Menu

Ülkemizin Önemli Tren Garları



Haydarpaşa, Sirkeci, Basmane, Ankara… Memleketin namlı garları. Kemal Varol’un hazırladığı kitap, sadece Haydarpaşa’ya değil, bütün memleketteki garlara bakıyor. Sadece büyük garlara gitmekle de kalmıyor, bazı ara garlara da uğruyor. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, dizi dizi garlar, istasyonlar: Haydarpaşa, Sirkeci, Hadımköy, Alsancak-Buca-Seydiköy, Basmane, Akhisar, Eskişehir, Samsun, Ankara, Ulukışla, Pozantı, Adana, İskenderun, Diyarbakır, Batman, Kurtalan… Garlara dair bilgiler, hatıralar, gözlemler…

Garlar, yakın zamana kadar şehirlerin giriş kapılarıydılar. Modernizmin mabetleri arasında onlar da vardı. Şimdi biraz eskidiler, hatta biraz nostaljinin konusu oldular.

“Ne zaman yolum bir şehre düşse o şehrin garını görmeyi, bekleme salonunda zaman geçirmeyi, görevlilerle vakit geçirmeyi, rayların yanına yöresine serpilen çakıl taşlarını avuçlamayı adet edindim. Duvardaki Zenith marka saatlere bakmayı, bilet gişesine elimi uzatmayı, duvardaki hareket saatlerini gösteren panolara bakmayı, hala çalışıyorsa lokantasından yemek yemeyi, garların yanında yöresinde hayat süren çay bahçelerinde oturup yaklaşan trenlerin sesini dinlemeyi terk etmedim.” diyor babası emekli demiryolları çalışanı Kemal Varol, 14 yazardan derlediği Memleket Garları kitabının önsözünde.

Sirkeci Gari

Sirkeci Garı

Kitap Yonca Kösebay Erkan’ın iki makalesiyle başlıyor. Haydarpaşa ve Sirkeci Garları ile Hadımköy Tren İstasyonu’nu araştıran, yazan Yonca Kösebay Erkan “Haydarpaşa ve Sirkeci garları herhangi yasal bir düzenleme olmaksızın kendi kendini koruyup ayakta kalmayı başarabilmiş. Arzulanan, tren düdüklerinin yerin altında değil, kentin kalbinde duyulmağa devam etmesi.” diyor.

“Haydarpaşa Garı, inşa ediliği 19. yüzyılın tüm ihtişamını yansıttığı gibi aynı oranda da dönemin biçimsel çeşitliliğini gösteren bir yapıdır. Mimari dili, içinde bulunduğu toplumsal yapı ile bütünlük içinde olmamasına karşın, kendi dönemi için önemli mesajları içerir. II. Abdülhamid yapının uzaktan bakıldığında dikkat çekmesini istemiş, bunun sonucunda ampir bezemeleriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun simgelerine sahip, ama aynı oranda demiryolu inşaatlarının teslim edildiği yeni dost Almanların izini taşıyan bir yapı ortaya çıkmıştır.” (Haydarpaşa-Sirkeci Garları, Yonca Kösebay Erkan)

Haydarpasa Gari, 1910

Haydarpaşa Garı, 1910

125 yıl önce Almanlar tarafından inşa edilmeye başlanan Eskişehir Garı, 19 Haziran 1892’de açılır. Kurtuluş Savaşı yıllarında stratejik konumundan dolayı savaşın kilit noktalarından olur. Üniversite okumak için gelen öğrencilerin sabahı etmek için banklarında uyuduğu, ziyaretçilerin içerideki mağazalardan uzaktaki sevdikleri için lületaşından süs eşyaları aldığı, 24 saat açık olan garı Haydar Ergülen şöyle anlatıyor:

“…Eskişehir bir tren ve demiryolu şehri. Bütün yollar Roma’ya çıkar, bütün trenler Eskişehir’den geçer. (…) Eskişehirli her çocuk bilir, iki saati vardır Eskişehir’in, öğleye kadar Türk Hava Kuvvetleri’nin jetleri, sanırım dakikada bir kalkarlar. Şehrimden bir dakika daha geçti, deriz bir jet havalandığında. Trenler de halkın beş vakit ibadeti gibi, şehrin vakitlerini gösterir adeta. 12.00 treni Ankara’ya gider, bir saat rötarı vardır, 14 treni Haydarpaşa’ya gider, 50 dakika gecikmiştir, gece yarısı iki tren birbirlerinin yorgunluğuna yetişmeye çalışırlar, fakat ikisi de birbirinden yorgun olduğu için aradaki farkı da, zamanı da kapatamazlar bir türlü. Biri saat üçe, biri dörde doğru yolcularının gözlerini, gönüllerini, kimi zaman kar kokusu, kimi zaman soğuk kokusu, ama her zaman sıcak sahlep ve haşhaşlı börek kokusuyla açarak şehrimden geçerler. Eskişehir Garı, ne güzel işte, şiir gibi bir şeydir.” (Eskişehir Garı: Yolgeçen garı, Haydar Ergülen)

Eskisehir Gari, 1900

Eskişehir Garı, 1900

Orhan Berent’ten Demiryolu ve Çocuk’ta İzmir’in Alsancak ve Basmane Garları’nı, Levantenleri, Berent’in babasıyla yaptığı tren yolculuklarından anekdotları okuyoruz.

“1970’lerdeki Alsancak-Buca-Seydiköy banliyö trenleri bojisiz, tek dingilli, kısa, çok eski vagonlardan teşkil ediliyordu. Bazı vagonlar eski şehirlerarası trenlerden kalmaydı. Bu tip vagonlar iki bölmeliydi, duvarları maun kaplamaydı. Bir bölmedeki koltuklar yeşil, diğer bölmedeki koltuklar kırmızı meşin kaplıydı. Babam kırmızı rengin birinci, yeşil rengin ikinci mevkiye işaret ettiğini söylerdi. Maun kaplamalı vagonları çok severdim. Buharlı lokomotiflerin çektiği çok eski ve köhne vagonlardan oluşmuş İzmir banliyö trenleri ile evimize dönmek, geçmişte kalan fakat özlemle hatırlanan bir nostaljiden ibaretti. Ama ne nostalji… Tren 4. yola girer ve yolcular inerdi. Biz tam lokomotifin yanından geçerken tren boşalmış olur ve geri geri manevra sahasına gitmek için hazır olurdu. Ve keskin bir düdük çalıp bham bham bham diye lokomotifin harekete geçmesi beni çok korkuturdu.”

Basmane Gari, 1925

Basmane Garı, 1925

Ankara’nın güler yüzlü garının tarihçesini de anlatan Mehmet Aycı yazısında şöyle diyor:

“Hani dili olsa da konuşsa deriz ya, dili olsa da konuşsa Ankara Garı. Cumhuriyet Türkiyesi’nin tanıklığı en zengin mekanlarından biridir ve bu tanıklığın yolculuğa tekabül eden tarafı bile gar üzerinden bir başkent okuması gerektirecek niteliktedir. Ankara Gar da diğer ana/anaç garlar gibi güne gülümseyerek, neşeli ve dingin başlar. Yer gök, güvercinler, çevredeki simitçiler, yüzde doksanı Haymanalı olan gar taksicileri, yolcular, hamallar, demiryolcular, garın kaşı gözü, mermeri taşı, yüksek tavanlı bekleme salonu, o salonun alabildiğine estetik kapıları, kapıların eskilerde tren sesini andırır, gıcırdayarak açılan kapıları da güne gülümseyerek başlar ve sadece Ankara Gar’ın değil, her garın en sevinçli olduğu zaman garda hayatın devam ettiği zamandır. Tabii, son yolcuların iniş biniş saatlerine göre gece yarısından sonrası da doğal olarak garın hüzün saatleridir.” (Ankara’nın Garına Bak, Mehmet Aycı)

Ankara Gari, 1930

Ankara Garı, 1930

Sıddık Akbayır sadece Samsun Garı’nı değil, o garın ünlü yolcularını da anlatıyor:

“Samsun’da iki istasyon vardır. Bunlardan biri depoları, tamir yerleri ve pavyonları bulunan Mert Irmağı kıyısındadır. Diğeri ise şehir istasyonu denilen bugünkü Yafeya Oteli’nin yerindeki binadır. Bu bina bir bekleme ve bir memur odasından oluşan tek katlı, basit bir ahşap barakadır. Yanındaki Asri Bakkal ise, mahalli gazetelerde reklamı yapılan, dönemi için süper sayılabilecek bir markettir. Asri Bakkal’ın en gözde müşterileri, gar yolcularından çok, karşısındaki tütün işçileridir. Tütüncü kızlar, kadınlar, öğle molalarında ve akşam çıkışlarında bu bakkalı doldurur. Aliye Rona, Talat Bulut ve Avni Dilligil yolu Samsun Garları ile kesişmiş sanatçılar. Aliye Rona ve ağabeyi Avni Dilligil çocukken Samsun Garı’nda oyunlar sahneye koyarlarmış. Talat Bulut ise demiryolu işçisi olan babasının tayini Samsun’a çıkınca bir süre Samsun garında yaşamış. İlhan Berk, burada öğretmenlik yaptığı sırada öğle yemeğini hep gar lokantasının en arkasındaki masada yemiş. Orhan Gencebay’ın müziğe başlama sebebi, çocukken Çarşamba treninde duyduğu bir türküymüş. Samsun Garı uzun süre Çaltı adlı yerel gazeteye ev sahipliği de yapmış. Dünya üzerinde Samsun garı dışında başka hangi garda bir gazete çıkmıştır acaba?” (Nehirler ve Kapılar Şehrinden Gar Hikayeleri, Sıddık Akbayır)

gar

1886’da tamamlanan Adana-Mersin demiryolu hattının, 1911’de Bağdat hattı ile birleşmesinin bir yıl sonrasında, 1912’de inşa edilen Adana Garı’nı anlatır Behçet Çelik.

“Demiryollarına, istasyonlara yakın yaşamış çocukların klasikleşmiş işleriyle uğraşırdık orada: Rayların üzerine bozuk para koymak, trendekilere el sallamak, başıboş bırakılmış gibi duran vagonlara tırmanmak… Kışa doğru bu trenlerin ayrı bir önemi ortaya çıktı. Toroslar’dan geçerken üzerlerine yağan kar gara geldiklerinde tamamen erimemiş olurdu. Yağarken kar görmemiş biz Güneyli yeniyetmeler için vagonlardan sıyırdığımız bu karlar çok önemliydi. Havanın açık olduğu günler ötelerde Toroslar’ın sırtlarının beyaza büründüğünü gördüğümüzde trenlerin bize kar getireceğini bilirdik.” (Adana Tren Garı, Behçet Çelik)

tren

“Gönlümün yurduna her yolculuğa çıktığımda işte, gelip bulur beni trenler… Ben de onlara doğru yürürüm.” diyen Feridun Andaç Erzurum Garı’ndaki trenler üzerinden gitmek mi zor kalmak mı diye soruyor:

“Garlar yerleşikliğimizi, bağımızı, bağlılığımızı anlatsa da; trenler, demiryolları göçebe yüreğimizin taşıyıcılarıdır her zaman. İçimizdeki taşıyıcı zamanı onlarda hisseder, görürüz. Garlar ise dönülmeyi/ beklemeyi çağrıştırır çoğu kez. Çünkü oradadırlar hep, yerleşikliğin, bağlanmanın dilini anlatırlar bize. Gar binasının önü bir hengâme… Sanırsınız ki, Almanya bir kapı ötemizde! Kara trenin lokomotifi oflayıp duruyor. Gözlerim o karartıda. Gecenin zifirini aydınlatan buhar, ardından içimizi iyice soğutan kalkış sesi, isle karanlığı buluşturan kömür kokusu… Ve sallanan eller… Garda kalan hüzünlü bir bekleyiş. Ama gidemeyenler de var, başka bekleyenler, Doğu Ekspresi’nin Kars’a ulaşacak yolcuları yarı uykularındalar. (…) En çok mahkumlar dikkatimi çekiyor. İki jandarma arasında, sıkıştırılarak oturtuldukları demir kanepelerde sıkı sıkıya buluşturulmuş kelepçeli ellerine şaşkınlıkla bakıyorum…” (Erzurum Garı: Gönlümün Bir Parçasında Işıyan Zamanın Simgesi, Feridun Andaç)

tren

Kasaba garları bir hatıra kovanıdır. Batman Garı’nın uğultusu kulaklarımdan hiç eksilmedi diyen Adnan Özer, garı hep hüzünlü hatırlıyor:

“Bir demiryolcu çocuğuyum ben, hareket memuru İsmail Özer’in oğlu, ne garlar gördüm, ne istasyonlar. Bob Dylan’ın bir şarkısı vardır hani, “Gülmek için bir sürü şey gerekir, ağlamak için ise yağmur altında bir tren,” der, bozkırda yalnız bir istasyon görüntüsü bana bundan beter.” (Tayin ve Hatıralar: Batman Garı (1969-1979), Adnan Özer)

kurtalan ekspresi

Enver Sezgin, ilk tren yolculuğunu anlatıyor:

“Kırmızı şapkalı hareket memuru, elindeki işaret çubuğunun (disk) yeşil-beyaz kısmını makinistin göreceği şekilde tutup, ağzındaki düdüğü uzun uzun öttürdü. Yoldayız. İlk kez bir trene yolcu olarak biniyordum ya, bunun tadını çıkarmalıydım. Önce binalar geçti önümüzden, Kurtalan’ı geride bırakmıştık. Az sonra doğduğum kasaba gözden kayboluyor. Giderek hızlanıyoruz. Tarlada çalışan köylüler el sallıyor. Öteki yolcular ile birlikte ben de el sallıyorum. Bitişik kompartımanda yolculuk yapan bir adam Kürtçe şarkı söylüyor. Simit satan çocuk önümüzden geçiyor. İlk istasyonda duruyoruz. Burası bir köy. Binenler var. Az ötede bir köy daha var. Tekrar duruyoruz. Bir kez daha yola koyuluyoruz. Birden pencereleri kapatın sesi duyuluyor. Bu söz defalarca tekrarlanıyor. Etraf kapkaranlık. Tünele girmişiz. Duman genzimi yakıyor, durmadan öksürüyorum. İki saat sonra Kurtalan istasyonuna benzer bir yerde duruyoruz.” (Kurtalan Garı ve İlk Tren Yolculuğum, Enver Sezgin)

zile gari

Diyarbekir Garı’na “Tren gelir, hoş mu gelir?” diye soran Şeyhmus Diken’in verdiği yanıttan, Diyarbekir tren yolunun şimdilerde şehre yük olarak algılandığını ve bir şekilde şehir dışına taşınma telaşında olduğunu, gar ya da istasyonun kaderinin ise meçhul olduğunu, yani trenin hoş gelmediğini öğreniyoruz.

“Şimdi Diyarbekir istasyonuna kalan devasa bir yoksulluktur. (…) Odalarıysa salkım saçak dolu gelir, dolu gider, bütün yoksulluğu ve sefaletiyle. Çapa zamanı çapaya, pamuk zamanı pamuğa Adana’ya, Akdeniz’e. Fındık zamanı Düzce’ye ve daha ötelere. Diyarbekir’e kalan ise, şimdilerde artık şehre yük olarak algılanan tren yolunun bir şekilde şehir dışına taşınma telaşıdır.” (Tren Gelir Hoş Mu Gelir?, Şeyhmus Diken)

Kaynak
Kemal Varol, Memleket GarlarıGidenler Trenleri, Kalanlar Garları Sever


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir