Menu

2016’da Türk Edebiyatı’nın En Çok Okunan Kitapları



Online kitabevi idefix.com’un verilerine dayanarak, 2016’da Türk Edebiyatı’nın en çok okunan kitaplarını ve bu kitaplardan etkileyici alıntıları derledik.

Listemize eklenebilecek daha da fazla kitap olduğunun farkındayız, ancak okuma kolaylığı açısından 12 kitapla sınırlandırdık. Siz de bu kitaplardan okuduklarınızı, okumayı düşündüklerinizi ve okuduklarınızla ilgili yorumlarınızı bizimle paylaşabilirsiniz.

1. Sabahattin Ali (1907 – 1948), Kürk Mantolu Madonna, 1943

Delphin Enjolras, Young Woman Reading By A Window

Delphin Enjolras, Young Woman Reading By A Window

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna eserini bilmeyen yoktur diye düşünüyoruz. Yoksa yanılıyor muyuz? Roman ilk olarak Hakikat Gazetesi’nde 1941’de Büyük Hikaye başlığı ile tefrika edilir, 1943 yılında kitap olarak yayımlanır. Sabahattin Ali başta romanın adını Lüzumsuz Adam olarak düşünse de z ve s seslerinin kakofonisinden hoşlanmayarak bu isimden vazgeçtiği söylenir. Roman sevgi, aşk, yalnızlık ve yabancılaşma temalarını içerir. Sabahattin Ali’nin 1928’de Almanya’ya devlet kanalıyla gönderildikten sonra orada tanıştığı ve aşık olduğu Frolayn Puder’le yaşadığı yoğun duygular da eserin yazılmasındaki etkenlerden biridir.

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sından 15 Muhteşem Alıntı
Objektifinden 9 Fotoğrafla Sabahattin Ali’nin Fotoğrafçı Kimliği

“On seneden beri ona karşı duyduğum hiddetin, etrafıma karşı kendimi aşılmaz bir duvar içine alışımın hakiki sebebini şimdi anlıyordum: On sene, hiç azalmayan bir aşkla, onu sevmekte devam etmiştim. İçime ondan başka hiçbir kimsenin girmesine müsaade etmemiştim. Fakat şimdi onu her zamandan ziyade seviyordum. Karşımdaki hayale kollarımı uzatıyor, ellerini tekrar avuçlarıma alıp ısıtmak istiyordum. Onunla beraber geçen hayatımız, o dört beş aylık zaman, bütün teferruatıyla gözlerimin önündeydi. Her noktayı, aramızda konuşulan her kelimeyi hatırlıyordum. Sergide resmini görmekten başlayarak, Atlantik’te şarkısını dinleyişimi, yanıma sokulmasını, nebatat bahçesi gezintilerini, odasında karşı karşıya oturuşlarımızı, hastalığını birer kere daha yaşıyordum. Bir hayatı baştan aşağı dolduracak kadar zengin olan hatıralar, böyle kısa bir zamana sıkıştırıldıkları için hakikattekinden daha canlı, daha tesirliydiler.”

2. Yusuf Atılgan (1921 – 1989), Aylak Adam, 1959

Vittorio Matteo Corcos, Sogni (Dreams), 1896

Vittorio Matteo Corcos, Sogni (Dreams), 1896

Yusuf Atılgan, klasik roman kahramanlarının aksine aylaklığı kendisine iş edinen, aykırı, takıntıları olan, toplumla uyuşmak gibi bir hedefi olmayan, psişik sorunları olan, nevrotik ve narsist mizaçlı, entelektüel, bohem, sıradışı insan tipini farklı anlatım teknikleriyle sunar kitabında. Türk Edebiyatı’na C gibi bir anti-kahraman vermesi ve birçok anlatım tekniğinin başarılı biçimde bir arada kullanıldığı bir eser olması dolayısıyla Aylak Adam, modern Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahiptir.

“Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “Veli Ağa’nın öküzleri gibi öküz yoktur” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!”

3. Sabahattin Ali (1907 – 1948), İçimizdeki Şeytan, 1940

Alfred Lambart , Juliet, Daughter of Richard H. Fox of Surrey, 1931

Alfred Lambart , Juliet, Daughter of Richard H. Fox of Surrey, 1931

Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanı, disharmonik karşıt unsurlarının arasında diyalektiğini kuramamış, çocuklukla yetişkinlik, iyiyle kötü arasında gidip gelen bir gencin içinde bulunduğu durumu anlatan romandır. Romanda İsmet Şerif adlı karakterin Peyami Safa’yı temsil ettiği, yılda bir iki şiir yazıp, baba parası ile geçinen kişinin de Necip Fazıl olduğu söylenir. Nihal Atsız, romanda ırkçı Turancıları eleştirdiği için Sabahattin Ali’yi gözden düşürmek amacıyla İçimizdeki Şeytanlar adlı bir broşür yazar.

Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ından 15 Etkileyici Alıntı
Gerçeklerden, Ezilenlerden, Aşktan Yana Gönlüyle Sabahattin Ali

“Değil… Değil… Fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi de olmak istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… Bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hakimiyet planların bile eminim ki onun mahsulü…”

4. Oğuz Atay (1934 – 1977), Tutunamayanlar, 1973

Dennis Perrin, Reading By The Edge Of The Marsh

Dennis Perrin, Reading By The Edge Of The Marsh

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı, Türk Edebiyatı’nın en önemli romanlarından biri sayılmaktadır. Türk romanında modernist ve hatta postmodernist roman tekniklerinin ilk kez uygulandığı bir roman olmasının yanında, içerdiği komik öğelerinin zenginliği, Türk aydınının varoluş sorunlarına getirdiği benzersiz ironi ile mutlaka okunması gereken romanlardandır.

Oğuz Atay’ın 5 Unutulmaz Eserinden Etkileyici Alıntılar isimli yazımızı da okumanızı öneririz.

“Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Din kitapları, bu hayvanları yemeği yasaklamışsa da, gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır.”

5. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 – 1962), Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 1961

Amedeo Bocchi, Portrait of Bianca, 1930

Amedeo Bocchi, Portrait of Bianca, 1930

Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte yaşanan dönüşümleri, toplumda zaman anlayışının değişimi çerçevesinde ele almaktadır. Romanda Tanpınar, bireyin ve toplumun yaşamındaki saçmalık ve tutarsızlıklar ile kurumların işlevselliğindeki aksaklıkları derin bir eleştirel bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Toplumun hatalı yönlerini sadece eleştirmekle kalmayıp, ayrıca bu hatalı yönleri ironik bir yaklaşımla dile getirmektedir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 6 Romanından 6 Etkileyici Alıntı isimli yazımızı da okumanızı öneririz.

“Şurada burada tesadüf ettiği yaymacılardan… Bozuk saatleri satın alıp ötesini berisini değiştirerek tamir ettikten sonra fakir dostlarına hediye ederdi: ‘Al bakayım şunu! Hele bir zamanına sahip ol…Ondan sonrasına Allah kerimdir!’ Sözü kendisine dert yananların- fakir olmak şartıyla- çoğuna cevabı idi. Böylece Nuri Efendi’nin sayesinde zamanına tekrar sahip olan insan sanki darıldığı karısı ile daha kolay barışabilir, çocuğu daha çabuk iyileşirmiş, yahut hemen o gün borçlarından kurtulacakmış gibi sevinirdi. Bunu yaparken iki türlü sevabı işlediğine inandığı muhakkaktı. Bir yandan yarı ölü bir saati diriltmiş oluyor, öbür yandan da bir insana yaşadığının şuurunu, zamanını hediye ediyordu.”

6. Sabahattin Ali (1907 – 1948), Kuyucaklı Yusuf, 1937

Frederick C. Frieseke, Blue Girl Reading, 1935

Frederick C. Frieseke, Blue Girl Reading, 1935

Kuyucaklı Yusuf, başkaldırı temasını işleyen ilk roman Türk Edebiyatı’nda. Diğer yandan Anadolu’daki toplumsal düzene yönelik getirdiği eleştirilerle de öncü sayılabilir. Bu özelliğiyle 1950’lerde yaygınlaşmaya başlayan köy edebiyatına yönelişte de önemli rol oynamıştır denilebilir. Roman, Birinci Dünya Savaşı öncesi Edremit dolaylarında geçer ve Yusuf ile Muazzez’in aşkı etrafında şekillenir. Şiirsel, sürükleyici bir yapıya sahip olan Kuyucaklı Yusuf’ta romantizmle gerçekçilik dengelenmiş, öykünün akışı içinde çizilen bir Anadolu kasabası ve insanları, töresel bir boyut kazandırılarak sıcak, inandırıcı biçimde anlatılmıştır.

Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’undan 5 Muhteşem Alıntı
Sabahattin Ali Şiiri Olduğunu Bilmediğiniz 10 Meşhur Şarkı

“Bu saatlerin bir daha geri gelmeyeceğini, karanlık bir his ikisine birden tekrar edip duruyor ve aynı zamanda, saadetlerinin gölgesiz olması için, dimağlarının bu andan başka hiçbir şeyle meşgul olmaması lazım geldiğini onlara fısıldıyordu. İkisi de ne bir saat önceyi, ne de bir saat sonrayı düşünüyorlardı. Bütün hislerden ve düşüncelerden daha kuvvetli olan ve insanı hayatında ancak birkaç defa idaresi altına alan tabii ve hakim bir duygu şimdi ikisini de avucunun içine almıştı. Bu anda etraflarındaki ağaçlar, karşılarındaki deniz kadar bu kuvvete tabiydiler. Bir tek üzüntüleri, bir tek istekleri yoktu. Hatta her istediğine nail olanların iç sıkıntısı da onlardan uzaktı. Saadetin bu kadar tamam ve mükemmel oluşu ikisini de şaşırtmış gibiydi. O kadar ki, birbirlerine söyleyecek tatlı sözler bile bulamıyorlar, sadece derin derin nefes alarak gülümsüyorlardı.”

7. İhsan Oktay Anar (1960 – ), Puslu Kıtalar Atlası, 1995

Albert Bartholome, The Artist's Wife (Perie) Reading, 1883

Albert Bartholomé, The Artist’s Wife (Périe) Reading, 1883

İhsan Oktay Anar’ın ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası, fantastik edebiyat ve tarihi roman arasında bir yere konumlandırılabilir. Roman 17. yüzyıl İstanbul’unda geçer. İç içe geçmiş bir olay örgüsüne sahip eserde tarihi unsurlarla bezenmiş masalsı bir atmosferde ana karakter Bünyamin’in arayışları ve bu uğurda sürüklendiği maceralar anlatılır. Tarihsel bir atmosferde geçmesi, dilinin zenginliği ve masalsı anlatımından dolayı Puslu Kıtalar Atlası ilk basıldığı günden bugüne çok okunan eserlerden biri olmuştur.

İhsan Oktay Anar Kitaplarından 10 Alıntı isimli yazımıza da göz atmanızı öneririz.

“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya’nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran’ın kendisi Peygamber’in dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı.”

8. Ayşe Kulin (1941 – ), Gizli Anların Yolcusu, 2011

Robert Breyer, Women Reading, 1909

Robert Breyer, Women Reading, 1909

Gizli Anların Yolcusu, pek çoğumuzun anlamakta zorlandığı, yargılamakta ısrar ettiği bir aşkın romanı. Roman, sadece aşkı değil, toplumun zorladığı hayatları, harcanmış çocuklukları, kendi içindeki sırlarla en yakınlarını yaralayan ailelerin öykülerini soluk kesen bir tempoyla anlatıyor.

“Bir reklam ajansının her yıl aşağı yukarı aynı tarihlerde tekrarlanan geleneksel kutlama gecelerinden birindeydik. Reklamcılar tam takım gelmişlerdi yine. Bu tür akşamların olmazsa olmaz kamberleri sahneye yakın ön masalara serpiştirilmişlerdi. Medya dünyasının patronları, önemli köşe yazarları, televizyon yapımcıları, birkaç ortalıkta gözükmeyi seven ressam, edebiyatçı, tiyatrocu, sahne sanatçısı ve elbette İstanbul sosyetesinin dedikodu dergilerinden, kuaför magazinlerinden hiç eksilmeyen sosyete seçkinleri, son moda smokinlerini giymiş, yanlarında sırf bu gece giyilmek üzere satın alınmış marka giysili zarif eşleriyle oturuyorlardı, onar kişilik gruplar halinde ön masalarda. Tamamen bir düğün formatındaydı gece. Tek eksiği, bu tür eğlencelere alışık olmayan utangaç tavırlı eşleri, hoyrat korumalarıyla, ciddi gözükmeye gayret eden bıyıklı politikacılardı. Onlar Ankara’ya aittiler, İstanbul gecelerinde boy göstermeye başlamamışlardı henüz.”

9. Zülfü Livaneli (1946 – ), Konstantiniyye Oteli, 2015

Charles James Lewis, Reading by the Window, 1880

Charles James Lewis, Reading By The Window, 1880

Zülfü Livaneli, Konstantiniyye Oteli ile ilgili olarak şöyle diyor: “Konusu İstanbul’da geçiyor. İstanbul’da bir Bizans Sarayı’nın kalıntıları üstüne Rus oligark ve İstanbul’un varlıklı sermayesiyle çok lüks bir otel inşa edilmiş. Onun açılış gecesi. 300 davetli mevcut. İstanbul’un tüm burjuvaları, zenginleri falan. Onların içerisinde tipler mevcut, kadın ve erkek… Bir de orada çalışan garsonlar mevcut. Mesela biri Roboski’de kardeşini kaybetmiş. Biri ordan, biri burdan… Biri nakit biriktiriyor, IŞİD’de gitmek istiyor. Yani toplumun panoraması.”

“Bu andan sonra dünya git gide uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, tam yok olmaya yüz tutmuşken, Zehra bir ses duymaya başlıyor. Sağ yanağını ısıtan mermerin altından gelen, yumuşak, tekdüze, inlemeyle yakınma arası ama ne dediği anlaşılmayan, boğuk bir ses bu. Elbette boğuk olacak, çünkü çok derinlerden geliyor gibi. Zehra bir süre sonra bu sesin sandığı gibi konuşmadığını, mırıldanmadığını, inlemediğini, ancak daha önce hiç duymadığı garip, gizemli, tuhaf bir ezgiyle şarkı söylediğini anlıyor. Uzun seslerle söylenen, mistik, yakınma dolu, neşeden uzak, içinde ilahi bir şeyler barındıran ama bir yandan da yerde, bilincinin büyük bölümü uykuya dalmış Zehra’nın tüylerini diken diken etmeye yetecek kadar tuhaf bir ezgi bu; sesin sahibi bir erkek. Şarkının hangi dilde söylendiğini anlayamıyor Zehra; Türkçe değil; İngilizce’ye ya da kulak aşinalığı olan başka bir dile de benzemiyor.”

10. Ahmet Ümit (1960 – ), Elveda Güzel Vatanım, 2015

Elizabeth Shippen Green, The Library, 1905

Elizabeth Shippen Green, The Library, 1905

Ahmet Ümit, Elveda Güzel Vatanım’da İttihak ve Terakki Cemiyeti’nin 1906 ile 1926 yılları arasındaki 20 yıllık sürecini ele alıyor. Yazarın önceki romanları polisiye türünde olsa da birçoğunda tarihten kesitlere yer vermiştir. Kitapta, İttihak ve Terakki’nin 1889’daki kuruluşundan başlayarak 1906’da orduyla birleşip büyük bir güce kavuşmasının ardından 1926’da İzmir Suikasti ile sona ermesine kadar süren tarihi sürecine tanık oluyoruz.

Ahmet Ümit’in 11 Kitabı ve Kitaplarından Alıntılar isimli yazımızı da okumanızı öneririz.

“Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar. Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru… Doğru lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir. Şu anda, kabusu andıran duygu kemiriyor içimi. şehrimi çoktan yitirdi, sıra vatanıma geldi. Belki onu da çoktan yitirdim ama farkında değilim.”

“O kadar genç, o kadar tecrübesiz, o kadar iyimserdim ki, tarihin, gönlümüze göre akacağına inanıyordum. Elbette olmadı, elbette duvara tosladım. Çünkü tarihin vicdanı yoktu. Çünkü tarih insanları düşünmezdi. Ne insanları, ne aşklarını ne de hayatlarını. Biz, ona yön vermeye çabalasak da, o kendi kafasına göre akmayı sürdürürdü. Ülkeler parçalanmış, milletler yok olmuş, şehirler yağmalanmış, insanlar katledilmiş hiç umrunda olmazdı!”

11. İlber Ortaylı (1947 – ), Türklerin Tarihi, 2015

William W. Churchill, Woman Reading By Candlelight, 1908

William W. Churchill, Woman Reading By Candlelight, 1908

Türklerin Tarihi 1, yayımlandıktan kısa bir süre sonra birçok okulda ders kitabı olarak okutuldu. Orta Asya’nın bozkırlarından Avrupa’nın kapılarına, İlber Ortaylı’nın satırları arasında dolaşmak isteyen her yaştan okurun zevkle okuyacağı bir başucu kitabı…

“Türkiye Müslüman’dır, semitik dilleri bilmez. İslamiyet’in vahiy dili olan Arapçayı ve onun kökü olan Sami dilleri de bilmez. Türk dilinin %30’u Farsça’dır. İran denilen dünyadan haberimiz yok. Aynı şekilde Türkiye, Bizans İmparatorluğu’nun varisidir ama Helen dili öğretimi ve Bizans tetkikleri zayıf; filologyadan da, tarihten de haberdar değiliz. Şüphesiz ki bu zaaflarla bizim bir şey yapabilmemiz, ne Avrupa’ya ne Asya’ya tam anlamıyla oturabilmemiz ve etrafımızdaki hasım dünya ortasında kendimizi müdafaa edebilmemiz, dahası gelecek nesillere sağlıklı bir kültür aktarabilmemiz mümkün değildir. Gençlerimiz zengin bir kültür mirası alıp bunun bilincinde olmadıkları için ön planda kimlik bunalımından dolayı bundan kaçmaktadırlar. Çünkü Bariz vasıf budur; kimliğin oturmadığı, iyi tarif edilmediği, benimsenmediği yerde ulus ve vatan coğrafyası da benimsenemez. Tarihi benimsemezse coğrafyayı da benimsemez, dolayısıyla kimlik eksik teşekkül eder ve ortada sadece karnını doyurmaya kalkan ve mütamadiyen bunu tekrarlayan garip bir toplum oluşur.”

12. Emrah Serbes (1981 – ), Deliduman, 2014

Edward Hopper, Compartment C Car, 1938

Edward Hopper, Compartment C Car, 1938

Bilindiği gibi Gezi Direnişi sürecinde çok duyduk Emrah Serbes’in adını. Deliduman’da da on yedi yaşındaki kahramanı Çağlar İyice ile birlikte Gezi Parkı Direnişi günlerine götürüyor bizi Serbes. Küçük bir taşra kasabasından başlayıp İstanbul’a uzanan hikayede yazar, riyakar dünyalara, imar ve sermaye açgözlülüğüne, anıların yok edilişine isyanı resmediyor. Kısacası Gezi’nin içinde barındırdıklarını Serbes de romanın bünyesinde topluyor.

“Diyeceksiniz ki niçin! Ne bileyim niçin! Önce bir özgür olalım da, ondan sonra o özgürlükle ne yapacağımızı düşünürüz demiştik. Belki de hiçbir şey yapmazdık. O hissin kendisi yeterdi bize. Özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz, oysa özgürlük her şeyden evvel bir histir. Eylemden önce o his gelir. İnsana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan o histir.”

“İnsan sadece öğrenmek zorunda olduğu şeyleri öğrenir oğlum. Sadece acıyla öğrenilenler unutulmaz. Ve ne vakit çekilirse çekilsin, insanın yüreğinin en derinlerinde hissettiği acı, o saf acı, bir imbikten süzülürcesine gelip insanın içine akan o katıksız acı, tüm zamanların acısıdır.”

Kaynak
2016’nın En Çok Okunan Türk RomanlarıSaatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Toplumsal – Kurumsal Eleştiri ve İroniZaman Disiplini ve Çalışma Zihniyeti: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü Romanı Bağlamında Bir DeğerlendirmeKuyucaklı Yusufİhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası Romanında Anlatıcı, Bakış Açısı ve Anlatım Teknikleri Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam Romanında Anlatım TeknikleriDisharmonik Bir Varlık Olarak İnsan ve Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan RomanıOğuz Atay’ın Tutunamayanlar Adlı Romanında Mizah ve Hiciv Öğeleri Emrah Serbes’in Yeni Romanı: Deliduman


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir