Menu

Dünyaca Ünlü Ressamların Resim Analizleri



Dünyaca ünlü ressamlar Emile Claus, Frederic Leighton, Marie Bashkirtseff, Władysław Ślewiński, Michael Ancher, Walter Langley’in en sevilen eserlerini sizler için analiz ettik.

Emile Claus

Emile Claus, The Passing Boat, 1883

Belçikalı (Flaman) ressam Emile Claus gerçekçi bir ressamdır, izlenimcilikten sonra luminizmin etkilenir. Luminizm: ışık efektlerine büyük önem veren, resimdeki geç-izlenimci veya neo-izlenimci tarzıdır.

1904 yılında George Morren ve Emile Claus öncülüğünde bir grup sanatçı Yaşam ve Işık Grubu’nu (Vie et Lumiére) kurdular. Işığın etkilerini yansıtmak onlar için araştırılması gereken temel konuydu. Kuzey resim geleneğinde önemli rolü olan ışığın, Flaman sanatçıları tarafından resmin merkezine alındığı görülür.

Emile Claus’un evini ve atölyesini Leie nehri (Belçika) kıyısına kurmasından sonra yaptığı ilk eserlerden biri. Işık ve atmosferi çok şiirsel bir şekilde ele aldığı resimde, ön planda üç çocuk ve önlerinden geçen bir balıkçı teknesi görülür. Kompozisyonun tüm ana unsurları hemen fark edilir: kıvrımlı nehir, sıra sıra dizili uzak kavak ağaçları ve ışıkla görülen şiirsel atmosfer sanatçının bu ünlü eserini karakterize eder. İzleyici resimde, karşıda oyun oynayan kişilere odaklanan küçük çocukların şefkatle resmedilmiş bakışlarını takip eder gibi. Arka planda ise sisle örtülü ağaçların yer aldığı düz kırsal alan uzanır.

Frederic Leighton, Cymon and Iphigenia,

Frederic Leighton, Cymon and Iphigenia, 1884

İngiliz ressam, heykeltıraş Frederic Leighton genellikle tarihsel, dinî ve antik sahneleri akademik bir tarzda tasvir eder. Kraliçe Victoria tarafından asalet ünvanı verilir; böylelikle Victoria İngiltere’sinin sanatsal ve sosyal hayatında ayrıcalıklı bir yere sahip olur.

Resmine konu olan Cymon ve Iphigenia’nın hikayesi, 14. yüzyıl İtalyan yazarı Giovanni Boccaccio’nun romanlarından oluşan Decameron’dan alınmıştır. Hikayenin ikinci sayfası tasvir edilmiştir. Resim mitolojideki Iphigenia ile alakalı değildir.

Cymon, babası çok zengin bir Kıbrıslıydı. Yakışıklı ama kabadır zaten ismi vahşi-canavar anlamındadır. Temel görgü kuralları dahil olmak üzere hiçbir şey öğrenemez; bu yüzden babası onu çiftlik işçileriyle birlikte yaşamaya gönderir. Bir gün, üç kişiyle derin bir uykuda olan Iphigenia rastlar. Güneş yeni doğmak üzeredir, yapraklar mevsimin sonbahar olduğunu düşündürse de, hikayede mayıs ayı öğleden sonrası diye yazar. Sol eli dizinde dikkatle Iphigenia’ya bakan Cymon; gördüğü en güzel varlık olduğunu düşünür ve aşık olur. Ardından kültürlü ve zarif bir gence dönüşür. Cymon-Iphigenia birçok zorluk ve olaydan sonra mutluluğu yakalarlar. Vahşi canavarı dönüştüren bu mesel, “Uyuyan Güzel” mitini tersine çevirir adeta.

Iphigenia’nın üzerindeki giysi-örtü karışımı, kendisine ait Parthenon Mermerleri heykelinden esinlendiğini gösterir nitelikte. Hikayede Iphigenia çıplaktı ancak Viktorya Döneminde olduğu için ressam, figürün vücudunu şekillendiren perdelik kumaşlarla örtmeyi tercih etmiş.

Örtü ve kaldırılmış kollarının çekici bir duruş oluşturacak şekilde konumlandırılan figür, genç aktris Dorothy Dene’dir.  Ressamla aralarında bir ilişki olduğu söylense de, Leighton bunu kabul etmez. Ancak Leighton, Dorothy’nin oyunculuğunun destekçisi olduğundan aralarındaki ilişki, ilham perisi-usta ilişkisi olabilir. Leighton’un 1896 yılında vefatından 3 yıl sonra Doroty’de yaşama veda eder. İlişkilerinin Bernard Shaw’ın oyunu Pygmalion’un esin kaynağı olduğu söylenir.

Marie Bashkirtseff, The Umbrella, 1883

Marie Bashkirtseff, The Umbrella, 1883

Ukrayna doğumlu ressam Marie Bashkirtseff soylu bir ailede dünyaya gelir. Anne ve babası ayrılınca annesiyle Avrupa gezisine çıkar. Ardından Fransa’da yaşamaya karar verir. Müzik konusundaki eğitimi, ses tellerindeki rahatsızlıkla yarım kalınca resme yönelir. Resim anlayışı, Realist hareketin sonraki aşamasında ortaya çıkan natüralizm etkisindedir.

Günlükleri, I Am the Most Interesting Book of All adıyla kitaplaştırılan ressamın satırlarından figürün, yetimhanede küçük bir kıza ait olduğunu anlıyoruz. 23 Ağustos 1882’de: “Yetimhaneye iki kez gittim, müdür zaten arkadaşım. Dağıttığım bonbonlar için ikinci ziyaretimde çocuklar etrafımda toplandılar.” 29 Ağustos 1882’de ise “Siyah giysisinin etekleri omuzlarında, açık bir şemsiye ile küçük bir kız resmi yapıyorum. Dışarıda çalışıyorum ve sürekli yağmur yağıyor.” diye yazar.

Donuk renkler, kalın ve siyah kıyafetleriyle görülen küçük kızın uykulu ifadesi, sıkıntılı bir dünyadan masum bir kızı taşır izleyenin yüreğine. Küçüğün izleyiciye inatçı bakışı, taşıdığı şemsiyenin şiddetli siyah arka planıyla daha da güçlenen bir etki yaratır. Figürün ayrıntılı yüzü ile resmin geri kalanı arasındaki hoş karşıtlık önemli. Şemsiye, giysiler ve arka plan sadece kızın yüzünün dikkatinizi çekmesine izin veriyor. Önemsiz değil ancak sahneyi kurmak, dikkatimizi kızın yüzüne çekmek ve soyut desenler yaratmak gibi farklı bir görevi var. Göz, burun ve dudak çevresinde küçük, koyu renk vurguların kullanımı da yüzün öne çıkmasına yardımcı olur. Saçlardaki sadeleştirme dikkat çekici. Sanatçı her saç telini boyamamış, saçları kümeler halinde boyamış.

Resmin yapıldığı yılın sonunda Marie Bashkirtseff çok hastadır zira tüberkülozdur. Bir yıl sonra 26 yaşında yaşama veda eder.

Władysław Ślewiński’, Sleeping Woman With a Cat, 1896

Władysław Ślewiński’, Sleeping Woman With a Cat, 1896

Polonya’nın en önemli sanatçılarından biri olan oyun yazarı ve ressam Władysław Ślewiński’nin bu ünlü eserinde, kıvrılmış uyuyan bir kadını görürüz. Ressam çocukları Helene, Mietek, Staś’ı da böyle uyurken resmedecektir. Kadının yüzündeki huzur, tüylü arkadaşı yeşil gözlü bir kedinin varlığı ile daha da belirginleşiyor. Resimdeki formların kayda değer düzlüğü ve konturların yumuşaklığı dikkati çekiyor. Ślewiński için resmin konusu ve içeriği onun için çok önemlidir. Resimlerinde içeriği, duyguyu formla (renk, gölge, kompozisyon, ışık) ifade etmek ister.

Resmin tarzı Fransız sanat grubu Nabileri’in sembolizmini anımsatır. Nabiler: 1888 ile 1900 yılları arasında, izlenimcilik ve akademik sanattan soyut sanat, sembolizm ve diğer erken dönem modernist hareketlere geçişte önemli rol oynamış genç Fransız sanatçılardan oluşan gruptur.

Peki bu parçada saklı olan sembolizmin şifresini nasıl çözebiliriz? Siyah, Antik Yunan’da olduğu gibi, mitolojide de insan rüyalarına hükmeden ruhlar olan Oneiroi’nin kanatları ve giysilerinin rengidir ve rüyalarla da ilişkilidir. Yeşil renk ise sakinlikle ilişkilendirilir. Ellen Conroy 1921 tarihli Symbolism of Color adlı kitabında, yeşilin sakinleştirici ve yatıştırıcı olduğunu, mistikler tarafından kadınsı bir renk olarak görüldüğünü yazar. Ressam bu iki tonu yan yana getirerek kadının hoş bir rüya gördüğünü aktarıyor olabilir. Bununla birlikte, kedi genellikle özgürlüğün sembolü olarak kullanılmıştır; kadının gördüğü rüya da hayal ettiğimiz özgürlüğe işaret ediyor olabilir.

Michael Ancher, A Girl with Sunflowers, 1889

Michael Ancher, A Girl with Sunflowers, 1889

Michael Ancher, Danimarkalı gerçekçi bir sanatçıdır. Balıkçıların denizdeki deneyimleri ve günlük yaşam resimleriyle ünlüdür. Kopenhag’daki Danimarka Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. 1874’te balıkçı köyü olan Skagen’e taşındı ve Skagen Ressamları olarak bilinen sanatçı topluluğuna katıldı. Archer, gerçekliği, onu çevreleyen doğal ışığı ve renkleri esas öğeler olarak kullandığı resimlerinde; klasik kompozisyonları natüralizm ile birleştirdi.

Michael Ancher bu resmin iki versiyonunu çizdi. İlk versiyon olan bu resmi genellikle çeşitli sergilere ödünç verildiği için 4 yıl sonra modele eşinin elbisesini giydirerek ikinci versiyonunu yaptı. Resimdeki model, Ancher ailesinin hizmetçisi olan Maren Brems. Model, Hus’ta bulunan evlerindeki iki odanın arasında, kapının önünde bahçeden topladığı ayçiçekleri olan bakır bir vazoyla duruyor. Işık ön plandan içeri girerken, arka plandaki oda karanlıkta gizlenmiş. ayçiçekleri deyince aklımıza hemen Van Gogh gelir; belki de ressam Van Gogh’tan esinlendi. Ancak Skagens sanatçılarının mekanı olan Danimarka-Brøndum Havehus’ın (bugün Skagens Müzesi) eski bahçesinde ve ressamın Hus’taki evinin bahçesinde de ayçiçekleri bulunurdu.

Sanatçı ayçiçeğini resmin odak noktasına yerleştirmiş. Modelin donuk bakışı, soluk yüzü, elbisesi ve ayçiçeklerinin rengi bir bütünlük oluşturmuş. Özellikle modelin yüzünde ve alnına yakın kısımdaki saçlarında kullandığı renk, modelin yüzünün daha da solgun bir ifadeye bürünmesinde etkili olmuş. Michael Ancher, Japon baskı ustalarının kullandığı donuk renkleri kendi eserlerinde uygulamış James McNeill Whistler’ın renk armonileri hakkında bilgi sahibi olduğu için bu resminde donuk renkleri kullanmış olabilir. Arka planda bulunan pencereden, bahçenin güneşli olduğu anlaşılsa da; ilk bakışta (perdenin renginden) sanki akşam üzereymiş izlenimi veriyor.

Walter Langley, Never Morning Wore to Evening but Some Heart did Break,

Walter Langley, Never Morning Wore to Evening but Some Heart did Break, 1894

İngiliz ressam Walter Langley, balıkçı köyleri, balıkçı aileleri sahnelerinde uzmanlaşmış bir tür ressamıydı. Sol siyasetin büyük bir destekçisi olan ressamın, resimlerinin çoğu, işçi sınıfı ve onların hayatta kalma mücadelesini betimleyen sosyal gerçekçi türdendi. Figürlerin jestleri ve sembolik ev eşyalarının konumlandırılması yoluyla ruh halini ve duyguyu aktarma yeteneği, Langley’nin çalışmalarının karakteristik özelliğidir. Genç dullar, melankolik büyükanneler ve yorgun yaşlı köpekler de Langley’in neredeyse tüm resimlerinde yer alır.

Resim adını (Sabah asla akşama takılmadı, ama bazı kalpler kırıldı) İngiliz şair Alfred Tennyson’ın, In Memoriam adlı şiirinden alır. Şiir sevilen birinin beklenmedik kaybı ve onu takip eden üzücü yas sürecini anlatır.

Her ne olduysa bunu doğru tutuyorum;
En çok yasını tuttuğumda hissediyorum;
Sevmek ve kaybetmek daha iyi
Hiç sevmemiş olmaktan

Ressam, 1882’de kendisi ve ailesi, sanatçılar için bir sığınak olacak İngiltere’nin Cornish balıkçı limanı Newlyn’e taşınır. Balıkçı limanı etrafında Newlyn Okulu adıyla yeni bir sanat kolonisi oluştururlar. Orada yapılan bu resimde; yaşlı bir kadının, başını ellerinin arasına almış, eve dönemeyen balıkçı eşi için ağlayan genç bir kadını teselli ettiğini görüyoruz. Bu acı içindeki genç kadın ile arka planda gözlemlediğimiz dümdüz, sakin deniz tam bir tezat oluşturuyor. Genç kadının eşinin canını alan fırtına sonrası sessizlik gibi. Denizin üzerinde şiirsel bir şekilde dans eden ay ışığı çok etkileyici.

Tablo, herhangi bir kelimenin anlatabileceğinden çok daha fazla konuşuyor. Her türlü hava koşuluna karşı savaşan balıkçılarının ailelerinin başına gelebilecek trajedileri kısa ve öz bir şekilde gösteriyor. Sanatçının başyapıtı olan bu resminde görülen yaşlı kadın, onun birçok tablosunda modellik yapan Grace Kelynack’tır. Bu resmi yağlı boya olmasına rağmen Walter Langley’in aslında en çok tercih ettiği suluboyadır. Bu resminde bir suluboya versiyonu bulunur.

Kaynak
Cymon and Iphigenia” by Frederic Leighton,  A Closer Look at The Umbrella by Marie BashkirtseffMost Britons know little and care less about the EU – but it’s not their faulArtvee, About The ArtistKındlıng For CandlesContınuum 119, A Belgian Art Perspectıve


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir