Osmanlı Beyliği’nin ortaya çıkışı ve bu beyliğin devlete dönüşmesinin temellerini Moğol istilası ve bundan önce meydana gelen Türklerin Maveraünnehir, Horasan ve Harezm havzasındaki faaliyetlerine kadar götürebiliriz. 1040 Dandanakan mücadelesi ile başlayan süreç sonrası kurulan Türk devletlerinin egemen olduğu sahalarda Türk kültürü gelişme kaydettiği gibi bu alanlara birçok Türk boyu gelip yerleşmiştir. Akabinde başlayan Moğol istilası sonrası Moğolların önünden kaçanlar için bu devletlerin egemen oldukları sahalar güvenli bir yaylak ve kışlak haline gelmiştir. İşte Osmanlı Beyliği’ni ortaya çıkaranlarda böyle bir ortamda yetişmişler ve Anadolu’ya sığınmışlardır. Bilhassa 1230 yılından sonra Moğol baskısı artmış ve binlerle ifade edebileceğimiz Türkmen grup Anadolu’ya gelmiştir. O dönemde Anadolu’nun hâkimi konumunda bulunan Anadolu Selçuklu Devleti gelen bu Türkmenleri düzenli bir şekilde uç bölgelerine yerleştirmiştir. Bu yerleşmenin bir neticesi Bizans’tan fethedilen bu uç bölgelerinde yeni beylikler ortaya çıkmıştır. İşte Osmanlı Beyliği de bu beyliklerden bir tanesidir.
1260-1310 döneminde de Bizans egemenliğinden boşalan sahil şeridini Türkmen deniz beyleri doldurmuştur. Selçuklu Türkleri ile birlikte sınır boylarındaki Türkmen beylerinin elde ettiği başarılar, Maveraünnehir, Horasan ve Harezm havzasından Anadolu’ya akın eden Türkmenler için bu bölgeleri güvenli hale getirmiştir. Hemen bu süreçte ve öncesinde başlayan Moğol istilası, Anadolu’ya Türkmen akınlarını hızlandırmıştır. Tarihçiler üzerinde uzlaşmamış olsalar da, Osmanlı Beyliği’nin kurucularının Anadolu’ya akın eden bu grup içerisinde olma ihtimali tarihi bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır.
Tarihçi Josef Marquart, Osmanlı Beyliği’nin kurucularının Moğol olduğu tezini savunmaktadır. Fuat Köprülü’ye göre bu doğru değildir; Moğol boyu olan “Kay”lar ile Oğuz boyu olan “Kayı”ları karıştırmıştır. Nicolae Jorga’da, Osman Bey’in kökenini Moğol kabilelerine dayamak için izahatlar yapar. Köprülü ise hem Marquart hem de Jorga’nın görüşlerine katılmaz. Tüm bu tartışmalara baktığımız zaman beyliğin kurucusunun isminin gerek İslami ve gerekse Hristiyan kaynaklarında farklı şekillerde yer almış olması, Osmanlı Beyliği’nin ortaya çıkışı gibi kurucusunun kimliği ve kökeni üzerinde de tartışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur. Osman Bey’in babası Ertuğrul’un ve onun babasının, Osman Bey’in kardeşlerinin ve yakın akrabalarının Türkçe isimler kullanmasına rağmen beyliğin kurucusu kabul edilen Osman Bey’in Müslüman bir ad almış olması üzerinde dikkatle durulan bir konu olmuştur. Bu konu da taihçi Adnan Erzi ve Fransız Türkolog Joseph de Guignes, Arap kaynaklarında devletin kurucusunun isminin Ataman ve Taman/Toman şeklinde geçtiğini ve bunun Osman ile karıştırıldığını ileri sürmektedirler. Alman Türkolog ve tarihçi Wilhelm Friedrich Carl Giese ve Alman tarihçi Franz Babinger, Osman’ın diğer adının Ataman olabileceğinin üzerinde duran araştırmacılar arasındadır.
Kayı Emiri ya da Bey olarak Osman Gazi, minyatür.
Beyliğin kurucusu Osman Gazi’ni dedesi Gündüz Alp veya Süleyman Şah, onun oğlu Ertuğrul Gazi ve onun oğlu Osman Gazi hakkında kaynaklar çok kıttır. Bunun yanında Osmanoğulları’nın Oğuzların hangi boyuna mensubiyeti de tartışmalıdır. Osmanoğulları’nın Kayı boyuna mensup olmaları daha sonrada bir meşruiyet aracı olarak kullanılırsa kullanılsın, beyliğin kurucuları daha Anadolu’ya girmeden önce Müslüman olmuşlardır. Ancak değerli tarihçimiz Halil İnalcık hoca şöyle der: “Osman Gazi’nin Kayı boyundan bir oymağın başı olduğunu biliyoruz. Gazâ hareketine katıldı ve gaza başarıları sonunda bir beylik kurdu. Kendisi ve Osmanlı hanedanı, büyük Oğuzhan neslinden gelen Kayı boyuna mensupturlar.”
Gazâ, dar anlamda düşmanla savaşma seklinde tarif edilen bir kelimedir. Osmanlı Beyliği’nin ortaya çıktığı 13. y.y.ın sonları ve 14. y.y.ın başlarında Anadolu uç boylarında yaşanan çatışmalarda, Türkmen beylikleri ve toplulukları arasında çok defa motivasyon hem de meşruiyet unsuru olarak kullanılmıştır. İslamiyet’i yaymak, Müslümanların yönetimindeki toprakları, nüfus alanını genişletmek için akınlara katılmak ve “cengetmek” anlamını kazanmıştır.
Osman Gazi’nin kesin olmamakla birlikte 1258’de dünyaya geldiği tahmin ediliyor. Babası Ertuğrul Bey’dir, annesinin Hayma Ana olduğu rivayet edilir. Türkçe kaynaklarda Osmancık, Kara Osman, Osman Gazi, Osman-ı Evvel, yabancı kaynaklarda Ottoman adıyla geçer. Babası Ertuğrul Gazi’nin 1299 yılında vefatı sonrası, beyliğin başına geçer.
Osman Bey’in, Paolo Veronese tarafından 16. yüzyıl tasviri.
1291 yılında Osman Gazi’nin Karacahisar’ı fethetmesi önemli bir tarihî başlangıçtır. Osmanlı tarihinin ilk en önemli kaynaklarından olan Âşık Paşazade ve Osmanlı tarihçi Neşrî, Karacahisar’da görülen bu değişimi yansıtır. Burada Osmanlı Beyliği’nin ilk kurumlarını görüyoruz. Osman Bey’in oğlu Orhan Bey’in Karacahisar Sancak Beyi olması, kardeşi Gündüz Alp’in Eskişehir Subaşısı olarak kaydedilmesi buna örnektir. Selçuklu Sultanı’nın Osman Bey’e bu fetihten sonra müstakil beylik vermesi ve Dursun Fakı’nın ilk kadı olarak anılması devletleşme öncesi Osmanlı Beyliği’nin Karacahisar merkezinde kurulduğunu gösterir. Ayrıca burada oluşturulan pazar yeri Kütahya’dan (Germiyan) Bilecik’e kadar tüm yöreye hizmet veren canlı bir ticari alandı. Böylece bölgedeki Türkmen potansiyelinin katkısı ile Eskişehir yöresi canlı bir üretim ve ticaret merkezi hâline gelmiştir. Karacahisar’ın fethinden sonra Osman Gazi “Bey” sıfatını kullanmaya başlar. Bu Selçuklularda bağımsızlığın ilk işaretiydi. Bir iddiaya göre Karacahisar fethinden sonra Osman Gazi’ye “Sancak Beyi” unvanını veren Selçuklu Sultanı’dır.
Osman Gazi, ihtiyatlı bir şekilde Bitinya havzasında fetihlerine devam eder. 1299’da Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir tekfurluklarını ele geçirir.
Bitinya: Bugün İznik eski adı ile Nikea şehri başkenti olan ve sınırları da Bursa, Sakarya, İstanbul ve İzmit Körfezi olan alandır. Bitinya bölgesinde bugünkü Kastamonu, Zonguldak ve Bolu’da yer almıştır.
İznik muhasarası İstanbul’u telaşa düşürür. İznikliler yardıma gelinmezse teslim olacaklardı. Bu konu Bizans tarihçisi Georgios Pachymeres’in eserinde de vardır. Fakat bizim Aşıkpaşazade Tarihi’nde bu bilgi bulunmaz; şehir alınamadığı için Âşıkpaşazâde bunu önemli görmemiş olabilir. Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer’in kitabında ise iki üç sayfa İznik Muhasara’sı ve Yalakova Muharebesi hakkında tafsilat bulunur. Bu açıklama, Bizans tarihçisi Georgios Pachymeres’le aynıdır.
İznik’in yardımına koşmak için Bizans İmparatoru II. Andronikos, bölgeye Muzolon kumandasında iki bin kişilik bir kuvvet gönderir. Sahilde, Hersek-dilinde meşhur Bapheus (Koyunhisar) Muharebesi olur. Savaşta Osman’a yardım etmek için Anadolu’dan yardımcı kuvvetler gelir. Bizans İmparatoru tarafından gönderilen, o zamana kadar ki en ciddi ordu karşısında Bafeus (Koyunhisar) savaşını kazanır. Bir imparatorluk ordusuna karşı kazanılmış ilk zafer Osman Bey’i Türkmenlerin ve Bizanslıların saygı duyduğu karizmatik bir Bey haline getirir. Halil İnalcık, rivayete dayalı 1299 yerine, Koyunhisar Zaferi’nin kazanıldığı 27 Temmuz 1301’i Osmanlı devletinin asıl kuruluş tarihi olarak kabul eder.
Pachymeres, Bizans ordusunun bu savaşta yenilgiye uğramasının nedenini, ordu içinde bulunan Alanlar ile yerli askerlerin anlaşamamasına bağlar. Pachymeres “27 Temmuz 1302. Osman bu orduyu denize döküyor. Büyük Osman bir kahraman artık. Onun şöhreti bundan sonra Paflagonya’ya (Kastamonu yöresi) kadar yayıldı ve her taraftan onun ayağına gelmeye başladılar.”
Osman Gazi’nin kökeninden bahseden Osmanlı kaynaklarından Behcetü’t Tevârîh
Bizans’a karşı kazandığı Koyunhisar zaferi sonrası bölgede egemen bir güç olarak ben de varım der. Bu arada Osman Bey, Bizans aleyhine genişlemeyi sürdürürken, Bizans tekfurları arasındaki mücadelelerden de yararlanır. Bizans tekfurlarından Mihail ile bir ittifak antlaşması yapar ve işbirliğine girişir. Osman Gazi Karaca Hisar’ın fethinden sonra kardeşi Gündüz Alp’e fetih politikası konusundaki görüşlerini sorduğu zaman; Gündüz Alp “civarımızdaki illeri vuralım, bozalım” diye cevap verdi. Bunun üzerine Osman Gazi bunun yeni kurulmakta olan devlet için yanlış bir politika olduğunu ifade ederek; böyle bir politika takip edilirse Karaca Hisar’ı imar edemeyeceklerini söyler. Osman Gazi kardeşi Gündüz Alp’e “komşularımız ile iyi geçinelim, dostluk edelim ki beyliğimiz bölgede tutunabilsin” demiştir. Kardeşinin yağma fikri ile birlikte Germiyan tarafından gelen yağma akınlarına karşı Hristiyanları koruma görevini üstlenmiştir. Osman Bey’in kuruluşta uyguladığı bu istimâlet politikası (özellikle gayri müslim tebaayı gözetme, onlara karşı hoşgörülü davranma) daha sonraki dönemde de devam etmiş ve Osmanlının yayılması ile birlikte genişlediği yerlerde kalıcı olmasını da sağlamıştır.
Osman Gazi’nin ilki 1304’te ikincisi 1305’te yaptığı Sakarya Seferi bulur. Osman Gazi, Geyve, Lefke ve Mekece’ti fetheder amacı İznik’i doğudan ve kuzeyden tecrit etmektir aslında. İkinci sefere kendisi gitmez Orhan’ı kumandanlarla gönderiyor. İlk Osmanlı tarih yazarı Yahşi Fakih, Osman Gazi silah arkadaşları Köse Mihal, Akça Koca’yı Orhan Bey ile yollar diye yazar; çünkü o zaman gençtir. Bu iki sefer İznik’in esas hedefi olduğunu gösterir.
Osman Bey’i tasvir eden bir Osmanlı minyatürü, 1563
Osman Gazi, Şeyh Ede-Bali’nin kızı Rabia Bala Hatun ve Molla Ömer Hattab bin Ebu’l-Kasım’ın kızı Malhun Hatun ile evlenir ve bu evliliklerinden Orhan Bey, Alaüddin Ali Paşa, Hamid Bey, Savcı Bey, Pazarlu Bey, Melik (Arslan Murad) Bey ve Çoban Bey isimlerindeki oğullarıyla, Fatma Hatun adında bir kızı dünyaya gelir. Bu çocuklardan pek çok torunu olduğu anlaşılan Osman Bey’in bu torunlarının XV. yüzyılın ikinci yarısı ve hatta XVI. yüzyılın ilk yarısına kadar varlıklarını korudukları kesindir.
Jozef Brandt, Fight for a Turkish Standard, 1905
Osman Gazi, çevresindeki Gazi Bey’lerle, Alp’lerle, Ahilerle fevkalade üst düzeyde, çok yararlı beraberliklere imza atmıştır. Akçakoca, Gündüz Alp, Saltuk Alp, Turgut Alp, Aykut Alp, Hasan Alp, Samsa Çavuş, Abdurrahman Gazi, Akbaş Mahmud Alp, Kara-Oğlan, Kara Mürsel aynı hedef ve istikamette birleştiği seçkin kişilerden bazılarıdır. İnsanı hisleri yüksek, heyecanlı ve atak bir halet–i ruhiyeye sahip olan Alp’ler (Gaziler) her zaman mazlumun, haklının ve doğrunun yanında yer almışlardı. Aynı şekilde derviş gazi anlayışına sahip ahilerin desteği de, Osmanlı siyası mevcudiyetinin kökleşmesinde ve yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.
Osman Gazi, dönemin önemli şahsiyetlerinden biri aynı zamanda bir Ahi olan kayınpederi Şeyh Edebali’den fütüvvet şalvarını giymiştir. Oğlu Orhan Gazi ve torunu Sultan I. Murad’da Ahidir. Özetle, Osman Gazi’nin çevresinde, başta kayınpederi Şeyh Edebali olmak üzere birçok Ahi liderinin yer alması, bazı menakıpnamelerde bu konunun ele alınması Ahilerin Osmanlı Devleti’nin kuruluşundaki etkisini göstermesi bakımından yeterlidir.
Ahilik: Esnaf, sanatkâr ve üretici birlikleri ile bu birliklerin uyguladıkları ahlâkî, siyasî, iktisadî, felsefî duygu ve prensipler anlamına gelir. Ahilik, sadece bir esnaf teşkilâtlanması değil, Türk Milleti’nin kültürel kodlarında var olan alplik- yiğitlik, teşkilâtçılık ve dayanışmacılık özellikleri ile İslâm/ fütüvvet ahlâkını yoğurarak, insanlığa sunduğu bir hayat nizamıdır
Alp ismi Türkçe’de ”kahraman, cesur, yiğit” gibi anlamlara gelen kişi adı, sıfat veya ünvandır. Gazi ise gaza eden yani Allah’ın rızası için ve din uğruna savaşan kişilere kullanılan sıfat veya ünvandır.
Osman Ve Orhan Gazi Türbesi
Bizans İmparatoru daha sonra İstanbul’dan büyük bir orduyla Osman Gazi’ye karşı savaşmak için yola çıkar. Gebze önünde Palekanon Kalesi’ne kadar gelir. Bizans ordusu yavaş yavaş ilerlerken, Osman Gazi’nin ölür, sonra oğlu Orhan Gazi yönetimi devralır. Eylül 1323’de düzenlenmiş Asporça Hatun vakfiyesine göre, o tarihte Osman Gazi hayatta idi. Orhan’ın beyliğe geliş tarihi Mart 1324. O halde, Osman’ın ölümü bu iki tarih arasında olmalıdır.
Bursa’ya bey olan Orhan Gazi, 1329 Mayısı’nın sonlarında ordularıyla gelip Gebze tepelerini işgal eder. Yapılan savaşta Orhan, Bizans imparatorunu yener; İmparator gemiyle kaçıyor. Bu olay İstanbul’un fethi kadar önemli bir savaştır. Bu savaştan sonra, İznik teslim olur (1331).
Osman Gazi’nin türbesi Bursa’da, sur içinde Tophane semtindedir. İlk dönem Osmanlı tarihçileri onun orta boylu, esmer tenli, yuvarlak çehreli, kara kaşlı, kara gözlü olduğunu, bu yüzden de kendisine Kara Osman diye isim takıldığını, iyi ata bindiğini aynı zamanda iyi bir silahşör olduğunu kaydederler.
Osmanlı’nın ilk bilim tarihçisi ve ansiklopedi yazarı Taşköprülüzade Ahmed, “Tarih-i Saf-Tuhfetü ‘1-Ahbab” adlı kitabında belirtildiğine göre: “Osman Gazi gayet salih, dindar, cesur ve yiğitti, devlet işlerinde azimli ve kararlıydı. Şahsi hayatında ise mütevazi ve yumuşak huylu idi. Hile, bilmezdi, geçimini kendi koyunlarıyla sağlardı. Belirtildiğine göre iaşesi için beytülmalden (devlet hazinesinden) bir şey almazdı. Edeb ve haya sahibi idi. Yazarın diliyle, “müddet-i ömürlerinde haram libas giymeyüp, haram kaptan yemek yememişi erdi.” Kerem ve ata sahibi idi, fukarayı güldürür, yetimleri giydirirdi. Cömertliğinden, öldüğünde ne altını, ne gümüşü kaldı. Bir iki at, birkaç kılıç ve zırh kaldı. Yönetimi altındakileri adalet ve insana mamur etti. Doğru adamdı, herkesle doğruluk ederdi, adalete çok önem verirdi.”
Nakledildiğine göre Eskişehir Hamam yöresinde, çevredeki gayrimüslimler de alışveriş yapmak üzere geldiği pazar kurdurmuştu. Bilecik’ten gelen gayri müslimlerin testilerine el koyan Germiyan’lılar, bedelini ödemeyince, onlar da maruz kaldıkları haksızlığı Osman Gazi’ye iletmişlerdi. Osman Gazi derhal harekete geçer, Gemliyanlı’yı yakalatıp huzuruna getirtip, sorguya çeker, cezalandırır, gayrimüslim pazarcının hakkını verir. Osman Gazi pazar esnafı arasında öyle bir nizam yerleştirmişti ki, Aşıkpaşazade’nin ifadesiyle “Gayet eyu yasak itmiş” idi. Bilecik civarındaki gayrimüslim kadınları bile güven içinde Eskişehir pazarına giderdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunu anlatan romanları sıralarsak: Feridun Fazıl Tülbençi tarafından 1949 yılında kaleme alınan “Osmanoğulları”, Kemal Tahir tarafından 1967 yılında kaleme alınan “Devlet Ana”, Cavit Ersen tarafından 1972 yılında kaleme alınan “Osman Gazi”, Tarık Buğra tarafından 1973 yılında kaleme alınan “Osmancık”, Mustafa Necati Sepetçioğlu tarafından 1973 yılında kaleme alınan “Konak” ve 1974 yılında kaleme alınan “Çatı”, Bekir Büyükarkın tarafından 1979 yılında kaleme alınan “Kutlu Dağ” ve Yavuz Bahadıroğlu tarafından 1981 yılında kaleme alınan “Turgut Alp” adlı romanlardır.
Bu romanların başlıca ortaklığı Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecini konu almalarıdır. Ayrıca romanlarda bu dönemde etkili olmuş kişilerin ayrıntılı şekilde aktarıldığı, dönemin siyasi ve askeri vakalarının geçtiği mekanların önemli görülen özellikleri ile tasvir edildiği, tarihlerin çoğu zaman işaretlendiği görülmüştür. Bu eserlerde Ertuğrul Bey’in Söğüt bölgesine yerleşmesi, Osman Bey’in bey olması ve bu süreçte yaptığı siyasi ve askeri faaliyetler, Osman Bey’in ve yanındakilerin aşk ve evlilik ilişkileri, dönemin siyasi politikaları çevresinde tekfurlar, sancak beyleri, imparatorlar ve sultanların ilişkileri incelenmiştir.
Kaynak
Halil İnalcık’ın Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunu Aydınlatan Bilimsel Araştırmaları, Moğol Devleti Ve Osmanlı Devleti’nin Kuruluşlarında Liderliğin Önemi, Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemini Esas Alan Tarihi Romanlar, Osman Gazi’nin Hanımları ve Çocukları, Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Beg – Halil İnalcık, Osmanlı – Kuruluş Dönemi (1299 – 1421), Osman Gazi’nin Kimliği Meselesi ve Cihanşümûl Bir Devlete İsminin Verilmesinin Sebepleri Üzerine, Osmanlı Tarihi (1299 – 1774), Siyasi Tarih Kültür Medeniyet, Osman Gazi Ve Orhan Gazi’nin Şahsiyeti, NTV Tarih – Sayı 13, Şubat 2010