Adalet Ağaoğlu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyat Bölümü’nü 1950’de bitirdi. Ankara Radyosu’nda dramaturg, radyo tiyatrosu müdürü, program uzmanı ve daire başkanı olarak çalıştı.
Yazarlığa 1946’da Ulus gazetesinde yayımlanan tiyatro eleştirileriyle başladı. 1948-1950 arasında Kaynak Dergisi’nde şiirleri yayımlandı. Sevim Uzgören ile birlikte yazdığı Bir Oyun Yazalım 1953’te Ankara’da Küçük Tiyatro’da sahnelendi. İlk romanının yayımlandığı 1973’e değin başta gelen uğraşı oyun yazarlığı oldu. Bunun yanı sıra tiyatro eleştirileri yazdı, oyunlar çevirdi. Yarattığı karakterleri toplumsal çerçevenin dışından seçmemeye özen gösteren Ağaoğlu’nun bütün romanlarında, yaşamı, deneyimleri ve kendisini var eden toplumla hesaplaşan karakterlerin kimlik sorgulamaları ön plandadır.
1. Ölmeye Yatmak, 1973
Ölmeye Yatmak romanı, Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesinin ilk kitabıdır. Roman, Cumhuriyet devrimleriyle büyüyen bir neslin zaman içerisindeki değişimini konu edinmiştir. Ölmeye Yatmak romanında Atatürk devrimleri doğrultusunda yetiştirilen, İkinci Dünya Savaşı’nın siyasal ve ekonomik çalkantıları içinde büyüyen, kültürel ikilemde kalarak bocalayan ve giderek ideolojik kamplara ayrılan Aysel ve ilkokul arkadaşları Aydın, Ali, Ertürk, Namık, Sevil, Semiha’dan oluşan bir kuşağın 1968’e değin süren öyküsü anlatılır. Anlatı zamanı, akademisyen Aysel’in bir otel odasında geçirdiği, 07.22 ile 08.49 saatleri arasındaki 1 saat 27 dakikayı kapsar. Ağaoğlu “Hayatımın bir evresini anlattım” dediği Ölmeye Yatmak için “Genellikle her ilk romana, gerçeğe hayli yakınlıkla yazarın hayatından çıkma otobiyografik bir iş diye bakılır. Ölmeye Yatmak’ın ana karakteri Aysel’e yazarın kendisi diye bakılabilmiş olsa da, ben Aysel değilim.” der.
“İlhan sanki bu fırsatı bekliyordu. Birden kız kardeşinin üstüne atıldı. Suratına iki tokat aşk ettikten sonra, ağzı köpükler saçarak bağırmaya başladı: “Niye susturacakmışım? Halis muhlis bir Türk sazı! Hanımefendimiz ders çalışacakmış! Niye okuyorsun bir kere sen? Kadın kısmına okumak nerden çıkmış? Anandan mı gördün, ninenden mi? Yarın lise bitince bir de üniversiteye gitmeyi düşünüyorsan, nah gidersin! Babam bıraksa, ben bırakmam. Oralarda okuyan kızların ne mal olduğunu şimdi çok iyi biliyorum ben. Üniversite öğrencisi adı altında bir yığın yırtık orospu!”
Aysel ilk kez o akşamüstü umutsuzluğa düştü. İçinden “Ne talihsiz kızmışım ben! Herkesin kızları okumak istemez, anaları babaları zorla okuturlar. Özel hocalar tuta tuta… Ben okumak isterim, karşıma ya babam dikilir ya annem. Şimdi de bu çıktı işte!’’ diye ağlamaya başladı. Neden sonra annesi mutfaktan gelip, “Sus, baban böyle yumruk gibi gözlerle görmesin seni. Bir şey var sanır. Birine tutuldun falan sanır!” deyince aklı başına geldi.”
2. Fikrimin İnce Gülü, 1976
Adalet Ağaoğlu’nun ikinci romanı Fikrimin İnce Gülü, varlığının amacı, hatta simgesi haline gelen arabayı satın alabilmek için Almanya’da çalışmaya giden Bayram’ın, üç yıllık uğraştan sonra edindiği Mercedes marka arabasıyla Kapıkule sınır kapısından köyü Ballıhisar’a uzanan yolculuğunu konu alır. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve akşam vakti sona eren yolculuk, sadece Bayram’ın serüvenini değil, 12 Mart sonrası Türkiye’nin resimlerini de sunar. Ama asıl anlatı, Bayram’ın hatırladıkları izleğinde çocukluğuna, askerlik dönemine, Almanya’ya gitmek için oyuna getirdiği İbrahim’e ve terk ettiği Kezban’a ilişkin utancın, aşağılanmanın ve kişiliksizleşmenin tortusu üzerine kuruludur. Ağaoğlu, insanlardaki yabancılaşma ve içe yolculuğu çok vurgulu biçimde işler bu kitabında. Kitap 12 Eylül’de 4. basımında toplatıldı. Ayrıca roman Tunç Okan tarafından sinemaya da uyarlandı.
“(…) Bu şapka, o kravatlar, arka cama bir naylon torbada asılı o takım elbise, bir fotoğraf makinesi, yine kendine estetik bir yağmurluk, bu Franz Leharlı gömlek, sonra Mercedes’in bütün geçmiş yıllarına ait modelleriyle desenlenmiş bir başka gömlek, fakat bunu varışa saklıyor. Akşama varacağı yere Mercedes’i ile takım girecek.”
3. Bir Düğün Gecesi, 1979
Adalet Ağaoğlu, Dar Zamanlar üçlemesinin ikinci kitabı Bir Düğün Gecesi için “Hemen hemen altı yıl süren bir çalışmadan sonra, gerek özel yaşamım, gerekse ülkedeki genel çalkalanmaların sınırlarını zorlaya zorlaya, işte yazmayı o kadar istediğim bu romanı bitirebilmiştim.” der. Ağaoğlu’nun en çok ödül alan, en beğenilen kitabı “İntihar etmeyeceksek içelim bari” cümlesiyle başlar.
İlk kitap Ölmeye Yatmak’ta tanıdığımız Aysel karakterinin çevresindeki kişiler ve Aysel’le ilişkileri, birbirleriyle olan bağlantıları, yaşamlarının dönüm noktalarıyla bu kitapta yer alır. Kitap boyunca izlediğimiz düğünün devam ettiği birkaç saat boyunca hiçbir olay olmadığı halde roman geriye dönüşlerle ileriye doğru akar. Çok başarılı bir biçimde kullanılmış olan sahneleme tekniğiyle her karakter sırası geldiğinde öne doğru çıkar. Hikaye şimdiki zamanda geçtiği halde, karakterlerin zihninden hem bireysel tarihlerini hem de toplumun tarihsel sürecini izleyebiliriz. Bir düğün söz konusu olduğu için çok fazla karakterin metne yerleştirilmiş olması da yazarın farklı zamanları anlatabilmesine olanak sağlar.
“Pastam dokuz katlı. Pastamız yani. Çünkü artık nikahlandım. Artık böylece biz oldum. Ben demeyi unutmayacak mıydık? Ben yok, biz var. Pis burjuva kızı! Unutamaz mısın ikide bir ben demeyi? Unuttum işte Gül. “Söze sıkı sık “Çocuklar be…” diye başladığım için, beni sürekli böyle azarlayıp durmuş olan bütün eski arkadaşlarıma selam söyle. Ayşen biz olmuş” de. Babandan haberi alınca. Oldum Gül. Artık hiç “Çocuklar ben…” demiyeceğim. Hep biz: bizim arabamız, bizim buzdolabımız, bizim salonumuz, bizim maunlarımız, bizim şeyimiz… şeyimiz bizim… yatak odamız… Bizim yatak çarşaflarımız… Bizim yastıklarımız… Bir yastıkta kocayın, dedi hacıbabanın karısı, bizim yorganlarımız, bizim terliklerimiz, bizim çamaşırlarımız, bizim pijamalarımız ve geceliklerimiz… Bizim gecelerimiz… Gecelerimiz bizim… Bizim sevgisizliklerimiz… Bizim sevgisizliklerimiz…”
4. Yazsonu, 1980
Yazsonu, anlatıcı ile karakterin seslerinin karıştığı, bir kayıp ve umut öyküsüdür. Türk Edebiyatı’nda alışıldık roman biçimlerinin çerçevesini kıran Adalet Ağaoğlu, zaman romanı şeklinde tarif edilen Yazsonu’nda kendisine oldukça benzeyen ve yazar olan anlatıcı ile onun uydurduğu hikayenin merkez kişisi olan ve yine yazar kimliğiyle öne çıkan Nevin adlı kadını, kendi kişiliğinin farklı görüntüleri olarak kurgular. Anlatıcının, kaldığı otelin yanı başındaki terk edilmiş eve bakarken gördüğü kadın imgesinin, 12 Mart öncesinde oğlunu yitirmiş, eşiyle kopma noktasına gelmiş, son bir kez evinde sevdiği insanlarla birlikte olmanın mutluluğundan, geleceğe ilişkin bir umut doğurmaya çalışan bir kadına dönüştüğü, giderek anlatıcı ve karakterin seslerinin karıştığı roman, kadın karakterin yaşamında geriye gidişlerle zenginleşirken bireyin varlığını anlamlandırmak için yarattığı gerçekliğin sorgulanışını da anlatır.
“Doğrusu dünle şimdiyi, şimdiyle yarını karıştırdığım anlarım oluyor. Bu durumda, zamanın ibresi, bir nabzın, bir yüreğin atışlarını ölçen araç iğnesinin ileri geri oynaması, bir sismograf göstergesinin inip çıkması gibi işliyor. Zaman dediğimiz, canlı bir şey. Onu, katı bir cisim örneği dondurmak, ibresini tek kipe indirgemek, düşü de, gerçeği de, geleceği de birbirinden yalıtmak olur. Özellikle şimdi, müziğin alttan alta duyulduğu, notaların nerdeyse, ayırt edilebileceği bir anda, bu anın zaman ibresini tek kipte tutmak olanaksız. Anlatmaksa bizden bunu istiyor, bizi çifte bir yapaylığa itiyor. Bizse hep, çok kipli bir zamanı yaşıyoruz. İşte…”
5. Üç Beş Kişi, 1984
Adalet Ağaoğlu’nun Üç Beş Kişi romanı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı gibi Türk Edebiyatı’nda üzerinde en çok durulan, tartışılan romanlarından biri olmuştur. Üç Beş Kişi romanı kurgu ve anlatım bakımından kendisine has özellikleri olan bir romandır. Roman yedi bölümdür. Her bölüm birden yediye kadar numaralanmıştır. Her bölümde romanın bir ana kahramanı anlatılmaktadır, ancak üçüncü bölümde iki kahraman vardır. Ağaoğlu romanda, 1980 öncesi sosyal hayata ayna tuttuğu gibi, üç beş kişinin yaşadığı olaylar üzerinden toplumun durumunu anlatmıştır. Ayrıca bilinç akışı tekniğiyle romana psikolojik bir derinlikte katmıştır.
Seyit B. Uğurlu “Ağaoğlu her romancının bütün romanlarında değişmeyen demirbaş bir kişisi olduğunu ve bunun da yazarın kendisi olduğunu söyler. Ona göre bu durum, romancının o romanları yazan kimse, şu ya da bu biçim altında anlatıcı oluşundan kaynaklanmaz. Roman kişilerinin yazarlarına göre var olması gibi, yazarların da kişilere göre var olmasından kaynaklanır. Bunun bir sonucu olarak roman yazarı da eseri içinde bir figür olarak yer edinebilir, romanda kendisine yeni bir iç yaşam bulabilir. Üç Beş Kişi’nin ilk yazımında, kendisini adıyla sanıyla kitaba koyduğunu, sonra bunu romandan çıkardığını belirtir.” der.
“Sabahlığının yeninden bir iplik koparıyor, düğüm düğüm üstüne atıyor: Tabii, Ferit’in de işine geliyor. Her şeyi avucuna aldı, her şeyi gönlünce yapıp çatıyor, bana bir imza kalıyor. Kimbilir neler, kimbilir nasıl?… Ama yeter! Deden ölüyor Murat, derim. Vasiyeti var, derim. Sende hiç vicdan kalmadı mı? Yanıt vermez ki, susar. Kaçar. Dayısı İsviçre’ye bile gönderdim. Hadi, o karı da ardından… Gidemez olsun. Okullarda da dirlik düzenlik hak getire zaten… Hiç olmadı ki. Kötü zamana rastladı. Ahh, o gün! O gün hiç olmayacaktı. O zaman bütün bunlar da olmazdı. Selmin denen o şırfıntı…. Oğlumun bestesiymiş!… Tuzak. Hepsi tuzakmış bunları. Bilir miydim? Ne zaman Murat’ın bir dediğini iki ettim ki?”
6. Hayır, 1987
Hayır, 12 Eylül’ün Türk aydınında yarattığı parçalanmanın romanıdır. Roman, Dar Zamanlar serisinin üçlemesinin son halkasını oluşturur. Ölmeye Yatmak, 1938’den 1968’e kadar geçen sürede kendisini gerçekleştiremeyen, bunu sorgulayıp bireyleşmeye karar vererek yeni bir güne başlayan Aysel’in romanıydı. Bir Düğün Gecesi ise, 12 Mart döneminin Türk aydınında yarattığı travmayı Ömer, Ayşen ve Tezel üzerinden anlatmıştı. Hayır ise 12 Eylül sonrasında çıkış yolu bulamayıp intiharı veya kaybolmayı seçen Aysel’in ve parçalanmış zamanların romanıdır. Hayır üçlemenin, kurgusu bakımından en karmaşık olan romanıdır.
“Sandalda bir delik açabilir, onu usul usul batırabilirsin. Daha önce varolan yarığı tıkayabilirisin: Sandal durgun suda öylece duruyor. Sandal, suda ansızın yokoluyor. Sandal, dingin suda usul usul batıyor. Sandal sisi yarıyor, kararlılıkla, ardında şen gülüşler bırakarak yol alıyor. Dalgalar kuduruyor. Sandal, köpüren sulara batıp batıp çıkıyor; dalgalarla sürükleniyor; gelip kıyıya vuruyor: Hayatın ve aşkın sandalı karaya çarptı. Hepsi de bir son görüntü. Ancak, kırılmış, kaygan zaman parçaları yanyana dizilebilir, üstüste yığılabilir, herbiri ötekinden çeşitli uzaklıklara konulabilir: Elde avuçta olmuş olanlar, elde avuçta olanlar, elde avuçta olacak olanlar… Dünler, bugünler, yarınlar… Mayıslar, Martlar, Eylüller; şubat, haziran aralık ve temmuzlar. Gündoğumları, günbatımları, acılar ve sevinçler, akşamlar, geceler ve yine sabahlar… Hepsi, hep birlikte durmadan yer değiştirmektedir. Yer zamanla, zaman yerle değişmekte.”
7. Ruh Üşümesi, 1991
Adalet Ağaoğlu, bu romanı, erotizme yeni bir dil getirmek, romanımızda mevcut olmayan erotik üslübu bulmak amacı ile yazdığını söyler. Ruh Üşümesi’ni oda romanı alt başlığı ile yayımlayan Ağaoğlu, bu oda romanı ayırmasını şöyle açıklıyor:
“Oda Romanı’nın perdeleri çekilmiş yatak odasına bir çağrışımı olursa bunun da hiçbir sakıncası yok. Hatta buna sevinirim. Çünkü romanım zaten baştan başa çağrışımlarla yüklü değil mi? İnsanın bir odada tek başına, kendisiyle ve kendi kaçamaksız içerisiyle baş başa kalarak okuyacağı bir roman.”
“Siyah ve beyaz olduk; renkler tekler ve çiftlerden ibaret. Tekler ve çiftler; yorumlama ve çözümlemeyle, bir sonuca varma çabalarıyla geçip giden geceler; hiç yaşamadan ölmeler, hiç sevişmeden yorulmalar; ne hakkımız var, diye sora sora, nasıl olur da o kadar duyarsız kalabiliriz ki, diye diye duyarlıklarımızı törpüleyerek; acı çekiyorlar, acı çekiyorlar, acı çekiyoruz, onları unutabilecek edepsizlerden olsak neyse; değiliz işte, o anlamda cesur da değiliz zaten, diye diye… Fakat, biliyor musun, ağzım beni dinlemiyor, karnım zil çalıyor, dilim rahat durmuyor, uzun süredir uyuşup kalmış hücrelerime kan hücum ediyor, nasıl farkında olmazsın? Bizi nasıl unutursun? Yoksa farkında mısın? Farkındasın da, onları unutacak mıyız peki, diye, işkence çekenleri işkenceden kurtaramadan ikimize de işkence mi ediyorsun? İşkence ediyorsun, evet! Unuttun mu, bizi unutanları, bizi yok sayanları, bugünü yok sayanları, hayatı unutturanları ve unutanları unuttun mu? Herkes herkesi unuttu sevgilim, anımsamıyor musun? En çok şimdi üşüyorum bir tanem, ısıt beni. Bu kaçıncı sonbahar, kimsenin kimseyi ısıtmadığı…”
8. Romantik Bir Viyana Yazı, 1993
Roman, ilk okuyuşta algılanması zor, yazarın bilinçli bir şekilde karmaşık hale getirdiği kurgusundan dolayı okuru çoğu kez yanılgıya itecek denli iç içe geçmiş katmanlardan oluşuyor. Romantik Bir Viyana Yazı’nda baş kahraman Kamil Kaya, tarih hocasıdır. Önemli bir özelliği de hayalci olmasıdır. En büyük tutkusu Viyana ve Venedik. Emekli ikramiyesini alır almaz bir turla Avrupa seyahatine çıkıyor. İlk durağı İtalya. Ancak hiç tatmin olmuyor, turdan ayrılıyor ve Viyana’ya geçiyor işte roman burada başlıyor. Baroktan Itri’ye, Kafka’dan Milena’ya, Alma Mahler’den Hitler’e, Klimt’ten faşizme kadar fantastik bir Viyana sunuyor okura.
“Belki içinizde hala, bütün bu makul açıklamaları yeterli bulmayarak, “Ne oluyor böyle Londra-Hyde Park’lar, baroklar ve hortlaklar, Kastamonu-Kütahyalar, sultanlarla sazlar, Venedik-Viyana’lar, imparatorlarla uşaklar?” diye soranlarınız vardır. “Hadi bunlar yine neyse ne; bir de Alma’lar, Milena’lar, Yunus’larla Cléa’lar, yetmedi Antonia’lar, hele hele ikide bir ortaya çıkan su yeşili çamaşır ipi, fare zehiri, Tuna dalgaları, dalgalarla sürüklenen cesetler, kanlar, kemikler, kokmuş şeyler! Hani, birini arayan biriyle hocası vardı ya, tarih öğretmeniniz bu arada kadından kadına atlayarak alışverişe çıktıydı? O da ne yere bakan, yürek yakanmış ya, kruvaze ceket dedik, bikini donuyla karşılaştık, ya sonra?” diye soranlarınız.”
9. Dert Dinleme Uzmanı, 2014
Adalet Ağaoğlu’nun on sekiz yıl aradan sonra yazdığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin analizi niteliğindeki Dar Zamanlar serisinin dördüncü kitabı Dert Dinleme Uzmanı okurla buluştu. Eserde kitabın adıyla aynı olan kahramanı Dert Dinleme Uzmanı tüm olan biteni tuttuğu defterlerle açıklıyor. O bir editör. Hayatı boyunca yazarların ya da yazar olmaya çalışanların metinlerini düzeltmekle uğraşan ve bozulan, düşüşe, yıkıntıya uğrayan bir editör… Aslında tek kahramanlı bir metin bu. Birçok başka insan da olsa onlar sadece birer figür. Naif, akıllı, iyi niyetli ve aydın bir adamın düşüşüne şahit oluyoruz roman boyunca.
“Dert Dinleme Uzmanımız ilk ve son karşılaşmamızda benim neyin nesi olduğumu sormamış, böyle bir merak göstermemişti. Demek ki adı ortalıkta şöyle böyle dolaşan yazarlardan biri olduğumdan haberi vardı, ben de bunu doğal çok karşılamıştım farkında olmadan… İşte şöyle böyle adı sanı olan birinin bencilleşiverme haline büyük misal! Yetmedi üstelik yazdıklarımızda herşeyi bilip anlayan biri gibi algılanıp durmaktayız. Rezalet. İnsanoğlunun bu sefaleti içimi daha derinlemesine kemirmeye başlayınca büsbütün fenalaştım. Ölüp gitmiş birinin yalnız bana yüklemiş olduğu vesayetin altından herşeyi bilip anlayan biri sıfatıyla bile kalkmam mümkün olmayacaktı. Pek de işkilleniyorsun canım diyorum kendi kendime. İşkilliyim tabii ki. Önünde o kadar olanak, hatta fırsat varken niye şunu yayınlatıp çıkmamış ki işin içinden? Üstelik arkasından da daha iki cilt edebi eser bırakarak…”
Kaynak
Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesinde Zaman Kurgusu Üzerinde Bazı Değerlendirmeler , Ölmeye Yatmak Romanında Aysel’in Yabancılaşması, Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesinde Kimlik Sorunsalı, Bir Düğün Gecesi, Adalet Ağaoğlu, Fatma Burçak, Adalet Ağaoğlu’nun Üç Beş Kişi Romanında Kurgu ve Anlatım Özellikleri