794’te Kopenhag Sanat Akademisi’ne yazılır, burada Christian August Lorentzen ve peyzaj ressamı Jens Juel gibi sanatçılardan eğitim alır. Bu sanatçılar, Alman Edebiyatı’ndaki Coşkunluk (Sturm und Drang) hareketinden esinlenmiştir. Yeni başlayan Romantik akım estetiğinin dramatik şiddeti ve etkileyici tarzı ile neo-klasik formdan vazgeçme arasında bir yerdedirler. Friedrich, çizim yapmaya başlamadan önce, antik heykellerin, kalelerin kopyalarını yaparak eğitimine başlar. 17. yüzyıl Hollanda manzara resmiyle yakından ilgilenir.

Caspar David Friedrich, Wreck In The Sea of Ice, 1798

Wreck In The Sea of Ice, 1798

Dört yıllık bir eğitimden sonra 1798’de Dresden’e gelen sanatçı, kısa zamanda Schlegel kardeşlerle, Novalis, Schelling, Jean Paul gibi romantizmin büyük yaratıcılarıyla tanışır. Dresden’e yerleşmesine rağmen doğduğu yerlerin özlemini çeker, sık sık çocukluğunun geçtiği kasabaya gider ve orada uzun süre kalır. 1805’te Weimar’da sergilenen iki eseri Goethe tarafından satın alınır. Bu dönemde G.H. Von Schubert, Otto Runge, Tieck ve Von Kleist ile dostluk kuran Friedrich romantikler arasına katılır, ama daima yalnız bir sanatçıdır. Zamanını kırlarda, dağlarda ve edindiği izlenimler içinde geçirir. Sadece resim malzemeleri ve temel ihtiyaçlarını karşılayacak eşyaların olduğu bir evde yaşar ve neredeyse mistik bir hayat sürer. Bu yıllarda suluboya ve sepia rengi (kırmızımsı kahve tonları) eserler de vermeye başlar.

Caspar David Friedrich, The Cross In The Mountains, 1808

The Cross In The Mountains, 1808

İlk büyük resmi 1808’de sergilenen Gemäldegalerie Dresden olarak da bilinen Dağlardaki Haç’tır. Eldeki tarihi verilere göre, eserin Friedrich tarafından gönüllü olarak İsveç Kralı IV. Gustave Adolph’e armağan edilmek üzere yapıldığı anlaşılmaktadır. Sanatçının dönemin önde gelen fikir adamlarından teolog ve sanat tarihçisi Johannes Karl Hartwig Schulze ile yaptığı yazışmalarda bu yapıttan bahsederek, amacının Luther Protestanizmi ile ilgili olduğunu ve merkezi öğe olarak da haçı vurgulamak istediğini belirtir. Friedrich, yazılarında ayrıca bu resimle ilgili olarak ağaca çakılmış İsa’nın sonsuz görüntüsü ile batan güneş arasında ilgi kurmaktadır. Haçın, Kurtarıcı İsa’ya olan sarsılmaz inanç gibi kayanın üstünde inatla durduğunu da vurgulamaktadır.

Geleneksel dini bir konunun cesur bir uyarlaması olan eserin yapım amacı İsveç Kralı IV. Gustave Adolph olsa da, eser Kont Franz Anton Von Thun-Hohenstein’in mülkiyetine geçmiş ve Kuzey Bohemya’da Tetschen Şatosu’nda yatak odasında ibadet altarı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle, esere Tetschen Altarı adı da verilmektedir. Çağdaşları tarafından akademik ilkelere karşı bir tavır olarak algılanan, özgün ve yeni ifade biçimleri denenmiş olması nedeniyle, eser önemli saldırılara uğramış ve dışlanmaya çalışılmıştır. Bütün bu engellemelere rağmen, Prusya Kralı III. Freidrich Wilhelm tarafından eserleri takdir gören sanatçı 1810 yılında Berlin Akademisi’ne üye seçilmiştir. Günümüzde bu eser Dresden Şehir Sanat Kolleksiyonu’nda korunmaktadır.

Caspar David Friedrich, The Abbey In The Oakwood, 1809-10

The Abbey In The Oakwood, 1809-10

Friedrich için doğa tanrısal ruhun bir yansımasıdır. Hristiyan sanatının ve mimarlığının gotik kiliseleri, manastırları, yitirilmiş inançların terk edilmiş mekanları, Friedrich’in anlatısallığında büyük rol oynar. Her şeyi yutan zamanın, yaşamın boşluğunun ve yok oluşun simgelendiği Gotik yapı kalıntıları, 16. yüzyıl kalıntısı manastırları, Friedrich sayesinde resim sanatı tarihinde unutulmaz görüntüler olarak kalır. Meşe Ormanında Manastır adlı resminde, karlı bir kış akşamında bu manastır kalıntısına doğru yürüyen keşişlerin oluşturduğu cenaze alayı adeta bilinmeyen bir evrene geçerek yaşamdan ölüme geçiyor gibidir. Hilal şeklindeki ayın altında, harap bir gotik kiliseye doğru yönelmiş, bazısı tabut taşıyan keşişler resmin merkezindedir. Yollarını sadece iki mum aydınlatmaktadır. Yeni kazılmış mezar, birkaç haç ayırt edilebilir. Resmin alt üçte biri karanlık, sadece harabelerin en yüksek kısmı ve meşe ağaçlarının uçları batan güneş tarafından aydınlanmış.

Zeynep İnankur, 19. yüzyıl Avrupa’sında Resim ve Heykel kitabında şunları söyler: “Friedrich, renkleri de melankolik bir hava yaratmak için kullanmıştır. Gerçekdışı izlenimi veren ışıklı alan ile ölümü hatırlatan gölgeli ve karanlık alan arasında güçlü bir karşıtlık söz konusudur. Çıplak ağaçlar, mezar taşları, manastır kalıntısı, tabut gibi tüm figüratif öğelerin yaşamın geçiciliğini ve ölümü simgelediği bu tablo, Alman romantik şairi Theodor Körner’in deyimiyle bir ölüler manzarasıdır.”

Caspar David Friedrich, The Monk By The Sea, 1808-10

The Monk By The Sea, 1808-10

Friedrich’in resminde her şey, elemanların çatışmasıyla sarmalanmış, sislerle kuşatılmış, simgelerle doldurulmuştur. Yaşamın kıyısına tutunmuş, yaşarken kendi varlığının ufkunu dikkatle gözleyen insanın yazgısı sonucu iç daralmasına uğramış gibi ciddi, loş ve durgundur bu resim. Cinsleri, yaşları ve görevleri kişiliklerinden önce gelen, çoğunlukla hareketsiz duran bu insanlar için atmosfer her şeydir. Deniz Kıyısında Keşiş adlı bu resminde, doğa güçleri karşısında insanın büyük yalnızlığını ve bunun sonucu olan yıkımı dile getirir. İnsan varlığını ve önemsizliğini anımsatarak tinsel bir boyut kazandırır. Bu tinsellik, insanın doğa karşısında çaresizliğini, yaşamdaki yalnızlığını ve yaratıcı gücün büyüklüğünü tanımlamaktadır. Ressamın, eserinde keşişin yanına koyduğu bir tekneyi sonradan kapattığı bilinir.

Zeynep İnankur şöyle diyor: “Bu resim, sanatçının doğa düşlemi temasını işlediği resimlerden en yalın ve bir bakıma en modern olanıdır. Sola doğru genişleyen grimsi sarı renkte dar bir kıyı şeridi, sonsuza uzanan koyu renkli bir deniz ve resmin beşte dördünü kaplayan gökyüzünün oluşturduğu birbirine paralel, ama aynı zamanda da bağımsız üç yatay planın tek düzeliğini ve durağanlığını bozan tek şey doğayı seyre dalmış olan bir keşiş figürüdür. Evrenin büyüklüğü karşısında adeta cüceleşmiş bu figür, seyircide onunla özdeşleşmeye ve bu doğa düşlemine çağırır gibidir.”

Caspar David Friedrich, Winter Landscape With Church, 1811

Winter Landscape With Church, 1811

Ön planda çam ağaçları arasında uzunca bir haç üzerinde çarmıha gerilmiş İsa figürü yer alır. Haçın karşısına gelen kayaya sırtını dayamış engelli bir adam ellerini açmış, dua ettiği düşünülebilir. Birisi adama yakın, diğeri biraz daha uzakta koltuk değnekleri göze çarpar. İnanç ile umut arasındaki bağı, sembollerle anlatmak istemiş ressam. Karla kaplı bu alanda yer alan çam ve ortada yer alan haç, inancın gücüne dair diğer simgelerdir. Karın içinden yeşilliklerin görüntüsü yeniden diriliş ümidini temsil eder. Friedrich’in doğayla olan ilişkisi oldukça ruhani ve Hristiyanlıkla bağlantılıdır, simgecilikle yüklüdür. Ölümden sonraki yaşam, yücelik ve yoğun deneyimler için özlem içermektedir. Friedrich, doğanın detaylarını incelemiştir, ancak eserlerindeki tüm manzaralar hayal ürünüdür ya da uyarlamadır.

Caspar David Friedrich, City At Moonrise, 1817

City At Moonrise, 1817

Caspar David Friedrich’in romantizmi kuzeye özgü bir romantizmdir. Bu yüzden, yoğun bir iç düşünce, dramatik bir içsellik, melankolik bir atmosfer ve kasvetli bir görünüş hakimdir. Derin bir yalnızlık, tefekkür hissi ve sessizlikle karşılaşırız. Tan ağarışları, ılık bir ilkbahar, dökülen yapraklar, alabildiğine genişleyen sonsuzluğun espasları (nesneler, formlar ve biçimler arasında bırakılması gereken anlamlı boşluklar) ve doğa ile karşılaşmada insanın sürekli yenilgisi, kırılganlığı ya da bir o kadar gücü söz konusudur.

Caspar David Friedrich, The Wanderer Above The Sea of Fog, 1817-18

The Wanderer Above The Sea of Fog, 1817-18

Friedrich’in en bilinen eseri, Bulutların Üstünde Yolculuk ya da Sis Denizinde Amaçsızca Dolaşan Adam isimli tablosudur. Olasılıkla ressamın kendi portresi olan resimde, ön planda genç bir adam kayalık bir uçurum kenarında, sırtı izleyiciye dönük biçimde dikilmektedir. Bir diğer görüşe göre ise, resimdeki adam Saksonya piyade sınıfının üst düzey albaylarından Friedrich Gotthard von Brincken. Resim yapıldığında ölmüş olan Brincken, adeta bir kahraman gibi resmedilmiştir. Üzerinde koyu yeşil bir palto ve sağ elinde bir baston tutar. Saçları rüzgarda dalgalanmakta olan adam, kalın bir sis örtüsüyle kaplı olan göz alıcı manzarayı izlemektedir. Resmin orta bölümünde, adamın üzerinde dikildiğine benzer başka kayalıklar sisten fışkırır gibi görülmektedir. Sis halkalarının arasındaki bu tepeliklerde ormanlar var. Uzakta görülen dağlar, batıdan doğudaki düzlüklere doğru alçalmakta. Bunun ötesinde, her yeri kaplayan sis sonsuza doğru uzar, ufukla birleşerek bulutlu gökyüzüne karışır. Figürün yerleştirilişi, izleyicinin bakışını, sise doğru yönelen diyagonal perspektifi izlemeye zorlar.

Michael Edward Gorra’nın yorumuna göre, tablonun temel mesajı adamın sis denizine bakarken Kant vari bir kendi üzerine düşünüşü gerçekleştirmesidir. Başka birçok şekilde yorumlanan eser, efsanevi bir yorum zenginliğine sahiptir. Kendi üzerine düşünmesi olasıdır. Ama beden dili ve dinçliği hiç de amaçsızlığa ve boşluğa oturan bir duruşu sergilememektedir.

Tablonun anlamı, Almanca özgün ismi olan Der Wanderer über dem Nebelmeer’in nasıl yorumlanacağına göre de değişebilir. Buradaki Wanderer sözcüğü, amaçsızca dolaşan kişi ya da doğa yürüyüşçüsü anlamlarına gelebilir. İlk anlama göre resimdeki adam kaybolmuş olabilir. İkinci anlama göre ise önceden belirlediği bir yere gitmekte olabilir.

Caspar David Friedrich, Chalk Cliffs On Rugen, 1818-19

Chalk Cliffs On Rugen, 1818-19

Rügen Kayalıkları isimli eserinde, deniz kenarında bir uçurumda üç kişi görülmekte. Sol eliyle uçurumdan düşmemek için kuru dalları tutan kadın, ressamın eşi Caroline Bommer. Yere kapaklanmış ve sürünür halde olan Friedrich. Ağaca yaslanıp, derin düşüncelere dalmış manzarayı seyreden ise ressamın kardeşi Christiane. İki yelkenli yolda, aralarında mesafe olmasına rağmen boyutları neredeyse eşit.

Friedrich’in de dahil olduğu Romantik Dönem 19. yüzyıl başlarından, 20. yüzyıl başlarına kadar devam eden bir dönemdir. Romantik sanatçılar insanın kendisini yüceltmesi, doğanın bir parçası oluşu, doğa ve duygularda bulunan ilahiliğin eserlerde işlenmesine ön ayak oldular. Romantizme uygun olarak Friedrich de eserlerinde bireysellik, öznellik, ruhanilik ve doğa sevgisini yansıtmayı seçmiştir.

Caspar David Friedrich, Woman At A Window, 1822

Woman At A Window, 1822

Pencerelerde duran ve Elbe Nehri’ne bakan kadın, 21 Ocak 1818’de evlendiği Caroline Bommer. 3 çocukları dünyaya gelir. Sanatçının kompozisyonlarında varlık gösteren imgeler, uçsuz bucaksız, derinlik, sonsuzluk hissini yaratan doğa görünümleri, sert karakterde resmedilmiş kayalar, figürlerle kıyaslandığında devasa görünen ağaçlar, mesafeyle ilgili bir tahmin yapmaktan alıkoyan deniz manzaraları ile bu manzaranın içinde var olan küçücük, izleyiciye sırt çevirmiş, doğa karşısındaki savunmasızlıkları duyumsanan insan figürleri ve bu imgelerden sağlanan veriler, sanatçının yaşantısı hakkında detaylı bir okuma yapılmasa bile en azından genel bir bilgi vermektedir.

Caspar David Friedrich, Man And Woman Contemplating The Moon, 1824

Man And Woman Contemplating The Moon, 1824

Erkek ve Kadın Mehtabı Seyrediyor isimli eserinde, erkek ve kadın figürünü onlar için ulaşılması zor gibi görünen bir dış mekan ile birlikte resmetmiştir. Resimdeki figürler, o yıllarda yeni evlendiği eşi ve kendisi olabilir. Kompozisyonda sağ alt planda büyük bir kaya, onun üst bölümünde ise köklü bir ağaç resmetmiştir. Birçok eserinde olduğu gibi bu eserinde de figürleri arkadan betimleyen sanatçı, figürlerle birlikte gizemli bir doğa görünümü yaratarak izleyiciyi düşündürmek istemiş olabilir.

Caspar David Friedrich, The Sea of Ice, 1823-24

The Sea of Ice, 1823-24

Friedrich, Umudun Kırılışı adlı resminde buz dağlarının arasında sıkışarak, kırılan ve kısmen batan bir gemiyi anlatır. İnsanın doğa karşısındaki küçüklüğünü de anlatabileceği düşünülen bu resim için sanatçının bizzat buz kütlelerinin etütlerini yaptığı bilinmektedir. Resmin merkezindeki büyük kırılmanın az ilerisindeki belli belirsiz dağ kütlesinin kara olup olmadığı belirsizidir.

Ressam Ziya Gürel konuya özgün bir yorum getirir: “Romantik çıkışın önde gelen sanatçılarından olan Caspar David’in öyle pek hazır lokma öykülerle uğraşmayacağını düşünürsek, kırılan umut belki de yalnızca bir geminin adıdır, kuzeydeki bir deniz kazasında yok olan o teknenin adı… Ama asıl büyük kırılma, hani o kahredici önünde durulamayan parçalanma, ne kuzeyin fiyordlarında, ne de güney denizlerinin kara ile kucaklaştığı falezlerde yaşanır. Böylesine güçlü bir ufalanmaya neden olan şey, olsa olsa iç dünyalarında apansız kopan, bütün olma umutlarını elimizden alan bir kasırgadır… Artık kimliği aşan alanlarda, her şeyi sıfırladıktan sonra her şeye yeniden başlamaktan başka çare kalmamıştır. Bunu başaramazsak, nedenini bilemediğimiz boğucu bir sıkıntıyı çağrıştıran kutupların o bungun ışığı altında, titreyerek geceyi özleriz.”

Caspar David Friedrich, Two Men Contemplating The Moon, 1825-30

Two Men Contemplating The Moon, 1825-30

Resimdeki figürlerin Friedrich ve arkadaşı-öğrencisi August Heinrich’in olduğu düşünülüyor. Zeynep İnankur şöyle der: “O, doğadan yalnız ayrıntılarla ilgili taslaklar yapmış, resmini atölyesinde gerçekleştirmiştir. Sanatçı manzaralarında hep belirli yöreleri tasvir etmiş ve bunları genellikle ay ışığında, alacakaranlıkta, siste ya da sonbaharda vermiştir. Çoğunlukla kahverengiler, griler ve koyu yeşillerden oluşan ağırbaşlı bir palet kullanan Friedrich’in manzaralarında, resmin ön planına egemen olan koyu ve saydam renkler yukarı doğru yoğunlaşır, aydınlanır ve pastele dönüşür. Doğayı adeta dondurup cansızlaştıran aşırı bir doğa öykünmeciliğine karşın bu manzaralarla atmosfer ve ışık etkileri gibi doğal olaylar da önem taşır. Manzaraların çoğunda gökyüzünün resmin yarısından fazlasını kapsaması da bunun bir belirtisidir.”

Caspar David Friedrich, The Stages of Life, 1835

The Stages of Life, 1835

Friedrich, bu resmi yaptığında 61 yaşındadır, 5 yıl sonra hayatını kaybeder. Denizde gemiler kıyıya farklı mesafelerde durur, kıyı ise ölüm anlamında varılacak son nokta, resimde bize arkasını dönmüş, elinde bastonu olan figür ressamın kendisidir. Daha genç olan silindir şapkalı yüzü izleyenlere dönük olan figür, yeğeni Johann Heinrich, genç kadın kızı Emma, torunları Gustav Adolf ve Agnes Adelheid. Friedrich, yarı İsveçli olduğuna inanırmış, belki de bu nedenle çocukların elinde İsveç bayrağı görülüyor. Freidrich’in resme başka bir isim verdiğine ve resmin bilinen isminin Friedrich öldükten sonra verildiğine inanılır.

Friedrich’in Hayatın Evreleri adlı resminde yaratmaya çalıştığı düşsel gerçeklik, hayatın bir pencere gibi herkesin bakıp geçtiği bir yol olduğudur. Denizde farklı uzaklıklarda görülen beş geminin kıyıya olan farklı uzaklıkları, kıyıdaki insanların yaşam süreleriyle ilintilendirilebilir. Friedrich’in peyzaja mistik bir anlayışla bakışı, romantiklerin gerçekliği ele alışına bir örnek olarak görülebilir.

1835’ten sonra sanatçı psikolojik olarak iyi değildir. Daha da içe kapanık ve melankolik olur. Halkın ve eleştirmenlerin anlayışsızlığı, karısının ihanetinden şüphelenmesi derken 26 Haziran 1835’te felç geçirir. Friedrich, Teplitz’de dinlenmeye karar verir. Vücudunun belli bir kısmı felçli olduğu için resim yapmaya devam eder, ancak suluboya ve sepia renginde eserler verir. Bu süreçte yaptığı eserlerinde ölüm sembolleri ortaya çıkar.

Caspar David Friedrich, Owl On A Grave, 1836-37

Owl On A Grave, 1836-37

Rahatsızlığından yaklaşık 1 yıl sonra, sepia renginde kalemle yaptığı bu resimde bir haçın üzerinden havalanmak üzere olan bir baykuşu görürüz. Baykuş, tırnaklarını durduğu yere geçirmiş ve aşağı doğru bakar. Zamanın geceyarısı olduğunu anlarız. Bir Hristiyan mezarı başına dikilmiş uzun çubuklu haçın üzerinde duran baykuş, bilindiği gibi ölümü temsil eder.

İkinci bir felç geçirir ve artık resim yapamaz. 7 Mayıs 1840’ta Mayıs ayında ölür. Yaşadığı uç duyguların neticesinde bir çeşit zihinsel rahatsızlığın da ölüm sürecini tetiklediği görüşleri bulunmaktadır. Dresden’deki Trinitatis Mezarlığı’na gömülür.

Kaynak
Caspar David Friedrich’in RomantizmiÇağdaş Sanat ve Siyaset Dönüşümüne Yeniden BakmakReflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism To The Art of The PaintingDüşlerin Resimsel YorumuCaspar David FriedrichCaspar David Friedrich ve Dağdaki HaçCaspar David Friedrich’in Solitary Tree Eseri


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir