Menu

Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un Hayatı ve Felsefesi



Stoa Okulu’nun önemli bir temsilcisi olan, Roma imparatoru ve filozof Marcus Aurelius, tam adıyla Caesar Marcus Aurelius Antoninus Augustus, M.S. 121 yılının 26 Nisan’ında Roma’da doğar. Babası Annius Verus, İspanya’nın Succuba şehrinden, annesi Domitia Lucilla ise iki kere konsüllük (Roma’da en üst düzey yönetici) yapmış Calvisius Tullus’un kızıdır. İspanya kökenli bir aileden gelen Marcus Aurelius babasını 3 yaşındayken kaybeder. Dedesi Marcus Annius Verus tarafından yetiştirilir. Belki derin kökleri dedesinin ona göstermiş olduğu bu ilgi ve sevgide olmak üzere, aile sevgisi, Stoa felsefesi için olduğu gibi, Marcus Aurelius için de son derece önemliydi.

Asker Kıyafetli Marcus Aurelius

Askeri kıyafetli genç Marcus Aurelius, Altes Müzesi, Berlin

Marcus Aurelius’un yaşamı hakkındaki en eski bilgi kaynağı, Iulius Capitolinus tarafından kaleme alınmış olan,  Historia Augusta adlı bir biyografik eserdir. İfade edildiğine göre bu eser, “İmparator Hadrianus’tan Numerianus’a kadar Roma İmparatorlarının ve imparatorluk tahtında hak iddia edenlerin yaşamlarını anlatan biyografiler koleksiyonu” olup, bu karakteristiği ile anılmaktadır. Bu sebeple de eser, o dönemin karakteristik yazın özelliği olmak üzere pek çok mucizevi olay ve kehanete dayanan dedikodular içerse de; Antikçağ’dan günümüze ulaşan en önemli eserlerdendir. Marcus Aurelius’un bu eserdeki yaşam öyküsü de, işte bundan ötürü, en güvenilir olanlardandır. Eserin yazarı Iulius Capitolinus, aynı zamanda Marcus Aurelius’u evlatlık edinen İmparator Antoninus Pius ve Marcus’un diğer evlatlık kardeşi olan Lucius Verus’un biyografilerini de yazmıştır.

Genç Marcus Aurelius

Genç Marcus Aurelius, Prag, Kinsky Sarayı

Marcus, daha sekiz yaşındayken katıldığı bir din adamları toplantısında, tanrılar tarafından kendisine imparatorluğunun haber verildiği rivayet edilir. Geleneksel olarak yapılan törende, şeref sedirine attığı tacının, eliyle koymuş gibi savaş tanrısı Mars’ın başına konduğundan söz edilir. Bu durum, yıldızının parlaklığının daha çocukken göz kamaştırıcı olduğunun da bir işareti sayılır. Bütün bunlara rağmen Marcus, her zaman alçakgönüllü, ağırbaşlı ve nezaketli biri olmuştur.

Genç Marcus Aurelius, Capitoline Müzesi, İtalya

Genç Marcus Aurelius, Capitoline Müzesi, İtalya

Küçük yaşta Salianus papazlarının yanında birçok değerli hocadan ders alır ve çok erken yaşta felsefeyle ilgilenmeye başlar. On iki yaşında Stoacıların arasına girer ve onların yaşam biçimini benimser. Marcus Aurelius’un ilk öğretmeni, edebiyatçı Euphorio’dur. İmparator olduktan sonra Marcus’un danışmanı olan Iunius Rusticus’tan, Platon’cu bir filozof olan Bacchius’tan, eğitimi için Roma’ya çağrılan Stoacı ve Sofist bir filozof olan Apollonius’tan felsefe dersleri alır. Diognetus resim öğretmeni, Frigya’lı Alexander Yunanca öğretmeni, Cornelius Fronto ise hitabet öğretmeni olur.

Çağın önemli hatiplerinden olan Cornelius Fronto ise Marcus’un retorik, bu günkü ifadeyle güzel konuşma ve hitabet öğrenir. Aralarında ise, öğrenci-öğretmenlik ilişkisinin çok ötesinde, sıkı bir dostluk bulunur. Antoninus’un yönetimi sırasında Marcus Aurelius’un hayatı, işte hocası Fronto ile olan yazışmalarından dolayı kesintisiz olarak bilinir. Burada önemlilerini zikrettiğimiz hocalarının dışında, tiyatro, müzik, geometri ve hukuk alanlarında da dönemin en ünlü ve saygın hocalarından eğitim gördüğü de, yine belirtilen hususlardandır.

Hocalarına olan minnettarlığını “Düşünceler adlı eserinin birinci kitabında, uzun uzun dile getirir ve hepsine ayrı ayrı teşekkür eder. Hatta hocalarına teşekkür etmekle yetinmeyerek, imparator olduktan sonra onları önemli görevlere getirir ve altın heykellerini diktirir.

Edwin Blashfield, Commodus Leaving the Coliseum, 1878

Edwin Blashfield, Commodus Leaving the Coliseum, 1878

Marcus, kendisindeki imparatorluk ışığını ilk fark edenlerden ve Marcus’u evlat etmesi koşuluyla Antoninus Pius’u halef imparator ilan eden Hadrianus’un gözetiminde yetiştirilir. 17 yaşında, imparator Hadrian’ın halefi ilan ettiği ve kendisiyle beraber, üvey kardeşi Lucius Aurelius Verus’u da evlat edinen, kendinden önceki imparator ve üvey babası Antoninus Pius tarafından, M.S. 138 yılında halef imparator olarak gösterilir. Marcus babasına karşı her zaman hürmetkâr bir evlat olur; babası da onu her zaman sever ve takdir eder.

Marcus Antoninus, M.S. 145 yılında Antoninus Pius’un kızı Faustina ile evlenerek damadı da olur. Faustina pek çok antik kaynakta zina yapan, vatan haini hatta katil gibi sıfatlarla kötü özellikleri sıralansa da, modern tarihçilere göre bazı özellikleri abartılmış ve haksızlık yapılmıştır. Antik yazarların aksine, Faustina kocası Marcus Aurelius tarafından, “itaatkâr, sevgi dolu ve içten” olarak tarif edilmiştir. 2 erkek, 2 kız,  4 çocukları dünyaya gelir.

Karısı Faustina'nın bulunduğu Roma Sikkesi

Roma Sikkesi, ön yüzde karısı Faustina; arka yüzde Roma mitolojisinde barış, esenlik, anlaşma ve uyum tanrıçası Concordia.

Roma İmparatorluğu’nda, sikkelerde erkek siyasetçiler olurdu. Marcus Aurelius zamanında ise paralarda, karısı Faustina’da görülür. Bunun nedeni her türlü dedikoduya rağmen, Marcus Aurelius’un karısını çok sevmesiydi. Öyle ki, karısı Faustina gladyatörlerden birine aşık olduğunu itiraf edince, yapılması gereken gladyatörün öldürülmesiydi. İmparatorun bu öneriye uyup uymadığı bilinmiyor ancak, oğlu Commodus’un, Marcus Aurelius’a hiç benzemediği ve nedeninin, karısının itiraf ettiği bu aşkı olduğu dedikodusu dilden dile dolaştı hep. Ancak Marcus Aurelius, karısından vazgeçmedi.

Faustina

Faustina

161 yılında Antoninus öldüğünde, Marcus kırk yaşındadır ve imparator olur. Marcus Antoninus’un adı belki de sanı olan Aurelius, Latince “altın” anlamına gelen “aureus” sözcüğünden kaynaklanır. Çünkü Marcus Aurelius’un on dokuz yıllık imparatorluğu Roma’nın  “Aurelius’lar Çağı” diye bilinen altın çağına rastlar. Marcus Aurelius’un hükümdarlığı baştan sona seferlerle geçer. Yabancı kavimlerle savaşmak için  sık sık, uzun süreler Roma’dan ayrı kalır. Ön Asya’da, Suriye’de, Mısırda, Yunanistan’da, savaşın sürdüğü Tuna yakasındaki ülkelerde, Avusturya’da, Moravya’da, Yunanistan’da görüyoruz onu. Marcus’un, Düşünceler’inin büyük bir bölümü bu ülkelerde yazılır.

Gıovannı Domenıco Tıepolo, The Triumph of Marcus Aurelius

Gıovannı Domenıco Tıepolo, The Triumph of Marcus Aurelius

Stoa Okulu M.Ö. 300 tarihinde Zenon tarafından Atina’da kurulmuştur. Öğrencileri, önceleri Zenoncular, daha sonra da kurulan okullara kuruldukları yere göre ad verme geleneğine uyularak “Stoacılar” şeklinde anılmışlardır. Adını Atina Agorası’nın yanında, Zenon’un ders verdiği Poikile Stoası’ndan (Resimli Stoa) alır; stoa, sütunlu galeri anlamına gelir. Staoculuk  M.S. 180 tarihine kadar yaklaşık 5 asır boyunca düşünce dünyasında etkili olmuştur.

Stoa Okulu da felsefenin amacını, insanı mutluluğa ulaştırmakta bulmaktadır. Stoa felsefesi insanı, mutluluğa ulaştıracak bir hayat görüşü ortaya koymuştur. Bu bağlamda onlar mutluluğun, insanın kendine bağlı olduğuna, insanın kendi kendini mutlu edebileceğine inanır. Okulun kurucusu olan Zenon, mutluluğun dıştan gelen etkilerle ve kaderin cilveleriyle ilgili olmadığını, insanın bütün bunlar karşısında takınacağı tavra bağlı olduğunu ileri sürer.

Ahlâk felsefesinin yanı sıra, mantık ve fizik bilimlerine de ayrı bir önem vermiş olan Stoacılar, kozmosun yapısını inceleyen fiziği bir ağaca; insanların bu yapı içinde nasıl hareket edeceğini gösteren ahlâkı verimli bir tarlaya ve fizik ile ahlâkı koruduğu için mantığı bir sura benzetirler. Ayrıca Stoacılar, felsefeyi canlı bir varlığa benzetirken; mantığı onu oluşturan kemik ve sinirlere, ahlâkı etli kısımlara, fiziği ise bu canlı varlığın ruhuna benzetirler.

Joseph-Marıe Vıen, Marcus Aurelius Distributing Bread to the People 1765

Joseph-Marıe Vıen, Marcus Aurelius Distributing Bread to the People 1765

Stoa Okulunun tarihi, üç büyük döneme ayrılmaktadır: Bunlar; M.Ö. III. yy Kıbrıs’lı Zenon, Kleanthes ve Khrysippos’un yer aldığı Eski Stoa; M.Ö. II.-I. yüzyıllarda, öncülülüğünü Diogenes, Panetius ve Poseidoios’un yaptığı Orta Stoa; M.S. I.-II. yüzyıllarda Seneca, Epictetos, ve Marcus-Aurelius’un öncüllüğündeki “İmparatorluk Stoası” olarak da isimlendirilen Son Stoa şeklindedir. Akdeniz’in farklı bölgelerinde, birbirini takibenden değişik zamanlarda, üç ayrı görünümle ortaya çıkan Stoacı akımlar arasında her ne kadar bazı farklılıklar bulunsa da, bunların her biri ahlâk, adalet ve erdem esaslarına dayandıklarından ortak yanlarının ağır bastığı görülür.

Stoa felsefesinin dinî yanı, en güçlü biçimde Marcus Aurelius’ta görülür. Seneca ve Marcus Aurelius ruhun ölümsüzlüğüne inanırken, Epiktetos ölümden sonra bir yaşamın varlığını kabul etmez. Marcus Aurelius’un felsefesi çoğu kez, ölüm hakkında derinlemesine düşünmenin çevresinde merkezlenmiştir; ama Pascal’ın vurgularını akla getiren temel bir tedirginliği, hatta bir karamsarlığı gösterse de insancı bir cömertliğe de açılır, çünkü Marcus Aurelius her birimizi, kendimizi yalnızca sitenin bir yurttaşı olarak değil, dünyanın bir yurttaşı olarak değerlendirmeye çağırır.

Bir Roma imparatoru olan Marcus Aurelius’dan sonra Stoa felsefesi artık büyük filozoflar yetiştirememiştir. Fakat Stoa ahlâkı Ortaçağ, Rönesans ve modern zamanlarda da canlılığını sürdürmüştür. Stoacı filozoflar bütün okullarda okutulmuş, Montaigne, Descartes, Pascal gibi filozoflar Stoacıların düşüncelerinde yoğunlaşmışlardır.

Marcus Aurelius'un büstü, Venedik Ulusal Arkeoloji Müzesi

Marcus Aurelius’un büstü, Venedik Ulusal Arkeoloji Müzesi

Marcus Aurelius’un, içebakışı nedeniyle, Düşünceler adlı yapıtı kimilerince, “Kendime Bakışlar” diye de anılır. Marcus Aurelius, kendini tam bir Romalı yurttaş, bir imparator, görev başında bir asker gibi görür. İktidarda olan birini kolayca kışkırtacak duygulardan kaçınır; ölçüsüz davranma, öfkeye kapılma, işi oluruna bırakma, özellikle de kendini beğenmişlik gibi tuzaklara düşmekten sakınır; tam bir Stoacı erdemi, alçakgönüllülüğüyle davranmak için kendini sürekli olarak denetler, bilgeliğe erişmek için çaba harcar. Stoa felsefesinin dinsel yanı, en güçlü biçimde Marcus Aurelius’ta görülür. Seneca da, Marcus Aurelius da ruhun ölümsüzlüğüne inanırlar; oysa Epiktetos ölümden sonraki bir yaşamın varlığını kabul etmez.

Eugene Delacroix, Last Words of the Emperor Marcus Aurelius

Eugene Delacroix, Last Words of the Emperor Marcus Aurelius

Marcus Aurelius’un, Stoa felsefesi üzerine yazdığı “Düşünceler” adlı eseri aynı zamanda bir öğüt niteliğinde olup, bireysel düzlemde içe dönük spekülasyon, dışa dönük olarak da bir tür içten ve metafizik bir günlük olarak değerlendirilir. Marcus Aurelius’un, değişik adlarla “Günce, Açıklamalar, Anılar, Kendi Kendime, Düşünceler” olarak adlandırılan kitabı çoğaltılıp yayımlanmak için yazılmamıştı; başkalarına öğüt vermek için de yazılmamıştı. “Sen” diye seslendiği, okur değil, kendisidir; kendi kendisiyle söyleşidir Düşünceler baştan sona. Kitap boyunca, Marcus Aurelius, kendi kendisine öğütler verir.

Eser ilk olarak 1558’de yayınlanır. Marcus Aurelius yalnızca Stoa felsefesi üzerine yazmakla kalmamış, daha dikkat çekici olanıysa, Stoacı ilkelere göre yaşamaya da özen göstermiştir. Yani bir bakıma o, yaşadıklarını kaleme alırken, öten yandan da, yazdıklarını yaşamak suretiyle, bir teoripratik birlikteliğini gerçekleştirmiştir. Bütün bunlara karşın, imparatorluğu döneminin çoğunda savaşmak zorunda kalması ve bu eserini de savaş alanlarındaki ordu karargahlarında kaleme almış olması kaderin bir cilvesidir. Çünkü Marcus’un, yaşamının önemli bir kısmını kan ve göz yaşı ortamında geçirmiş olmasına karşın, hayret verici bir şekilde şefkatin, müsamahanın, merhametin, insana ve insani olan her şeye saygının canlı örneği olduğu söylenir.

İtalya, Capitol Tepesi, Marcus Aurelius Heykeli

İtalya, Capitol Tepesi, Marcus Aurelius Heykeli

Marcus Aurelius’un Düşünceler’de dili, içtenlikli, özentisiz, yer yer çetin­leşip çetrefilleşse de, genellikle açık seçik. Şiirsel olma çabası gütmese de kitabı kendisi için yazdığına göre şiirsel olma ça­bası gütmediğini söyleyebiliriz. Bir çeşit kendiliğinden şiirsel dile dönüşüyor zaman zaman. Kimileri, dilin ara ara çetrefil­leşmesini Yunancasının çok iyi olmayışına yormuşlardır. Ne var ki, Marcus Aurelius’un dile büyük bir özen gösterdiğini, hocası Fronto’nun ona yazdığı bir mektupta açıkça görüyoruz. Fronto örnekler vererek birbirine çok yakın anlamlı birkaç söz­cük arasından en doğru, en yerinde olanı seçmenin önemini vurgular. Marcus’un bu konuda gösterdiği titizliği över.

 “Hippokrates birçok hastalığı iyileştirdikten sonra, ken­disi de hastalanıp öldü. Kaldeli yıldızbilimciler birçok kişinin ölümüyle ilgili kehanette bulundular, sonra onlar da yazgıdan kaçamadılar. Büyük İskender, Pompeius ve Gaius Caesar bir­ çok kenti yerle bir ettiler, on binlerce atlı ve yayayı savaş alanın­ da kılıçtan geçirdiler, ama gün geldi, onlar da bırakıp gittiler yaşamı. Herakleitos, dünyanın nasıl ateş tarafından yokedileceği üstüne öylesine uzun uzun tartıştıktan sonra, vücudu su topladı, bedenine inek pisliği sıvanmış olarak öldü. Demokritos’u pireler öldürdü, Sokrates’i ise bambaşka bir pire türü. Bütün bunların anlamı nedir? Gemiye bindin, yolculuğu ta­mamladın, limana vardın: kıyıya çık. Başka bir yaşama doğru gidiyorsan, öte dünyada bile tanrılar eksik değil; öte yandan artık hiçbir şey duymayacağına göre acıları ve hazları duyma­yacaksın ve ondan üstün olduğu ölçüde ona hizmet edenden çok daha aşağı olan bedenin kabuğuna hizmet etmeyeceksin: Çünkü biri zihin ve koruyucu ruhtur, ötekiyse toprak ve çürü­müşlük.” (Düşünceler)

Marcus Aurelius'u bulunduğu sikke

Roma sikkesi, ön yüzü: Marcus Aurelius’un büstü, arka yüzü: Roma mitolojisinde barış, esenlik, anlaşma ve uyum tanrıçası Concordia, M.S.161

Bir biçimde güzel olan her şey kendisi için güzeldir ve toplayabileceği övgülerden bağımsız olarak kendi içinde tam­dır. Övgü, övülen nesneyi ne daha iyi kılar, ne daha kötü. Bu­nu günlük dilde herkesin güzel olduğunu söylediği şeyler için de söylüyorum, örneğin, maddî şeyler ve sanat yapıtları için. Çünkü gerçekten güzel olan şeyin başka bir şeye gereksinimi yoktur, yasa gibi, gerçek gibi, iyilik ya da alçakgönüllülük gibi. Bu şeylerin hangisi övüldüğü için güzeldir, ya da değeri küçümsendiği için değerini yitirir? Zümrüt, onu övmezlerse daha mı az güzel olur? Ya altına, fildişine, erguvana, lire, kılıca, çiçe­ğe, fidana ne diyelim?(Düşünceler)

Aurelius’un İmparatorluk döneminde meydana gelen bazı olayları şöyle sıralayabiliriz: M.S. 161 yılının Ağustos ayında, Tiber Nehri’nin taşması, Roma’nın pek çok yapısına zarar verip, hayvan ölümlerine neden olur. Meydana gelen su baskınları ve depremler, Roma’nın büyük bölümünün yıkılmasına, tahıl depolarının zarar görmesine ve kıtlığa neden olur. Aynı yıl Partia Savaşı patlak verdi. Bu savaşa, doğu lejyonları komutanı yaptığı üvey kardeşi Lucius Aurelius Verus Commodus gider. Bu savaştan dönen ordunun getirdiği salgın hastalıksa ölümcül olur, özellikle Roma’da ve nüfusu yoğun olan bölgelerde pek çok can kaybına yol açar.

Aurelius, özellikle kendi fikirlerinin hakim olduğu pek çok kanun çıkartır. Yönetiminin ilk yıllarında, bir çok kanunda, özellikle de sivil hukuktaki suistimal ve kural dışılığa karşı pek çok reform yapar. Yani, hukuku yenilemekten çok, eskisini düzeltir. Köleleri, dulları ve azınlıkları kategorize ederek kan/nesep ilişkilerini yeniden tanımlar. Ceza hukukundaki farklı cezalandırmalardan kaynaklanan sınıf farkını, daha dürüstler ve daha alçakgönüllüler şeklinde yeni bir düzenlemeye tabi tutar. Ekonomik zorluklara rağmen halktan alınan vergileri mümkün olduğunca düşük tutarak, fuzuli harcamalardan kaçınır Devlet savunması için gerekli olan yol yapım çalışmalarına, ticaretin geliştirilmesine ve kale inşalarına önem verir. Mahkemelerin iyileştirilmesini sağlar. Yeni toprak reformu, adli yönetimdeki yenilikler, yasaların insana uyar biçimde yeniden yorumlanması, miras konusunda doğal hakların tanınması, toprakların yönetim bölümlerine ayrılması ve medeni kanunun yürürlüğe konması…

Marcus Aurelius Sütunu

Marcus Aurelius Sütunu

Marcus Aurelius, on dokuz yıllık hükümdarlığının hemen hemen on yedi yılını savaşlarda, sınır boylarında, seferlerde geçirmiştir. Yani bir imparator olarak çok da rahat, sakin, gamsız bir yönetim süreci olmamıştır. Özellikle askeri sorunlar ve bunların neden olduğu, beraberinde getirdiği ekonomik problemler karşısında Marcus Aurelius, bilgili ve basiretli bir imparator, azimli, çalışkan ve dikkatli bir idareci portresi çizmiştir. Böylelikle Roma İmparatorluğu bu en görkemli çağında, kuzeyde İngiltere’den, güneyde Afrika çöllerine, batıda Atlas okyanusundan, doğuda Mezopotamya’ya kadar uzanan sınırlara sahip olarak her alanda altın çağını yaşamıştır.

Aurelius hoşgörülü, adaletli ve tutarlı yönetimiyle başarılı olmuş ve çok sevilmiştir. Öyle ki, yerinde gözü olan komutan Avidius Cassius, imparatorun hastalığını bahane ederek O’nun öldüğü haberini yayıp da kendini imparator ilan edince, imparatorun aslında ölmediği haberini alan Cassius’un askerleri ayaklanarak, generalin başını keser, onu imparatora götürürler. Fakat Marcus Aurelius buna çok üzülür ve ne olursa olsun, bir insanın asla bu şekilde cezalandırılmaması gerektiğini söyler. Roma’nın yıldızı onun zamanında parlamış, imparatorluk en büyük ihtişamına onun döneminde kavuşmuştur.

Giovanni Paolo Pannini,

Giovanni Paolo Pannini, Ruines d’architecture avec l’arc de Janus, le temple de Vesta et la statue équestre de Marc-Aurèle, 1743

Ancak Marcus Aurelius’un Hıristiyanlara karşı baskıcı bir siyaset izlediği söylenir. Söylenir diyoruz, çünkü aslında belki de Marcus Aurelius’un Hıristiyanlara zulüm edildiğinden haberi yoktu, belki de sadece basitçe müsaade etmiştir. Çünkü O’nun döneminde Hıristiyanlar, düzene karşı davrandıklarından, kanlı zulüm dalgaları olmuştur. Bu bilgiler, kilise tarihinde mevcut ve önemli yeri olan mektuplarda yer almaktadır. Roma toprakları içinde yer alan Galya’daki Hıristiyanların, Asya’daki Hıristiyanlara gönderdikleri mektuplarda, Hıristiyanlara yapılan işkencelerden ve bunun imparatorluğun emri olduğu söylenir. Fakat bazı eleştirmenlerse bu bilgilere kesin olarak itimat etmezler. Çünkü bu bilgilerin, modern yazarlar tarafından kilise tarihini süslemek için mucizevi olay ve mübalağalar ile hikayeleştirildiğini söylerler.

İmparator olması anısına Trablus'da yapılan Marcus Aurelius Kemeri.

İmparator olması anısına Trablus’da yapılan Marcus Aurelius Kemeri.

Marcus Aurelius, son yıllarında karısı Faustina’nın ölümüyle sarsılır ve kendini iyiden iyiye felsefeye verir. Tuna boylarında bir seferdeyken, yanında oğlu Commodus olduğu halde, büyük olasılıkla vebadan, 17 Mart 180’de ölür. Belirtildiğine göre, vücudu veya külleri muhtemelen Roma’ya götürülüp ve tanrılaştırılarak onurlandırılır. Oğlu Commodus babasının anısına, etrafında yer alan ana rölyef ve kabartmaları, Antoninus’un Marcomanlar ve Quadlara karşı kazandığı zaferleri canlandıran bir sütun diktirir.

O’nun ölümünden sonra Roma İmparatorluğu tam anlamıyla bir çöküş dönemine girer. Böylesine olumsuz bir süreçte ise, Roma İmparatorluğunun altın çağının simgesi kabul edilmiş babası Aurelius’un aksine, Roma’nın gelmiş geçmiş en zalim hükümdarlarından biri olarak tanımlanan oğlu Commodus’un (180-192) da payı büyük olmuştur. Yönetim periyotları ve özellikleri bakımından bakıldığında, şurası muhakkaktır ki, Marcus Aurelius’un hem insani hem de bir imparator olarak gösterdiği bu başarılarında, diğer imparatorlardan farklı olarak aynı zamanda bir filozof oluşunun da katkısı, kuşkusuz büyüktür.

Kaynak
Dokimeon HeykelleriKıbrıslı Zenon Ve Stao OkuluFaustina’nın Kızları / Puellae FaustinianaeMarcus Aurelius, Düşünceler, Şadan KaradenizMarcus Aurelius’un FelsefesiMarcus Aurelius’un Ahlak Ve Siyaset Felsefesine Bir Bakış


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir