Ömer Seyfettin, Sait Faik, Yakup Kadri başta olmak üzere Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarının mektup tekniğinde yazılmış öykülerini derledik.
1. Ömer Seyfettin (1884 – 1920) – Aşk ve Ayak Parmakları (Yüksek Ökçeler)
Wladislaw Czachorski (1850 – 1911) – The Letter
Ömer Seyfettin, 1900’lerin başlarında İstanbul’da geçen hikayesini mektup tekniğinden yararlanarak yazmıştır. Aşka ve insanlara bakış açısını Asime Hanımefendi’nin ve Hasan’ın ağzından yazdığı iki mektupla dile getirir. Asime Hanımefendi’yi aşkın gerçekte ne olduğunu anlamayan bir karakter olarak gösterir. Hasan’ın ağzından yazdığı mektupta kadına ve erkeğe bakış açısını görmek mevcuttur.
“Evvela beni sen sevdin, yalvardın, yakardın, benim aşkım adeta senin galeyanına sönük bir cevaptı. Sonunda beni aldın. Ben zengindim. Atım, arabam vardı. Bütün bugünün gençleri beni istiyorlardı. Herkesin isteğine sen nail oldun. Mesuttun. Ben sana sadıktım. Sonra nasıl oldu, birdenbire döndün. Benden soğudun. Beni görmekten kaçtın, yine sonunda beni boşadın… Bu mektubumu alınca sanma ki, sana yalvarıyorum. Fakat merak ediyorum! Niçin beni istemeyesin? Benim neyim var? Yahut neyim eksik? Daha bu sene Kadıköy kadınları arasındaki güzellik müsabakasında birinci geldim. Tahsilim birinci derecede… Zenginim de. O halde niçin beni istemeyesin? Benden güzelini bulsan bile, eminim ki benden zenginini bulamayacaksın. O halde niçin, niçin beni istemeyesin?”
2. Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889 – 1974) – Bir Ölünün Mektupları (Bir Serencam), 1914
George Goodwin Kilburne (1839 – 1924) – Penning A Letter
Edebiyatımızda bir romancı olarak tanınan Yakup Kadri’nin aslında kuvvetli bir hikayeci tarafı da vardır. Bir hikayeci olarak edebiyatımızın İstanbul’dan Anadolu’ya açılmasında önemli bir role sahiptir. Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920’lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi irdelemelerine yönelir. Bir Serencam, bireysel konuları işlediği ilk dönem öykü kitaplarından. Bir Ölünün Defteri’nde Prenses Beyza Hanımefendi’nin başından geçen ve sonu intiharla biten tek yönlü bir aşkı anlatır.
“Hanımefendi insanlar kendi kendilerini pek iyi tanıyamazlar ve onun içindir ki daima daima bedbaht olurlar. Sizin ve benim ruhumda öyle hiç kapısı açılmamış mahzenler vardır ki, onların zulmet ve esrarı içinde neler yatar neler saklanır? Onu hiç kimse bilmez. Bazen bir el, bazen bir rüzgar, bir hiç o kapılardan birini iter, o zaman siz müthiş bir şeyin karşısında titrer donar kalırsınız. Ruhun o mahzenlerinden, dehlizlerinden, karanlıklarından o zaman neler çıkar bilir misiniz? Deli, azgın, kükremiş ve kudurmuş bir sürü hayvan! İşte bunlar bizim benliğimizin meçhul, uyuyan benlikleridir.”
3. Reşat Nuri Güntekin (1889 – 1956) – Bir Damla Gözyaşı (Sönmüş Yıldızlar), 1923
François Martin-Kavel (1861 – 1931) – The Love Letter
Reşat Nuri romanlarında Anadolu ile ilgili sorunlara genişçe yer verirken öykülerinde daha çok evlilikle ilgili konuları ele almış, bunun yanı sıra, meslek sahibi kadınların durumu, modern yaşayışın yanlış anlaşılması, dinin kötüye kullanılması, çocukların ve gençlerin eğitimi, geçim sıkıntısı gibi konulara değinmiştir. Sönmüş Yıldızlar, Reşat Nuri Güntekin’in kısa hikayelerinde kadın erkek ilişkilerinin duygu dolu dünyasını anlatır. Bir Damla Gözyaşı’nda zengin, yakışıklı diplomat Nejat’ın, Nimet’le karşılıklı aşk mektupları, gözyaşları ve yalanlar ve düş kırıklıkları ele alınmış.
“Sırf şaka olsun, azizlik olsun diye yazdığınıza şüphe etmediğim küçücük mektubunuzu aldım. Üç satırlık bir yazı okumak için kaç dakika lazım? Bir… iki… nihayet beş dakika diyeceksiniz. Hayır! Onu tam iki saatte okudum… Gülmeyeceğinizi, inanacağınızı bilsem daha ziyade söyleyecektim. “Onu ben, dün gece sabaha kadar gözlerimden ayırmadım.” diyecektim. Fakat ne de olsa insan, hakikati tamamiyle söylemeye cesaret edemiyor. Mamafih, benim size yalan söylemem mümkün değil. Ben, diplomatım, sonra İstanbul’un kibar aleminde yaşıyorum. Binaenaleyh, yalan söylemek az çok mesleğim, muvaffakiyet vasıtam… Böyle olduğu halde sizinle konuşurken, hatta sizin sözünüz geçerken, hatta daha ileri gideceğim: Siz, aklımda olduğunuz vakit yalan söyleyemiyorum. Yalancı şahitlik için hakim huzuruna çıkmış kaba bir köylü gibi şaşıyorum, kızarıyorum… Hasılı, kendi kendimden utanıyorum… İş sade yalana kalsa yine şükredeceğim. Fakat siz karşımda, yahut aklımda olduğunuz vakit ben, başka türlü fenalıklar yapmağa da cesaret edemiyorum. Binaenaleyh, işim, gücüm yüzüstü kalıyor. Birçok zararlara, muvaffakıyetsizliklere uğruyorum. Beni mesut etmemeye azminiz var Nimet Hanım…”
4. Sait Faik Abasıyanık (1906 – 1954) – Sevgiliye Mektup (Sevgiliye Mektuplar), 1987
Eugene de Blaas (1843 – 1932) – Shared Correspondance
Sevgiliye Mektuplar kitabı, Sait Faik’in birkaç tanesi yayımlanmış, büyük çoğunluğu yayımlanmamış hikaye ve yazıları ile, hiç yayımlanmamış mektuplarını içermektedir. Kitap dört bölümdür. Birinci bölümde dokuz öykü, ikinci bölümde on dokuz yazı, üçüncü bölümde mektuplar ve dördüncü bölümde de konuşmalar yer alır. Sait Faik’in kaleme aldığı Sevgiliye Mektup adlı duygularını anlattığı yazı ki bunu gizli bir başyapıt olarak düşünebiliriz. İnkilapçı Gençlik Dergisi’nde 17 Ekim 1942 tarihinde yayımlanmış. 38 sene sonra, Tarık Dursun K.’nın yönettiği Kitaplar adlı derginin Haziran 1980 tarihli 6. sayısında yeniden gün ışığına çıkmış.
“Bir dakika evvel elimde kağıt kalem yokken, seninle konuşuyor, sana yazıyordum. Elimde kağıt kalem olmadığını söylediğim veya yazdığım halde senin karşımda olmadığını söyleyemezdim. Bunu bir şair kafası ya da fantezisi farzet, sen karşımda idin. Bunu söylemek güzel bir şey değil, fakat samimi. Hem galiba, bugün benim gibiler sevgililerinin karşısında imiş gibi olurlar. Demin sensiz ve kalem kağıtsız birçok şeyler konuştum, yazdım. Bunların çoğunu beğenmiş olacağım ki kalktım kalem kağıt aradım. İşte oturdum yazıyorum. Senden bahsetmek istemem. Zaten bahsedecek bir şey yok ki. Ben seni çok seviyorum. Senin dünya umurunda değil. Bizim Orhan ne güzel söylemiş: Ben sana hayran, sen cama tırman.”
5. Haldun Taner (1915 – 1986) – Şeytan Tüyü (Yalıda Sabah), 1983
Andrea Landini (1847 – 1935) – The Love Letter
Hikayelerinde toplumsal problemleri hareket noktası alan Haldun Taner’de eleştirel bir yaklaşım dikkat çeker. Taner, bu eleştirel yaklaşımı sergilemek için ironi, mizah ve hicive başvurur. Mizah, hiciv, ironi Haldun Taner’in temel anlatım tercihleridir. Taner Şeytan Tüyü hikayesi, Almanya’ya daha önce giden ve hayat tecrübesi daha fazla olan Ökkeş Topalmusagil’in amcaoğlu Hidayet Ağa’ya yazdığı mektuptan oluşmaktadır.
“Geçende Gantstrasse’de bir yangın çıktı. Bi goca garının iti yukarı gatta tek başına gapalı galmış deyi itfaiye uğraştı. Polis geldi, baytar geldi. İt gorkup şok oldu deyi göpek sinir gliniğine götürüldü. Trafik durdu, televizyoncular hadiseyi filme aldı, herkes üzüldü, ama sonunda gurtulunca millet bayram etti. Ötede yabancı bir işçi galdırıma düşse gimse başını çevirip bakmaz. Hele gaççak ve de sigortasızca rahatça ölebilirdirler. Üzerine bir gazta örten bile bulunmaz. Beni burada çok sevmelerinin başlıca sebebi başlıca sermiyem olan şahsi sempatimdir. Şeytan tüyü mü var bende nidir, çoluk çocuk, genç, ehtiyar, gadın ergek beni yere yama gomuyolar. Velhasilim, senin anlayacağın, benim burada aşırı itibarım ve de çok bi ayrıcalı durumum var. Sen “Sevgisizlikten gurudum gayri diyorsun. Ben sevgi kesretinden şikayetçiyim. Sevginin bu gaderi insanı şımartıyor doğrusu.”
6. Oğuz Atay (1934 – 1977) – Ne Evet Ne Hayır (Korkuyu Beklerken), 1975
Auguste Toulmouche (1829 – 1890) – The Love Letter
Oğuz Atay eserlerinde ironiyi sık kullanan yazarlardandır. Onun üslubunu oluşturan ironiyi, Bir Bilim Adamının Romanı dışında, tüm eserlerinde görmek mümkündür. 8 öyküden oluşan Korkuyu Beklerken kitabının her hikayesinde az ya da çok olmak üzere ironiye rastlanır. Oğuz Atay’ın ironiyi bu denli etkin kullanmasının altında yatan sebep olarak Atay’ın düzene karşı kendini üstün bir öteki olarak görmesini gösterebiliriz. Ne Evet Ne Hayır adlı öykü, lise mezunu bir kişinin çeşitli işlerde çalışıp askerliğini yaptıktan sonra bir gazetede çalışması ve gönül postası bölümünde görevlendirilmesini anlatıyor.
“Şimdi gazetecilik yapıyordum, buna gazetecilik denirse. Bulduğum başlıkları beğenmedikleri için beni gönül postasına verdiler. Sen insanların dertlerine çare bul bakalım dediler. Sert ve etkili bir gazeteci olamazmışım. Oysa yumuşak başlı bir insan değilimdir. Dilencilere sadaka vermem, zengin arkadaşlarımın arabalarıyla gezerken de nereden bittiği belli olmayan kahyalara çok sinirlenirim. Bence herkesin insanlığa yararlı bir mesleği olmalı. Belki de bu gibi düşüncelerim yüzünden gazetede bana manyak diyorlar. Tabii bu sözle cahilliklerini ortaya vuruyorlar. Yabancı dil bilen bir arkadaşıma sordum, birlikte sözlüğe baktık. Kendini yüksek ve denetlenemeyen heyecan biçiminde ortaya koyan akıl düzensizliği diyor mania için. Bu tanımı gazetedekilere söyledim; “Haydi ordan manyak” dediler. Beni sahte buluyorlar, ben de onları. Sen dediler Doktor Akın Korkmaz oldun, gönülleri tedavi edeceksin. Şimdi her allahın günü bir sürü mektup alıyorum.”
7. İnci Aral (1944 – ) – Mehmet Kaptan (Uykusuzlar), 1984
Carl Herpfer (1836 – 1897) – The Love Letter
Uykusuzlar, İnci Aral’ın toplumsal belleğimize dair izler barındıran üçüncü öykü kitabıdır. Ağırlıkla, 12 Eylül dönemin gri tabakasının insan ruhları üzerindeki etkisini, sürgün memurdan, cezaevine düşen devrimci kız, erkek çocukların hallerine, bundan yansıyan özlem, ayrılık ve kişisel çalkantılara kadar kaleme alınmış dönemine ışık tutan bir kitaptır. Mehmet Kaptan adlı öyküde, kocası tutuklu bir kadının çocuğu ile verdiği mücadele anlatılır.
“Kendini iyice koyverdin diyor annem. Zayıflıyorsun sana bir şey olursa çocuğunu düşün. Bu halini görünce kocanda üzülmez mi? Göremiyoruz birbirimizi, bilmiyor. Çaprazlama bir karşılaşma. Çift cam, çift tel, çift asker. Ayrıntılar yok. Ne yaşamımıza, ne duygularımıza ne orada karşı karşıya gelişimize değin. Her şey kabaca çizilip belirlenmiş. Uzak çok uzak iki tepeden birbirimize bağırıp duruyoruz. İyiyiz iyiyiz. İyi miyiz? Geçmişe gidip geliyorum, ellerinin değdiği mektupları okuyorum. Serin sularda yüzüyorum işte ve suyun şıpırtısını duyuyorum kollarımı oynattıkça. Sonra birden o geliyor, birbirimize sarılıyoruz, birlikte kayıyoruz suyun içinde. Elimden çekiyor beni, açıklara götürüyor. Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz apansız.”
8. Memduh Şevket Esendal (1883 – 1952) – Bir Kadının Mektubu (Otlakçı), 1946
James Carroll Beckwith (1852 – 1917) – The Letter
Türk hikayeciliğinin adı ilk sırada anılması gereken birkaç yazarından birisi olan ve kendi deyimi ile topluma ayna tutmuş Memduh Şevket hikayelerinin arınmış bir dil, sade ve akıcı bir ifade ile yazıldığı hatırlatılınca, “O benim marifetsizliğimden. Edebiyatı bilmediğimden. Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç? Marifetli insanlar öyle yapmazlar” dese de, marifet göstermek olarak kabul ettiği edebi sanatlarla yüklü, süslü, söyleyişin gerçek hayata uymadığına inanan Esendal olanı abartmadan, değiştirmeden ve süslemeden gerçeğe en yakın şekilde anlatma gayreti içindedir. Bir Kadının Mektubu’nda, kadın kendi değerleriyle uyuşmayan, rüşvet yiyen kocasını terkeder. Kadına kocasıyla barışmasını rica eden bir mektup gelir. Hikayenin tamamı buna karşılık olarak yazılmış mektuptan ibarettir.
“Bu yeni evi kurmak için önümde tuttuğum örnek, anamın, babamın kurmuş oldukları evdi. Bu evde başlangıcından bitimine kadar dirlik, düzenlik hiç bozulmamıştır. Bu evde yetişenlerin hepsinin yüreklerinde ana, baba, kardeş, yurt, ulus saygısı taşıyan kimseler oldular. Sırası gelince kendi paylarına düşen can borcunu da ödediler. Yiğitçe öldüler. Bu ev, ancak geçinecek kadar kazanabilen bir araba yapıcısının evi idi ama, ekmeklerini alınlarının teriyle kazanan; yalan dolan bilmeyen, yürekleri doğru, gönülleri geniş insanlar yetiştiriyordu. Bu evimizde babam, evin büyüğü idi. Hayri de bu evin büyüğü olacak. Anam babamı nasıl saydı ise, ben de, kocamı öyle sayacağım. Her eve bir baş ister, o baş da erkek olur. Yaradılışın töresi böyledir.”
9. Halit Ziya Uşaklıgil (1866 – 1945) – Bir Valide Tarafından (Bir Hikaye-i Sevda), 1922
Raimundo de Madrazo y Garreta (1841 – 1920) – The Love Letter
Türk roman ve hikayeciliğinin ilk büyük ustalarından, Servet-i Fünun nesrinin kurucusu olan Halit Ziya roman ve hikayelerindeki kişileri elit kesimden seçerek bu kişilerin dünyasını yansıtmışsa da romanlarında da rastlanmakla birlikte hikayelerinde daha çok yer tutan halk kültürü unsurları türkü, seyirlik oyunlar, halk inanışları da karşımıza çıkar. Halid Ziya Uşaklıgil’in İzmir yılları gözlemlerinden oluşan Bir Hikâye-i Sevdayı oluşturan hikayeler, İzmir Hikayeleri adlı yapıtının devamı niteliğindedir. Bir Valide Tarafından adlı hikaye bir kadının kız kardeşine yazdığı iki mektup metninden oluşuyor.
“Bununla beraber gizli gizli bu ilk görücülerden bir haber beklemekten hali değilsiniz. Kızı beğendiler mi beğenmediler mi? Bu nokta sizin gurûr-ı vâlidiyyetinize â’id bir şeydir, buna mutlaka bir cevab ve bir cevab-ı muvafık beklersiniz. Bildiklerinizden, kız analarından buna müteferri merasim hakkında izahat alırsınız: Görücüler gelir, sonra ne olur? Çıkarlarken eğer beğendiklerini sezdirmek isterlerse ne derler? Beğenmemiş olursa nasıl davranırlar? İkinci müracaat neye delalet eder? Bütün bu şeyler, bu dakik meseleler uzun uzun öğrenilecek derslerdir.”
Kaynak
Mektup Roman Tekniği ve Türk Romanından İki Örnek: Mektup Aşkları ve Kedi Mektupları, Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken Romanında İroninin Kullanımı, Sevgiliye Mektup – Sait Faik