17. yüzyıl Ermeni tarihçilerinden Eremya Çelebi Kömürciyan’ın yazdıklarından, Haydarpaşa bölgesinin Bizans İmparatorları için şehir çevresindeki en önemli dinlenme yerlerden biri olduğunu ve bu bölgede azizlik mertebesine yükselmiş patrikler için inşa edilmiş bir saray yapısı bulunduğunu öğreniyoruz. Bölgenin ismini nereden aldığına dairse çeşitli rivayetler söz konusu. Bunlardan en akla yatanı ise, 1533’te vezirliğe yükseltilen Hadım Haydar Paşa’nın bahçesi burada bulunduğu için semtin bu adı almış olması.
Eski Haydarpaşa Garı (1908 yılında mevcut Haydarpaşa Garı inşa edilmeden önce)
Tarih boyunca yoğun bir yapılaşmaya sahne olmayan bölge, 19. yüzyıla kadar neredeyse bağ ve bahçelerle kaplı bir çayırlık olarak kalmış. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Haydarpaşa, ordunun Anadolu seferleri için de bir toplanma yeri olarak kullanılır. Bölgedeki en köklü değişiklik, 1873’te İstanbul-İzmit demiryolu hattının açılmasıyla yaşanır. Çayırlık alanı ikiye bölen demiryolunun bitiş noktası olan Haydarpaşa Koyu’nun kuzeyine bir gar inşa edilir. Demiryolu ağının zamanla genişlemesiyle garın önemi daha da artar ve 2. Abdülhamid döneminde talebi karşılayamaz hale gelen garın yerine bugünkü gar binasının yapılması kararlaştırılır. İstanbul’dan Bağdat’a kadar devam edecek bu ticaret ve insan yolu yeni dönemin projesidir. Anadolu-Bağdat Demiryolları’nın yapımına karar verildiği zaman, başlangıç noktası alarak Haydarpaşa seçildi ve Haydarpaşa Çayırı’nın şiirsel sessizliği, 24 Ağustos 1871 günü başlayan çalışmalarla bozuldu.
1912
30 Mayıs 1906 tarihinde başlanan ve 19 Ağustos 1908’de tamamlanan bu görkemli garın mimarlığını iki Alman, Otto Ritter ve Helmuth Cuno üstlenir. İnşaat çalışmalarını Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirir. I. Dünya Savaşı’nın yaklaşmakta olduğu o yıllarda, Almanlar görkemli bir bina inşa ederek Bağdat’a kadar devam eden tren yoluna verdikleri önemi vurgulamak isterler. Otto Ritter ve Helmuth Cuno, Avrupa’da o sırada yaygın olduğu gibi Barok mimarlığından ve Alman Rönesansı gibi üsluplardan etkilenilerek inşa edilen binanın dış cephesinde Bilecik’ten getirilen neme karşı dayanıklı olan dekoratif Lefke taşları kullanılır.
Memleketimden İnsan Manzaraları, Nazım Hikmet
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beÅŸ.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
…….
Denizde balık kokusuyla
döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp
merdivenleri tutuyorlar.
“Böyle zamanlarda hayat sanki bütün çeÅŸmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve üzüntünün kaynağı kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim. Bu sefer de böyle oldu; her zaman ayak basar basmaz gündelik üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduÄŸum HaydarpaÅŸa Garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi geldi. Trene aynı ruh haleti içinde bindim. İzmit’e kadar hep aynı ıslak ve rutubetli hava içinde, tıpkı bir olukta seyahat eder gibi geldik. Hiçbir ÅŸey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim, sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına deÄŸdikçe yaÄŸmurun çıkardığı sesi dinledim.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, Bir Yol (Abdullah Efendi’nin Rüyaları), 1943)
Gurbet Kuşları filminden, Halit Refiğ (Tanju Gürsu, Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Mümtaz Ener, Muadalet Tibet), 1964
Ay Düşünce, Behçet Aysan
ay düşünce denize
seni hatırlarım
ince ince yaÄŸan yaÄŸmur,
iskeleye yanaÅŸan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım
ay düşünce denize
kalbim çarpar, telaşlı
bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın
ve yakasında ipiri kırmızı bir gül
seni hatırlarım
ay düşünce denize
söylenmemiş sessiz
bir şarkıydım, tozup
giden bir ilk kar
solgun begonya
kalkmak üzere bir tren
seni hatırlarım
Sevmek Seni filminden, Cengiz Tuncer (Selma Güneri, Beklan Algan), 1965
“Ben, HaydarpaÅŸa’yı tren seslerinden hatırlarım. Bu ilk hatırlayış, belki de Gar’ı görmeden yaÂÅŸandı. Çünkü, dedemlerin Åžifa’daki evlerinde, arka balkona çıktığımda, o zamanın, bundan elli yıl öncesinin tenha ve handiyse kırlık İstanbul’unda, tren sesleri HaydarpaÅŸa’dan Åžifa’ya kadar yankırdururdu… Sonra, hangi tarihteyse, HaydarpaÅŸa Garı’nı gördüm. ÇocukluÄŸumun peyzajları arasında bu yapının çok ayrı bir yeri var. Hem görkemliydi, hem sarsıcı, hem de ayrılıklar kuÅŸanmıştı. Gelen trenler kavuÅŸturuyordu ama, kavuÅŸmalar yüreÄŸime su serpmezdi. Çünkü ayrılanlar, vedalaÅŸmalar hep üzer, acıtıcılıklarıyla bellekte saltanat kurardı.” (Selim İleri, HaydarpaÅŸa Garı’na Elveda, 2006)
Boğaziçi Şarkısı filminden, Nejat Saydam (Selda Alkor, Adnan Şenses, Atıf Kaptan), 1966
Söyler, Attila İlhan
Zaman olmuÅŸtur ki
Yanar mor zambaklar buğulu gece lambaları
Bir katar kaybolur haydarpaÅŸa garı’ndan
Bırakıp gümüş çığlıklarını tel tel ardında
Ağır ve cefakar bir marşandiz katarı
Kıvamlı bir sessizliğe batmış ıhlamurlar
Yalnız kuzguncuk’taki yalıda
Karanlık bir gazelhan
Yanık yanık bir aşk-i bi-amani söyler
“Çantalarımızı sürükleyerek HaydarpaÅŸa Garı’nın çıkışlarından birine doÄŸru yürüdük. Filmlerdeki göçmenlerin hemen önünde durup ÅŸehre ÅŸaÅŸkın ÅŸaÅŸkın baktıkları, geniÅŸ merdivenleri olan çıkış deÄŸildi bu. Taksi duraklarına doÄŸÂru inen, iki yanında ıvır zıvır satan dükkanların sıralandığı daha küçük bir merdivendi. Bir iki basamak indikten sonra durdum. Manzaraya baktım: Tam karşımda, vapurların yanaÅŸtığı iskeleyi gördüm. İskelenin biraz önünden baÅŸÂlayan dalgakıran dümdüz ilerleyerek, bulunduÂÄŸumuz burna kadar geliyordu. Denize doÄŸru alçalıp sonra yeniden yükselen martılar vardı. Çevrede beklediÄŸim kadar büyük bir kalabalık yoktu ama…” (Tuna Kiremitçi, Git Kendini Çok Sevdirmeden, 2002)
“Yerimden kalktım. Aynaya doÄŸru ilerledim. Ben periÅŸan bir halde idim. Potinlerim çamur içinde idi. Åžapkam ıslaktı; kordelâsında beyaz beyaz lekeler vardı. Yüzüm sarı, gözlerim kırmızı idi. Tam yolcu suratı! Merdivenleri indim. Vapur Kadıköy’ünden kalkmış geliyordu. Arkama dönüp HaydarpaÅŸa istasyonuna bir daha baktım. Kocaman kapılarından önüne kırmızı yeÅŸil fenerli, birbirini kesen demiryollu, düdüklü, trenli, meraklı, düşünceli, periÅŸan, aceleci, birbirini bulmaya çalışan bir âlem vardı. Her gün yüzlerce tren, binlerce insan getiriyor binlerce insan alıp gidiyordu. İstasyon kapıları durmadan insan alıp insan veriyordu. Bir yerlere kadar gitmiÅŸ, bir yerlerden dönmüş gibiydim. Ölesiye yorgundum. Evim bir çorba güzelliÄŸi, ev boyundan uzun soba borusundan poyrazla savrulan bir duman çıkarırken gözümün önüne geldi. İhtiyarlamışız. İstasyonlar artık gençlik arzuları vermiyor. Evimiz gözümüzde tütmeye baÅŸladı; kötü. HaydarpaÅŸa’da denkler üstünde bekleÅŸenlere hayırlı yolculuklar.” (Sait Faik Abasıyanık, HaydarpaÅŸa (Resimli İstanbul Haftası), 9 Mayıs 1953)
“Trenin kalkmasına daha 0n dakika var. Vagonlardan uzatmış baÅŸlarını yolcular bakıyorlar arkada kalacak olanlara. Tez geliniz diyorlar gözleri dolanlara… HaydarpaÅŸa Garı’nda nöbet bekliyor gurbet, gurbet ölüm gibidir: Herkese gelir nöbet! Genç bir köylü ÅŸaşırmış, vagonunu arıyor, bir yüzbaşı göğsünde karısını sarıyor, muhbirler bir mebusun çevirmiÅŸ etrafını. Kadınlar paylaşıyor vagonların rafını. Bir hoca yolculara bakıyor alık alık… Birden bir deniz gibi çalkalandı kalabalık. Kıvrak, ÅŸen bir kahkaha bir ok gibi sivrildi, bir anda bütün baÅŸlar o tarafa çevrildi: Üç hanım, bir genç kızın etrafını almışlar.” (Nazım Hikmet, DaÄŸların Havası, 1925)
“Ver elini gurbet türküsü… Ve burası Kadıköy iskelesi, ve burası HaydarpaÅŸa Garı, HaydarpaÅŸa’ya siyah, saÄŸlam, durmuÅŸ oturmuÅŸ, çirkin taÅŸlarına kar yağıyor. Kadıköy’ün denizine kar yağıyor. İnsanlar üst üste, insanlar biribirlerine abanmış, vapurdan çıkıp vapura biniyorlar. Paltolarına, gocuklarına, kürklerine sarılmışlar. Trenden inip trene biniyorlar. Kadıköy İskelesi, HaydarpaÅŸa Garı binbir ayak. İnsanların üstüne kar yağıyor. Saat sabahın yedisi. Ve güzelim İstanbul bilcümle sivri minareleriyle kar altında. İstanbul üşümüş, İstanbul büzüşmüş soÄŸuktan. İstanbul ellerini koynuna sokmuÅŸ. Ve Kadıköy İskelesi’nin denizinde bir sıra kayık ve kayıkların içinde kayıkçılar. Omuzlarında İstanbul’un karı. Kadıköyden HaydarpaÅŸa’ya götürmek için yolcu bekliyorlar.” (YaÅŸar Kemal, Ölümden Kaçan Adam (Peri Bacaları, Bu Diyar BaÅŸtan BaÅŸa 3), 1957)
“Öyle bir gülümseme, öyle ilk sözler olmalıydı ki, Kısmet kardeÅŸinin gerçekten sevindiÄŸini, onun tarafından ÅŸimdi deÄŸil, her zaman, her zaman düşünüldüğünü, bu buluÅŸmanın herhangi bir buluÅŸma olmadığını, her ayrılış zamanının bir kopuÅŸ daha demeye gelen buluÅŸmalarından biri olmadığını anlasın. Bunun gerçek bir kavuÅŸma olduÄŸunu, bu kentte yalnız, desteksiz, umursanmaz kalakalmayacağını anlasın! İşte ben varım ya, Ufuk olmasa bile? Üstelik Ufuk da var. Hem de soluk soluÄŸa koÅŸmuÅŸ. En hızlı koÅŸusunu yapmış. İki bin metre, iki dakka!.. Çatlayasıya koÅŸup gelmiÅŸ. SokaÄŸa çıkma yasağı biter bitmez, engelli bir koÅŸunun son noktasında. HaydarpaÅŸa Garı’nda… Çünkü tren ya gelmiÅŸtir, ya gelmek üzeredir. Anadolu Ekspresi gara saat sekizden önce girmez. Biz oradayız.” (Adalet AÄŸaoÄŸlu, Üç BeÅŸ KiÅŸi, 1984)
Haydarpaşa Garı, İlhan Demiraslan
HaydarpaÅŸa Garı’nda üç sıra vagon
Üstüne kuşlar konuyor
Ne kadar kendini tutsa insan garip oluyor
Haydarpaşa garı boşalmış bir kenarda duruyor
Gidelim buradan dedim duymuyor.
HaydarpaÅŸa Garı’nda bir akÅŸam yalnız mı kaldınız
Nasıldır çaresizlik içinde insan anlarsınız.
“İstanbul’un kapısı hâlâ HaydarpaÅŸa’dır. Bir ÅŸehir nereye kapı açar, bir ÅŸehrin neresinde kapı açıÂlır diye aklınıza getiriyorsanız, HaydarpaÅŸa’da akla karar kılmanız kaçınılmaz olacaktır. Trenden inersiniz, Gar binasından geçersiniz ve merdivenlerde bir an durup bakarsınız, iÅŸte o an kapıdan geçtiÄŸiniz andır, size uzaktan bakan biri, bu ÅŸehre kaçıncı kez geldiÄŸinizi, kaçıncı kez o kapının hayatınızın bir sınırı olarak ardınızdan kapandığını anlayabilir. O kapının ardında birçok ÅŸehir duruyorsa da, onların arasında biri var ki, bu ÅŸehre kaptırdıklarınızı kolay kolay geri alamaz. Fakat kâhrından da yıkılmaz, bir anne gibi kızlarını ve oÄŸullarını gurbete göndererek yaÅŸayacağını bilir, baÄŸrına taÅŸ basar, oturur.” (Haydar Ergülen, Åžiir ile Ankara)
Kaynak
Zaman Uzam İçinde Haydarpaşa Garı, Yananların Ardından Sözümüz Bitmiyor, Bir Haydarpaşa Hüznü Mevsimi