Menu

Barış Bıçakçı’nın 8 Kitabından Etkileyici Sözler



Barış Bıçakçı, 1966 Adana doğumlu. Şiirle adım atmış edebiyatçılar kervanına.

1994 ve 1997 yıllarında şair arkadaşları Hüseyin Kıyar ve Yavuz Sarıalioğlu ile birlikte iki şiir kitabı yayımlar. Gülten Akın, Şiir Üzerine Notlar kitabında şunları yazar:

barış bıçakçı

“Otuz kadar kısa şiiriyle, adsız bir kitabın arkasına sığınmış. Belli ki üç genç, üç dost şair ortak bir kitap oluşturmuşlar şiirleriyle. Kitabın adı yok demiştik ama üstünde vesikalık bir fotoğraf var. Orta yaşı geçmiş bir adam, sanırım herhangi bir adam. Şairlerin yaşam öyküsü de yok. Bir tek şiirler var. Bu çocuklarda, bu şiirlerini çırılçıplak ortaya koyma cesaretini gösteren çocuklarda çok iş var. Adı da Barış olan bu adam ve arkadaşları, istiyorum ki bundan sonra da şiirler yazsınlar. Bu, her türlü şiddetin egemen olduğu dünyada, gençlerin dilinin medyanın diline ayarlandığı, neredeyse her sözcüğün şiddet taşıdığı bir ortamda, bu şiirlerin getirdiği yumuşak güzelliğe insanların ne çok ihtiyacı var. Ne denli yeni, özgün imgelerle çalışılmış. Ve ardında ne çok şey var. Şiir budur. Az sözcükle, yalın gibi duran bir anlatımla, ardındaki genişliği ve daha çok derinliği sezdirmek.”

Kuşluk Vakti

Zeytin çekirdeklerini masaya koyabilirsin.
İstersen yağmuru dindirebilirsin.

İstemiyorum bunu, yalnızca bir bardak çay
sonra bir bardak daha.
Geçer yüzümün solgunluğu,
damlalar yavaş yavaş kayar camdan.
Çay tanelerini çiğneyip
zamanın yavaşlamasından bulduğum cesaretle
hayatımız için büyük sözler söyleyebilirim:
Onurlu bir yoksulluğu seçtik
nelerden yoksun olduğumuzu hiç bilmeden.

1. Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, 2000

herkes herkesle dostmus gibi

Günümüzün en yenilikçi ve en önemli yazarlarından Barış Bıçakçı’nın ilk eseri olan Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, ironik isminden de anlaşılacağı gibi rekabetçi bir toplumda dostlukların imkansızlığının hüznünü barındırıyor. Romanın şiirsel bir havası var. Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, bir Ankara gezintisi adeta. Ankara’nın çok mahallesini, caddesini, sokağını, meydanını laf arasında anarak, oraların küçücük ayrıntılarından bir iki sözcükle bahsederek, bu kentle ilişiği olmayanları, bilmeyenleri de rahatsız etmeden anlatıyor.

“Buralar hatıralarla doluydu. İnsan böyle şeylere nasıl dayanır? Yılların geçip gitmesine ve her şeyin belleğin bir oyunuymuş gibi bir belirsizliğin içine batmış olmasına… Bu ben miyim? Peki o ben miyim? Bütün bunları yaşayan. Hayır seyreden. Karar ver, yaşayan mı, seyreden mi? Yaşayan değilmiş gibi. Geçmişte başka biri, ama şimdi ben. Geçmiş olunca başka biri.”

“Bu aklına gelince ve bununla birlikte geçmiş de aklına gelince ve çok süratli gelince, gözleri doldu. Çünkü bir şeyin düşünce olabilmesi için makul bir sürenin geçmesi lazım. Aniden akla geliveren ve düşünceye dönüşmek için kafi zamanı bulamayan şeyler, basınç değişikliğinin tesiriyle (bizim problemimizde basınç aniden düşüyor, sıcaklık ise sabit) ne olur, sıvı hale geçer ve gözyaşı olarak akar bunu herkes bilsin. Bu böyledir. Gözlerini sil.”

2. Veciz Sözler, 2002

veciz sozler

Barış Bıçakçı ikinci romanı Veciz Sözler’de hayatı yoğun ve çarpıcı cümlelerle açıklamaya yeltenen, ama çok da başaramayan edebiyat-sever memur Sulhi Saygılı’yı ve diğer edebiyat meraklılarını anlatırken veciz söz denilen şeyle hafiften dalga geçiyor. Uzaktan ama içten dostlukların kazanıldığı, radyolar aracılığıyla kesişen yaşantıların anlatıldığı kitapta, verilen anahtar kelimeyle veciz sözlerin üretilmesi konu alınıyor. Dostlukla aşkın kimi zaman iç içe geçtiği hikayede, beklentiler, hayaller, imalar ve vaadlere sıklıkla değiniliyor.

“Aşk konuşturur insanı. Veciz Sözler’e katılanlardan hiçbiri söylemedi ama, aşk gevezeliktir. İnsan aşık olduğu insanı öpmek, okşamak, ona sarılmak, onunla sevişmek ister, makul istekler! Ama hepsinden önce onun hakkında başkalarıyla konuşmak, onu başkalarına anlatmak ister. Aşk aslında kendini biraz da böyle belli eder.”

“Sevgililerin üçüncü şahıslar için, geniş bir araziyi dikenli telle çeviren, sonra da bir sürü eli silahlı adam yerleştiren çokuluslu bir şirketten ne farkı var?”

“Parmaklarımı birleştirip uçlarına tahta cetvelle vurmayı akıl eden öğretmenler, amirinin önünde ellerimi arkada kavuşturduğum için ‘Amirin karşısında öyle durulmaz!’ diye kulağıma tıslayarak koluma asılan memur ve o amir, tuttuğum takımı yenen takımların oyuncuları, taraftarları, malzemecileri, sevgimi karşılıksız bırakan bütün kadınlar! Alkışlayın beni. Ve sen Nesteren, asıl sen alkışla, bir tek sen alkışla!”

3. Aramızdaki En Kısa Mesafe, 2003

aramizdaki en kisa mesafe

Aramızdaki En Kısa Mesafe’de Barış Bıçakçı, bir ailenin hayatından kesitler sunarken, çocuk dünyasını ve onun ayrıntılara takılı kırılganlığını anlatıyor. Kitapta, Barış Bıçakçı 24 kısa öykünün içinde bir aileyi, dokunsan incinecek bir dünyada yaşayan çocukluğun tüm kırılganlığını ustalıkla okura yansıtıyor. Bıçakçı’nın metaforlar ve alegoriler üzerinden kurduğu yazarlık anlayışı söz konusu. Kitapta Bıçakçı’nın metninin yarattığı estetik tada yağmur imgesinin gölgesinin düşmesi, çocuklukla bağlantılı, çünkü buruk bir çocukluk hikayesi anlatılıyor.

“Büyüdükçe aramızdaki en kısa mesafeler daha da uzaklaşıyor. Kopuyoruz birbirimizden. Sonra her bir araya geldiğimizde o çocukluk günlerine dönüyoruz. Yenilen yemekler, yapılan yaramazlıklar, söylenilen masum yalanlar ve akvaryumdaki balıklar.”

“Annen yağmurda sırılsıklam ıslanmış eve döndüğünde, “Bu senin Selma Güneri’den sonraki en büyük aşkın galiba,” demişti. Beş yaşındayken seyrettiğin bir filmde aşık olmuştun Selma Güneri’ye. Zorla, zengin ve yaşlı bir adamla evlendirmişlerdi onu. Çok üzülmüştün ve aşık olmuştun. Bu üzüntüyle başka ne yapacağını bilmiyordun.”

4. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, 2004

bizim buyuk caresizligimiz

Sinemaya da aktarılan Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de orta yaşlarını süren iki arkadaşın (Çetin ve Ender) aniden hayatlarına giren genç bir kıza duydukları çaresiz aşkı anlatıyor Barış Bıçakçı. İlk iki romanında yaptığı gibi, bu kez de klasik anlatı kalıplarından uzaktır. Doğrusal bir zamana bağlı kalmıyor, anlatısını giriş, gelişme, sonuç mantığı üzerine oturtmuyor, birinci tekil şahsın bilincindeki sıçramalarla aktarıyor hikayesini, insani duyguları az sayıda sözcükle dile getirmekte ise giderek ustalaşıyor. Hem onlar arasındaki sevgiyi hem de kendisinin roman kahramanlarına yakınlığını çok iyi aktarmış okuyucuya. Derslerden çok edebiyata gönül veren bu iki tutunamamış insan sadece edebiyatla değil, Ankara sevgisi ve ilk aşklarını yaşayış biçimleri ile de yakınlaşırlar birbirlerine.

“Neden bir de rüya görürüz? Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir? Rüyamızda, biriyle ilgisiz gibi görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bir yere, örneğin bir anlama mı götürür? Yoksa o ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iğneler midir?”

“Birine aşık olunca, ömrün boyunca onu aramışsın da sonunda bulmuşsun gibi, geçmişini tekrar kurgularsın. Basit tesadüfler aşkın ilahi gücünün işareti olur çıkar. Şimdi buraya yazınca bak ne kadar gülünç olacak: Lise sonda aşık olduğum kızın ismi Zuhal’di, yirmi yıl sonra, Nihal, demek ki, tabi ya, büyük bir aşk bu, aşkın ilahi adaleti sonunda bizi buluşturdu vesaire..”

5. Baharda Yine Geliriz, 2006

baharda yine geliriz

Semih Gümüş “Barış Bıçakçı’nın öykü anlayışı, dili, anlatımı, öyküyü bulma ve yaratma biçimiyle bir bütün olarak yalındır yalın olmasına, ama yalınkat bir düşüncenin kavrayamayacağı zenginlikte anlamlarla kurulmuştur. Barış Bıçakçı’da, Amerikan öykücülerinin hayatın ayrıntılarını insanların davranışlarında ve kısıtlı sözlerinde bulan gerçekçi tutum var. Raymond Carverca bir tutum, ama onun karanlık yanıyla değil, hüzünle yetinen hali. Gerçek hayatmış gibi görünse de Baharda Yine Geliriz’de anlatılanlar, değildir aslında. Yalnızca edebiyattır ve edebiyat öteki biçimler içinde varolurken bir de böyle dışavurur kendini dedirten öyküler.” diyor.

32 öykü var kitapta, 10 tanesi Şehir Rehberi adlı öyküler. Tanıl Bora onun için “Ankaralı has yazar” tanımını yapar. Barış Bıçakçı’nın hemen hemen bütün öykülerinde, romanlarında Ankara bir fon, hatta çoğu zaman ana karakter. Barış Bıçakçı, Ankara’yı ana karakter olarak ele alırken kent övücülüğüne girişmiyor.

“İş yerlerinden yorgun argın çıkanlar, demir köprüleri zangır zangır titreten, hemzemin geçitlerde çanlar çaldıran trenlere bakarak düşlere dalar: Sevgiliye kavuşmalar, büyük yolculuklar, alıp başını gitmeler… Önce bozkır boyunca dümdüz, sonra yeşillikler içinde kıvrılarak… Ama işte düştür bütün bunlar ve belediye otobüsleri tıklım tıklımdır!”

“Yıldızlar nasıldı?” diye sordu adam, kadının yardımına koştu. “Geceleri ziyaretine geliyorlar mıydı?”

“Şehrimizdeki yoksulların tam sayısını bilmiyoruz. Ama çoklar. Gecekondularda yaşıyorlar. Caddelerde, alışveriş merkezlerinde dolaşıyorlar. Geçtiğimiz bayram, şehir tiyatrosunda onlar için Temizlik İmandan Gelir adlı oyun, yine ücretsiz, sergilendi. Konusunu yüzyıllar önce Anadolu’da yaşanan bir savaştan alan bu oyunda, Türk askerlerinin misvak dallarıyla dişlerini fırçaladığını gören düşman gözcüsünün, “Türkler bizi çiğ çiğ yiyecek!” diye bağırarak saklandığı yerden fırlayıp kaçtığı sahne, yoksullar tarafından çılgınca alkışlandı.”

6. Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, 2008

bir sure yere paralel gittikten sonra

Barış Bıçakçı, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra’da, omzunda hayatı ağır bir yük gibi taşıdığı hayatın bir mucize olmadığını anlayan Başak’ın intihar etmesiyle gelişen olayları anlatır. Her bölüm başka başka gözlerden, dillerden anlatır aynı hikayeyi. Fakat hikayenin merkezinde Başak vardır. Kitap otuz yedi bölümden oluşur, bu bölümlerin bazıları oldukça kısadır. Romanın içinde Canan’ın anlatıldığı bölümler ve bazı bölümler öykü gibi okunsa da, Bıçakçı tüm bölümleri ayrı birer öykü olarak kurgulamamıştır. Ahmet Ergenç “Barış Bıçakçı kitaplarında parçalı kurguyu çok iyi kullanıp, hikayeyi fragmanlar halinde anlatır ve böylece de gündelik kesitlerden çok katmanlı bir edebi mimari çıkar.” der.

“Ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım, saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım. Yolda karşıma iyi niyetli biri çıkacak ve soracak olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım diyeceğim. Öyle olsun.”

“(…) Bir armağan, bir mucize olduğu söylenen şu hayatın saçma sapan bir şekilde bitebileceğinden korktum hep. İçimde böyle bir korku varken de hayatın tam da bu şekilde, yani saçma sapan bir şekilde sürdüğünü anlamadım. Asıl bundan korkman gerektiğini anlamadım.”

“(…) Ama gerçek daima biraz hüzünlüdür. Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değiştirmeyi düşleriz. Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir. Utanç bizi ikiye böler. İkiye bölünmenin en dayanılmaz yanı, iki parçanın da hala canlı olmasıdır. İnsan herhalde bu yüzden kendini öldürmeye kalkışır. İkisinden biri gitsin, der.”

7. Sinek Isırıklarının Müellifi, 2011

sinek isiriklarinin muellifi

Barış Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi romanında, yazmak için mühendislik işinden ayrılmış Cemil’in ve karısı Nazlı’nın Ankara’da toplu konutlarda geçen gündelik yaşamını anlatırken, insanı çok temel konular üzerinde düşünmeye sevk ediyor: Ölüm, edebiyatın ölümsüzlüğü, aşk ya da aşkın imkansızlığı, yaşlanmak. Bıçakçı gücünü kısa ama derinlikli cümlelerinden, özgün üslubundan alıyor, anlatımı yalın, sade, küçük mutluluklar ve üzüntülerle dolu. Barış Bıçakçı’nın hemen hemen bütün hikayelerinde karakterler, ya zamana ayak uyduramamışlardır, ya da zamanın bu denli hızlı geçmesinden dolayı çaresizlik yaşamaktadırlar. Zamana karşı bu tedirginlik ve korku hali, Sinek Isırıklarının Müellifi’nde belirgin hale gelmiş. Kitabın baş kahramanı Cemil, zamanı insan algısının içine hapseden saatlere takıntılı bir karakterdir ve saatler onun için çok özeldir.

“Ben doğru dürüst konuşamadığım, konuşmaktan tat alamadığım birine aşık olamam. Konuşmak için de ortak bir dil, ortak bir duyarlılık gerekir değil mi? Ortak dil bulmanın zorluğundan söz ediyorum. Kibir değil bu!”

“Kitaplar bir bakıma başarılmış, tamamlanmış şeylerdir. Oysa hayat başarılamayan ve tamamlanmayan şeylerle doludur. Siz dalgaların arasında boğuşurken edebiyatçılar kıyıda güneşlenip matélerini yudumlarlar. Maté, çünkü en iyi Güney Amerikalılar kıvırıyor bu edebiyat işini.”

“Dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. Açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. Birilerine açıklama borçluysanız borcunuzu daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz…”

8. Seyrek Yağmur, 2016

seyrek yagmur

Rıfat, dünyaya küskün duran, ellili yaşlarına ulaşmış, bedbaht bir kitapçı. Hikaye Rıfat’ın kitapçı dükkanı ve zihninde geçenler üzerinden ilerliyor. Barış Bıçakçı önceki kitaplarında parçalı kurguyu çok iyi kullanıp, hikayeyi fragmanlar halinde anlatıyor ve böylece de gündelik kesitlerden çok katmanlı bir edebi mimari çıkarıyordu. Bu kitap da aynı şekilde kurgulanmış. Kitabın sonuna doğru değişse de, Rıfat’ın hayatından kesik kesik parçalar sunar okura. İşte bu nedenle, eserin sağlam bir örgüsünün olmadığı, roman olamayacak kadar dağınık bir yapısının olduğu ve birbiriyle alakası olmayan bölük pörçük parçalardan oluştuğu iddia edilip eleştirilere maruz kaldı. Bu kitabında Barış Bıçakçı’nın varoluşla ilgili eski meselesine artık siyasi bir anlam da yüklediğini görüyoruz.

“Bir an önce yaşlanmayı istiyordu, çünkü yaşamak bir süredir vakitsiz bir uykudan uyanmaya benziyordu.”

“Hatıralar kötüdür, hayatın önünü tıkar. Ama bak hayaller iyidir…”

“Bu ülkede pazar akşamlarının bir araya gelip, bırakın yetişkin bir insanı, herhangi bir şey meydana getirebileceğine inanabiliyor musunuz? Getirse getirse bir yenilgi meydana getirir, bir yıkıntı meydana getirir.”

“Ama insan bir hikayenin içinde olduğunu nasıl anlar? Anlayabilir mi? Anlamak için çabalarken olmayan bir sınır çizgisinin bir o tarafına bir bu tarafına geçmekten yorgun düşmez mi, çıldırmanın eşiğine gelmez mi? Yaşayıp gitmenin avarelik etmenin merhametinden mahrum kalmaz mı? İnsanın bir hikayenin içinde olup olmadığını anlamaya çalışması mitolojik bir lanet gibi göründü Rıfat’a”.

Kaynak
Ömer Türkeş – Radikal KitapSeyrek Damlaları ToplamakBize Anlayamayacağımız Şeyler Anlat Başak (Barış Bıçakçı-İnceleme)Barış Bıçakçı’nın ‘’Bizim Büyük Çaresizliğimiz’’ İsimli Romanında Çokseslilik Mekanizması Var Mıdır?Seyrek yağmur: Dikkatli Rıfat’ın hayatı ve hayalleriMinimalist Zerafetin Romancısı, Kapak Fotoğrafı


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir