Herakleitos’tan Sokrates’e, Aristoteles’ten Descartes’e binlerce yıllık felsefe tarihini, felsefe tarihinin önemli filozofları ve bu filozofların önemli sözleriyle özetlemeye çalıştık. Bu çalışmayı hazırlamak için Mathias Leboeuf’un 32 Alıntıda Felsefe Tarihi kitabından yararlandık.
1. Herakleitos (M.Ö 550 – 480), Aynı Suda İki Kere Yıkanamazsınız
Herakleitos, düşüncesinin karmaşıklığının yanı sıra zor ve taşkın karakteri nedeniyle karanlık sıfatını fazlasıyla hakeder. Aristokrat bir aileden gelir, siyasi ve dini görevlerin tümünü reddeder. Kibirli, alıngan, çabuk öfkelenen, parlayan, insanlardan kaçan, melankolik, gururuna çok düşkün biri. Ondan geriye düşünceye ilişkin, sayısı 15’i bile bulmayan parçalar, sonraki yazarlarca derlenip günümüze ulaşır.
Herakleitos değişimin, çelişkinin ve şeylerin süreksizliğinin ilk düşünürüdür. “Aynı suda iki kere yıkanamazsınız” özlü sözü, felsefenin bütününün yoğunlaşmış ve onu tam olarak yansıtan ifadesidir. Ama ne yazık ki, en yaygın bilinen çeviri filozofun düşüncesinin merkezindeki gerilimi ezip geçer. Edebi olmayan ama doğru çeviri şu olmalıydı: “Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden başka başka sular akar.” Şeylerin içinde aynıyla başka arasında bir mücadele vardır ve onları devingen kılan da budur. Her zaman aynı ırmakta yıkanırız, ama o her defasında farklı bir ırmaktır, çünkü her an yeni su gelip öncekinin yerini alır. Bütün Sokrates öncesi filozofların sorduğu “Varlıkta sonsuza kadar süren nedir?” sorusuna Herakleitos “Değişimin bizatihi kendisidir” cevabını verir.
2. Sokrates (M.Ö 470 – 399), Bildiğim Bir Şey Varsa, O Da Hiçbir Şey Bilmediğimdir
Antik Yunan’ın Büyük Filozofu Sokrates’in Sözleri Ve Hayatı isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz.
Sokrates felsefeye öncelikle kişiliği ve felsefe yapma tarzıyla damgasını vuran biridir. Babası heykeltraş Sophroniskos, annesi ise bilge kadın Pheranetes’tir. Dönemin tüm genç Atinalıları gibi edebiyat, müzik, jimnastik eğitimi almış, ardından sofistlerce eğitilip, İonyalı filozofların spekülasyonları arasında büyümüştür. Sokrates’in dile düşecek kadar çirkin biri olduğunu biliyoruz. Ki o zamanlar Yunanlılar için çok büyük önem taşıyan güzelliğin, insanın erdemini yüzüne yansıttığına inanılırdı.
Düşünce tarihine damga vuran Sokrates’in imzasını taşıyan özlü söz budur: “Bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir.” Sokrates bilgelik sahibiymiş gibi duranlar ve bilgiyi tekelinde tutar görünenler arasında geniş bir araştırma yapmıştır. Politikacılar, zanaatkarlar, sanatçılar, askerler, şairler… Sokrates muhataplarının hiçbir şey bilmediği halde bildiklerini sandıklarını fark eder. Sadece fikirleri vardır, hiçbir araştırmaya dayanmaz. Cesaret gösterdiklerini düşünürler, cesaretin ne olduğunu bilmezler. Adil olduklarını düşünürler, ama adaletin ne olduğunu bilmezler. Kimileri ise aşık olduğuna inanır, aşkın ne olduğundan bihaberdir.
Sokrates ise bildiğine inanmaz, tam tersine hiçbir şey bilmediğini bilir, onu insanların en bilgesi kılan da budur. Sokrates, bütün siyasi otoritelerin dayanaklarını bilgiden aldığını söyler. Oysa haklıyı haksızdan sadece logosun (söz, akıl, anlam, düşünce kavramlarının tümünü kapsayan deyim) ayırdığına inanan Sokrates, kendini adalet ve erdem dağıtıcısı ilan edenlerin, karar verme yetkisini kendisinden başkasına tanımayanların foyasını ortaya çıkarır. Gerçekten gerçeği arayan biri, bildiği sandığı şeylerin hiçliğini, temelde hiçbir fikri olmadığını keşfettikçe kendini sorgulamaya başlar ve kendi gerçeğini keşfetmeye koyulur. Bildiğimiz şeylerin tartışılır olması, kendimizin, hayatımızı yöneten değerlerin sorgulanması demektir, ki Sokrates’in de söylemek istediği budur.
3. Platon (M.Ö 427 – 348), Durumumuz Tam da Şu: Yerin Dibinde Bir Çukura Tıkılıp Kalmışız, Kendimizi Yeryüzünde Sanıyoruz
Platon, çok sayıda kişinin sanattan aşka, politikadan bilime, ölümden kozmoloji ve ahlaka çok çeşitli konularda görüş beyan ettiği 34 diyalog kaleme almıştır. Öğrencisiyim dediği Sokrates, bu metinlerde başat rolde, kendi adına konuşmak istemeyen varisinin sözcüsü gibidir. Bu yüzden Sokrates nerede biter, Platon nerede başlar ayırt etmek kolay değildir.
Platon algılanabilir dünyanın yalan olduğu ilkesinden yola çıkar. Gördüğümüz, hissedebildiğimiz her şey yanıltıcıdır. Gerçek başka bir yerdedir. Saf, basit, sıradanlıktan arınmış, kavranabilir idealar dünyasında. Uzayın ve zamanın ötesinde, kendiliğinden var olan, duyularla değil, ruhsal olarak, anımsama yoluyla kavranabilen, duyularla yalnızca görüngüleri algılanabilen asıl gerçeklik…
Platon bu idealar dünyasını ünlü mağara alegorisiyle açıklar. Durumumuz bir mağarada tutulan mahkumların durumuna benzer. Karanlıkta zincirlenmiş durumdaki bu mahkumların tek gördüğü, alevlerin önlerindeki duvara yansıttığı gölgelerden başka bir şey değildir, bunların neyin gölgesi olduğunu anlamak için dönüp bakmazlar bile. Adamlar bu karanlık koşullara alışmışlardır. Ama aralarından birini serbest bırakırsak, onu ışığa bakmaya zorlarsak, karanlığa alışmış gözleri kamaşacak, acı çekecektir. Gözleri ışığa alıştıktan sonra iyinin yüceliğini, aşkın ideayı aydınlatan güneşini seyredebilir.
Mağara alegorisi bize neyi öğretir? Felsefe yolunun sarp ve zorluklarla dolu olduğunu. Acı dolu bir dönüşüm gerektiren olgudur bu, bizi tutsak alan algı, gerçekliklere artık güvenmemeyi zorunlu kılar. Mağara alegorisi günümüzde, gerçekten kaçış yolları arayan televizyon, internetin sanal dünyası, video oyunları ya da tümüyle gerçekliği yansıtma iddiasında olup da bizi ondan yoksun bırakan kamuoyu araştırmalarıdır. Felsefe sürekli tekrarlanan bir başlangıçtır, felsefede hiçbir şey tamamlanmış, bitmiş değildir. İnsanları yerin dibine gömüp tutsak alan mağara karanlığına, tekrar tekrar iner ve sırası gelen ötekileri de dönüştürür.
4. Aristotales (M.Ö 384 – 322), Bir Kırlangıçla Tek Bir Gün Bile Bahar Olmaz
“Ve nitekim, mutluluk ve büyük sevinçler öyle bir günde ya da benzer bir küçük zaman diliminde gelmez” diye devam eder Aristotales.
Babası Yunanlıların yarı barbar saydığı Makedonya Kralı II. Amintas’ın doktorudur. Aristotales, 17 yaşında Atina’ya gelip Platon’un akademisinde eğitim görmüştür. Orada ustasının ölümüne dek 20 yıl kalıp, akademinin en parlak öğrencisi olacaktır. 343 yılında, sonraki yılların Büyük İskender’i olacak oğlunun eğitmeni olarak Makedonya Kralı II. Filip’in hizmetine girer. İskender 340’da kral olduğunda Atina’ya geri döner, Platon’un akademisine rakip olarak kendi okulunu kurar. Dönemin bütün bilimlerini sistematik bir entegrasyona tabii tutması nedeniyle Aristotales’i ansiklopedistlerin ilki saymak gerekir. Sadece bir bölümünün günümüze ulaştığı Corpus’ta, mantık, etik, şiir, metafizik (kendisi bu terimi kullanmasa da) alanında yazıları yer alır.
Kuşkusuz mutluluğu en kesin şekilde tanımlamaya çalışan Aristotales’tir. Oğluna ithaf ettiği Nicomakos’a Etik’in büyük bölümünü buna ayırır. Haz, zenginlik, onur gerçekten bizi mutlu eder mi? Aristotales’in kuşkusu vardır. Dizginsiz zevk arayışı, insanı hayvanların seviyesine alçaltır, onuruna düşkünlük iddiası ise epeyce yapay ve sadece kendini saygıyı hak eden biri olduğuna inandırmaya çalışma ihtiyacının yarattığı bir arzuymuş gibi görünür. Üstelik bizi kendimizi onurlandırmasını istediklerimize bağımlı kılar. Zenginlik iştahı ise amaç ve araçları birbirine karıştırmaktır. Hayatta başarılı olmakla, hayatı başarmak arasındaki farka ilk dikkati çeken Aristotales’tir.
Aristotales’e göre insan düşünen bir hayvandır ya da en azından aklı olan hayvan. Madem ki bütün eylemler ve bütün seçimler belli bir iyiye ulaşma eğilimindedir. İnsan için iyi, kendisini tam olarak geliştirmesine izin veren aktivitedir. İnsan için iyi olan, ruhun erdemle uyum halindeki aktivitesinde ortaya çıkar. Mutluluğun, insan için iyinin Aristotalesçe tanımı budur. Dolayısıyla erdemsiz mutluluk olmaz. Filozof, erdemi her şeyin içindeki doğruyu arama çabası olarak tanımlar. Erdemli bir faaliyet hatalardan olduğu kadar, aşırılıklardan da uzak durur. Zaten, Yunanlılarda erdem ve mükemmellik aynı kelimeyle arété ile isimlendirilir.
Bu yüzdendir ki, bir kırlangıçla tek bir günün bahar olması gibi mutluluk ve büyük sevinçler de tek bir günün ürünü olamaz. Mutlu olmak için zaman gerekir. Mutluluk parmak şıklatmasıyla ya da kanat çırpmasıyla gelmez. Erdemli, ihtiyatlı, bunların tümüne uygun bir davranış içinde olan biri çok mutlu olabilir. Ama birinin dışarıdaki herhangi biri sayesinde değil, doğasındaki niteliklere dayanarak çok mutlu olması mümkün mü? Bu yüzden belirtmemiz gerekir ki, çok talihli olmakla mutlu olmak birbirinden farklı şeylerdir.
5. René Descartes (1596 – 1650), Düşünüyorum Öyleyse Varım
Modern felsefenin kurucusu olarak adlandırılan Descartes’in 1637’de yazdığı Yöntem Üzerine Konuşma kitabında yer alan bu özlü söz, felsefe tarihinin en ünlü sözlerinden biridir. Descartes, kraliyet kolejinde katı bir cizvit eğitimi aldıktan sonra hukuk öğrenimini tamamlar. Rennes Parlementosu’nda danışman olan babasının yolundan gitmek yerine, 1618 ve 1648 arasında Avrupa’yı paramparça eden Otuz Yıl Savaşları’nın başında, önce Maurice de Nassau’nun sonra da Bavyeralı Maximilien’in ordusuna katılarak askerlik kariyerini seçer.
Bavyera’da bulunduğu sırada Kasım 1619’da gördüğü üç rüya ona bilim yolunu açar. Kendi yorumuna göre, avareliğinden ötürü azarlanır ve o an aklını teslim alan hakikat, ruhu tarafından ziyaret edilir. Ve hayranlık verici bir bilimin kurucusu olma hazırlıkları böyle başlar. Askerliği bırakıp, kendini optik, matematik ve algıyla ilgili meselelere verir. Bu epeyce hareketli formasyon yıllarında Descartes’i seyyah, yarı mistik fikirli bilim adamı, kısmen de maceracı olarak görürüz. Descartes meslekten filozof değildir, o eklektik bir zekadır, kendinden sonra otorite haline gelecekse de, hiçbir otoriteye tâbi değildir.
Descartes, “İstisnasız her şeyden kuşku duymakta olan ben, kuşku duymakta olduğumdan kuşku duyamam. Çünkü kuşku duyarken kuşku diye bir şeyin var olduğunu, dolayısıyla kuşku duyan bir benliğimin var olduğunu açık ve seçik olarak bilirim” der ve böylelikle “Düşünüyorum, öyleyse varım” sonucuna ulaşır. Daha sonraki kitaplarında bu sözün farklı versiyonları olur.
Bu sözdeki devrimci nitelik, formülasyondan çok Descartes’in onu kullanım biçimidir. Descartes, ilk olarak şüphe duyduğu her şeyi, açık ve seçik bir temel nokta bulana dek kenara atması gerektiğine inanmıştır. Mantık, cebir ve analitik geometri ilimlerinden etkilenerek, bunu felsefeye uyarlamıştır. Oluşturduğu yönteminin 4 temel kuralı vardır:
1. Açık seçik ortada değilse, hiçbir şey doğru kabul edilmemeli.
2. Gerektiğinde zorlukları bölmek ve basit problemlere dönüştürmek gerekir.
3. Problemin karmaşıklığını kavrayalım.
4. Hiçbir şeyi unutmadığımızdan emin olalım.
“Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü Descartes’in meşhur kartezyen felsefesinin birinci ilkesi olur ve özel bir statü kazanır.
6. Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844 – 1900), Beni Öldürmeyen Şey Beni Daha Güçlü Kılar
“İnsan değilim, dinamitim ben” diyen Nietzsche, kışkırtıcı, patavatsız, esrarengiz, radikaldir, şaşırtır, hatta sinirlendirir, yanına yaklaşmak öyle kolay değildir. Çok büyük bölümü aforizmalar olarak kaleme alınan düşüncesini, basit ve kolayca okunabilir hiçbir doktrine sığdırmak mümkün değildir. Nietzsche, “Benim hep yaşadığım ve anladığım kadarıyla felsefe varlığı şaşırtıp soru sorduran her şeyi, ahlakın bugüne kadar sürgüne gönderdiği herkesi aramak için buzulların arasında ve en yüksek tepelerde yaşamaya gönüllü olmaktır.” der.
Öncelikle Nietzsche’ye yapılan haksızlıklardan birine açıklama yapmamız gerekir, eğer bu yapılmazsa filozofa büyük haksızlık olur: Nietzsche’nin Nazizm ve antisemitizmle (Yahudi karşıtlığı) ilişkisi olduğu söylemi. 1889’da Torino’da bir demans krizinden sonra bilincini yitirir ve kızkardeşi Elisabeth’in bakımıyla 11 yıl daha yaşar. 1900’de ölen Nietzsche’nin üstün insan ya da gücün iradesi gibi kavramlara kılık değiştirip yapıtından esinlenen nasyonal-sosyalist rejimden hiç haberi olmamıştır. 1930’larda Nazi Partisi’ne üye olacak kızkardeşine bilincini kaybetmeden 2 yıl önce şunları yazar: “Son zamanlarda beni antisemit mektup ve gazetelerle bunalttılar. Bu partiye (ki ismimden yararlanmaya bayılıyorlar) duyduğum tiksintiyi mümkün olan her fırsatta dile getiririm.” Ancak Nietzsche çöküş halinde olduğuna inandığı demokrasiden pek hoşlanmadığını açıkça dile getirmiştir. Sosyalizmi ise aşağılara dizili doktrinler olduğu için reddetmiştir.
Hayatını belirleyen tek şey, acı ve kabahattir. Nietzsche’ye göre toplumun geleneksel değerleri aşağılayıcı, uyuşturucu, iğdiş edici ve marazidir. İnsanı küçülten, önünü kesen, gücünü kıran şeyler. Doğru, iyi ve kötü bizi öyle koşullandırır ki, tek çare özgür ruhlar olmak için kendimizi aşmaktır. Filozofun yapmak istediği insana bir şeyleri aşmayı, iyi ve kötünün ötesinde bir hayatı yaşamayı yeniden öğretmektir, ahlakın diktasından kurtulmayı, artık köle gibi davranmamayı ve gücünün farkında olmayı. Ve işe de ilk derste şunu öğreterek başlayacaktır: Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir.
7. Epikuros (M.Ö 341 – 270), Haz, Mutlu Bir Hayatın Hem Başı Hem De Sonudur
Epikuros’un yazdığı 300 tomardan geriye, sadece 3 mektup ve birkaç özlü söz kalmıştır. Midilli’de (Lesbos Adası) ve sonra Lampsakos’da (Çanakkale Lapseki ilçesi yakınları) öğretmenlik yapan Epikuros, M.Ö 306’da Atina’da kendi adıyla anılacak Bahçe Okulu’nu kurar. Öğrencileri taparcasına sever onu ve bu durum birçok kişinin kıskançlık ve nefret duygusunu körükler. Rakipleri onu sefahat düşkünlüğü, pisboğazlık, intihalcilik (fikir hırsızlığı), aşırı seks ve fahişe meraklısı olmakla, hatta kadın satıcılığıyla suçlar. Basit bir aileden geldiği söylenir. Babası ders vererek geçimini sağlar. Annesi ise yarı şifacı, yarı büyücü birisiydi. Okulu Atinalı olmayanlara, kadınlara, kölelere herkese açıktı.
En önemlisi öğretisi, Platon ve Aristotales geleneğinde derin bir kopukluk yaratması, hazzı yüceltmesiydi. Epikuros bir haz filozofuydu buna kuşku yok, ancak mutluluğun kaynağını hazda görse de, öğretisini sefahat kışkırtıcılığı, arzuların nasıl tatmin edileceği ile karıştırmamak gerekir. En büyük haz ekmek ve sudan alınır, yeter ki onlara ihtiyacımız olsun der. Onun talep ettiği haz iç yaşamla alakalıdır. Epikürcülük terimi (haz ve sefa düşkünlüğü) onun isminden esinlense de, Epikuros Yunanca’da imdada koşmak, yardım etmek demektir.
Epikuros, Tetrapharmakon adı altında topladığı ve Epikürcü mutluluk öğretisini 4 başlıkta toplar:
1. Tanrılara yakarmayın: Zira onlar mutludur, ölümsüzdür, hiçbir şeyi umursamazlar. İnsanların kaderleriyle neden canlarını sıksın?
2. Ölümden korkmayın: O geldiğinde biz olmayacağız, biz yaşıyorsak o da gelmemiş demektir. İnsan ölümünü göremez, çünkü ölüm denen şey, bizi oluşturan atomların parçalanmasından, her türlü duygunun yok olmasından ibarettir.
3. Ağrılara dayanmak kolaydır: Diyelim ki dayanılmaz bir acı duyuyoruz, bu kısa süreli olacak ve ölüm gelip o acıyı dindirecektir. Diyelim ki acımız uzun sürüyor, demek ki bu dayanılabilir bir acıdır, ya da bizi yenebilecek güçte değildir. Epikuros daha ileri giderek, “Kronik hastalıklarda insan, etinde haz da duyar, ki bu ona acı çektiren şeyden daha önemlidir” der.
4. Mutluluğa ulaşmak kolaydır: Kaygıları aşmak, kargaşadan kaçınmak, kendine yetmeyi bilmek, hazdan ihtiyatlı ve ölçülü yararlanmak yeterlidir. Epikuros doğal hazları, anlamsız ve boş hazlardan ayırır. Şan şöhret sahibi olmayı, zenginlik hırsını boş ve anlamsız hazlar olarak görür. Bunlar hem yapaydır hem de kargaşaya neden olur, kalıcı tatmin sağlamaz, bunlardan kaçınmak bilgeliğe yaklaştırır bizi.
8. Epiktetos (55 – 130), Hayatta Kimi Şeylerin Varlığı Bize Bağlıdır, Kiminin İse Değildir
Genellikle ve haksız yere naif bir kaderciliğin ve gerçeklerden kaçışın formülü gibi yorumlanan bu sözün neleri kapsadığını bir anda anlamak o kadar kolay değil. Özgürlüğümüzü koruyalım ve ayaklarımızın üstünde dik duralım. Herşeye rağmen, kimi şeyler bana bağlı değilse de, başıma geleceklerden ben sorumlu olamam ve dolayısıyla üzülmem de gerekmez.
Epiktetos, tıpkı Sokrates gibi hiçbir şey yazmamıştır. İmparator Domitianus’un bütün filozofları Roma’dan kovmasından sonra, ünü kısa zamanda yayılan bir okul açtığı, Epir’deki (günümüzde Yunanistan’ın Çamlık (Çamerya) bölgesi) Nicopolis’te derslerini sözlü verir. Öğrencisi Arrianos, ustasının ders notlarını derler ve iki yapıt halinde yazıya geçirir. Görüşmeler derslerinin bir bölümünü aslına uygun kopyasını oluşturur. El Kitabı ise öğretisini, öğütler biçiminde ele alır.
Staocu felsefeye göre, mutluluk ve bilgeliğe ulaşmak için insanın kendisini köleleştiren her şeyi aşmalıdır. Bu cümle, Epiktetos’un hayatında metaforik ve biyografik olarak anlam bulur. Zira Epiktetos filozof olmadan önce acımasızlığı ile ve uyguladığı şiddetle tanınan Epaphrodites’in kölesidir.
Epiktetos’a göre durmaksızın dönüp yeniden bakılması gereken, özgür ve kendinin efendisi olmayı başarmak için bağımlılıkları aşmaya çalışmak gerekir. Muhakeme, davranış dürtüsü, arzu, tiksinti bize bağlı şeylerdir. Buna karşılık beden, maddi zenginlikler, başkalarının bizimle ilgili fikirleri ve iktidar (kamu görevleri) bize bağlı değildir. Filozof bütün bu şeylerin bize bağlı olmadığını varsayar. Son tahlilde yaptıklarımızın sonucu değillerse eğer, bunlar bizim dışımızda şeylerdir. Zengin olma hırsı, şan şeref peşinde koşmak, yüksek mevkilere göz dikmek, bunların hepsi denetleyemediğimiz şeylere bağlanıp kendimizi aşağılamaktır. Böyle şeylerle karşılaştığımızda tümüyle ilgisiz davranmalıyız. Bizi alt üst eden şeyler değil, şeylerle ilgili yargılarımız olduğunun farkında olmak, mutsuzluğumuzdan kendimizin sorumlu olduğunu kabul etmektir, çünkü bu sadece bize bağlıdır. Bahtsızlığımızın nedenini başkalarına ya da şeylerin üzerine atmamızın yararı olmaz. Doğayla uyumlu yaşamak, kendimizle barışık olmak, bu süreçte kabullenmeyi de beraberinde getirir. Olayların altında ezilmemek, yarattığın olay ve gelişmelerin ürünü olmak gerekir. Ne olduğunun peşine düşme, ne olduysa oldu, ama sen şunu dile, ne olacaksa olacağı gibi olsun ve hayat mutlu sürsün.
Kaynak
32 Alıntıda Felsefe Tarihi, NTV Yayınları, Mathias Leboeuf
Yorum Yap