Dünyaca ünlü ressamlar Amédée-Julien Marcel-Clément, Alfred Stevens, Igor Pozdeev, Émile Friant ve Charles Hermans’ın ünlü resimlerini sizler için analiz ettik.
Amédée-Julien Marcel-Clément, Fishing Boats at Sunset
Fransız ressam Amédée Julien Marcel-Clément, tüm hayatını Paris’te geçirmiş olmasına rağmen, Paris’e dair çok az sayıda resim yapar. Gerçekten de, resimlerinin çoğu Fransız kıyıları ve deniz manzaralarının tasvirini içerir. Özellikle Fransa’nın Bretonya bölgesine bağlı Dinard’ın deniz manzaraları ile tanınır.
Resimlerinde gökyüzünden gelen güneş ışığı adeta yavaşça yere iner ve denizde binlerce yansıma ile gerçekçi ve bazen dramatik bir etki yaratır. Ressamın paletinde krem rengi, beyazlar ile akıllıca serpiştirdiği çok çeşitli griler ve maviler gökyüzü ve deniz arasında ayna benzeri bir etki yaratır. Marcel-Clément, sert fırça darbesine karşı daha karanlık bir atmosfer ve parlaklık ile kasvetli tonlarda yansıma yapmak için kontrast kullanmayı da sever. Resimlerinde sanatçının seçtiği bakış açısı her zaman izleyiciyi cezbeder.
Bu resim, sanatçının ışığı ele alışı ve saydamlaşmasıyla ilgili ona ait karakteristik özellikleri gösteren bir eseridir. Saydam yüzey ve konturların hacmi, oldukça gerçekçi bir denizi göstermeye hizmet ediyor. Bulutlu gökyüzünden yansıyan ışık, yelkenlilerin ortasından ufka inerken; kahverengi-turuncu yelkenliler ön plandaki ağacın yeşil yapraklarıyla kontras oluşturuyor. Dalgalar ve kıyıya yaklaşmakta olan köpükler çok gerçekçi görünüyor. Ağacın boyanma şeklinde Japon etkisi sezilir. Ressam, bulutların şekillerindeki ahenkle, resme gerçekçilik ve gerçeklik arasında ince bir karışım izlenimi vermiş.
Alfred Stevens, Blue Ribbon, 1875
Belçikalı ressam Alfred Stevens, Paris yaşamını ve şık giyimli zarif kadın tasvirleri ile bilinir. Alfred Stevens’ın çalışmaları, Empresyonist veya Akademik olarak kategorize edilemese de, kesinlikle bir modernistti. Üstün sanatının parlak renklerini modern kadının tasvirine uyguladı. Üstelik resimlerindeki kadınların giysileri, o yılların giyim kuşamını belgeler nitelikte.
Doğrudan izleyiciye bakan genç bir kadını tasvir eden çalışması, yakın arkadaşı Édouard Manet’nin, Le Balcon adlı çalışmasını hatırlatır gibi. Eserin içeriğinde bir karmaşa olsa da, bileşimi çok iyi organize edilmiş. Her öğe, hesaplanmış bir çizgi, doku ve renk dengesi içinde asılı kalır. Korkuluğun siyah kesişen çizgileri, pencere çerçevesinin ve iç duvarın çok az görünen kısmı, çiçeklerin, şapkanın ve şemsiyenin natürmortu, genç kadının yüzünü ortaya çıkarmaya hizmet eden bir malzeme oluşturur. Arkasındaki doğal ortamla uyumlu bir şekilde yerleştirilmiş kadın, çiçekleri kısa bir süre önce bahçeden toplamış sanki.
Igor Pozdeev, Boats on the Shore
Ressam Igor Pozdeev, 1969 yılında Kırım’ın Feodosiya kentinde dünyaya gelir. Kırım Sanat Koleji Resim Bölümü’nde okur. Renklerin, ışığın, gökyüzünün yer aldığı manzaraları ve natürmortları saflığı, neşesi, huzur veren görünümüyle izleyiciyi hemen etkisi altına alır. Kırım doğası ressam için tükenmez bir ilham kaynağı haline gelir.
Igor Pozdeev’in resimleri, empresyonizmin romantizmi ve ince doğa duygusuyla doludur. Sanatçı, eserlerinde küçük bir evi, sade bir avluyu, sıradan bir yolu, bir hayranlık nesnesine dönüştürerek, etkileyici bir atmosfer yaratır. Doğada var olan notaları dinleme yeteneği, banal bir manzarayı, eğik bir tekneyi veya sadece bulutlu bir günü şiirselleştirme yeteneği, sıradan bir durumda uyumu görme yeteneği Pozdeev’in resimlerinin karakteristik özelliğidir.
Sanatçı düzenli olarak yurtiçinde ve yurtdışında sergilere, sanat projelerine ve açık hava etkinliklerine katılır. Resimleri dünyanın farklı ülkelerinde özel koleksiyonlarda bulunur.
Émile Friant, Ombres Portées (Cast Shadows), 1891
Resim sanatında gölge metaforu felsefenin yanı sıra, fizyogonomi, psikoloji vb. farklı alanları da içinde barındıran ve zaman-mekan değişkenlikleri ile birlikte farklı anlamlara da gelebilen düşünsel, kavramsal, imgesel, simgesel bir olgu olarak karşımıza çıkar. Sanatın başlangıcından günümüze kadar pek çok sanatçı yaşadığı dönemde dahil oldukları akım ve tarzlara göre gölge metaforunu kullanmış, dolayısıyla sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmelerin etkisini eserlerine yansıtmışlardır.
Fransız naturalist ressam Émile Friant bu eserinin ilk versiyonunu açık havada yapar. 1890’larda bu tablosunda olduğu gibi bazı tabloları, optik deneylerin ayırt edici özelliklerini taşır. Yukarı doğru yönlendirilen ve adamın oturduğu taburenin önünde olduğunu tahmin ettiğimiz ışık kaynağı ile ellere ve yüzlere odaklanır. Işık, figürlerin koyu renk kıyafetlerinin altındaki vücutlarını adeta silüetlere dönüştürmüş. Düşen Gölge adlı bu eserinde, sanki çiftin bazı huzursuzluklar nedeniyle mutsuz giden bir evliliği söz konusu. Figürlerin üzerindeki siyah elbiseler, duvara düşen figürlerin siyah gölgeleri, izleyiciye karamsarlığın ve mutsuzluğun mesajını verir. Kadının yüz ifadesi, mutsuzluk ve sıkıntıların bitmeyeceğini ve bunları kabullenemediğini gösterir gibi. Erkek ise hala her şeyin iyi olacağına dair inanca sahip bir yüz ifadesi içinde.
Parlak bir ışık kaynağı tarafından aydınlatılan, bir çiftin bu gölge oyununda, erkeğin kadına yalvarırcasına baktığını görüyoruz. Başının gölgesi kadının sol yanağını öpmek üzere ancak kadının başının gölgesi ondan uzakta. Kadının gölgesinin sola doğru uzantısı sanki iki figür arasındaki mesafeyi vurguluyor. Kadının gölgesi deforme olmuşken, erkeğin gölgesi çok daha net. Erkek duvardan, kadından daha uzak olduğu için, gölgesi orantılı olarak daha büyük olmalı ve başlarının gölgeleri arasındaki boşluk, kendilerinden daha küçük olmalı. Ancak Friant bize bunun tersini gösterir; belki de ikilinin ilişkisini anlatabilmek için böyle davrandı.
Charles Hermans, At Dawn, 1875
Charles Hermans, günlük sahneler, portreler, manzaralarıyla bilinen Belçikalı bir ressamdı.Bir dizi anıtsal Janr (günlük yaşam) resmiyle Belçika sanatında gerçekçiliğin tanınmasında önemli rol oynar.
Sabahın erken saatlerinde, geceyi geçirdikleri bir kulüpten çıkan sarhoş burjuvazi ve bu güruhun sefahat ruhuyla çelişen işçilerin karşılaştıkları ana odaklanır eser. İşçiler ellerinde malzemeleriyle, kendilerinden çok farklı bu gruba şaşkınlık, merak, biraz da imrenerek bakıyor. Sadece başını öne eğmiş işçi, üzgün bir ifadeyle diğerlerinden ayrılıyor.
Hermans bu resmi için şunları söyler: “Mümkün olduğunca samimi olmaya çalıştım. Ne fazla duygusal ne de fazla gerçekçi olmaktan kaçındım. Ön plandaki işçiler sabah işe giderken, ahlaksızlar zenginliklerini gösteren giysileriyle geceyi geçirdikleri lüks zevk barakalarından gürültülü bir şekilde yalpalayarak dışarı çıkıyorlar. Bir karnaval gününde, güneş doğmadan önce katılımcıların geçit törenini izlemek için dışarı çıktım. O, hayal gücüm üzerinde bir etki bıraktığı için sahneyi tamamen yeniden ürettim ve mümkün olduğunca basit kalmakla yetindim. Resmimin sosyalist bir bakış açısında olduğu iddia edildi; asla doğru değildir. Ahlaksızların düşüşünü göstererek işçileri soylulaştırmayı hiç düşünmedim.”
İlginç bir açıklama; zira kendisi de varlıklı bir aileden geliyordu ve bu tarz bir yaşam tarzına çok düşkündü. Belki suçluluk duygusu içinde olduğu için; ya da artık o yaşam tarzından hoşlanmadığından bunları söylemiş olabilir, kimbilir?
Hermans, parti müdavimlerinin abartılı yaşamını göstererek işçileri yüceltmeyi düşünmediğini söyleyebilir ancak bu tabloyu gören her izleyici iki yaşam tarzı arasındaki farkı belirtmekten ve hangisinin daha üstün toplumsal değerler gösterdiğine karar vermekten geri duramaz diye düşünüyoruz.
Kaynak
İgor Pozdeev, Alfred Stevens Belgian Artist, Old Masters To Modernists, 512 Amsterdam, Charles Hermans, A l’aube (At Dawn)