Sosyalist gerçekçi edebiyat denince akla ilk Gorki gelir, hatta bir tek Gorki gelir. Sosyalist gerçekçilik her şeyden önce proletaryanın (emekçinin) anlayacağı dilde yazılmalı, toplumun her kesimine hitap etmeli ve sıradan halkın gündelik yaşamına dair olmalıydı. Gerçekçi akıma bağlılığı da, metafordan uzak, temsili anlatıma ağırlık vermesinde yatıyordu.
28 Mart 1868’de doğan Aleksey Maksimoviç Peşkov, bilinen adı ile Maksim Gorki, anne ve babasını küçük yaşta kaybeder. Acı anlamına gelen Gorki soyadını 1892 yılında kullanmaya başlamıştır. Anneannesi ve dedesi tarafından büyütülür. Dedesinin evi, dayak ve sefaletin bol olduğu bir evdi.
Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilir, ama kitaplara olan tutkusu ölünceye kadar bitmez. Onu okula yollamayan dedesi, daha sekiz yaşındayken çalışmasını eve para getirmesini ister. Kunduracılık, gemilerde bulaşıkçılık, hamallık, fırın işçiliği gibi birçok işte çalışır. On sekiz yaşına geldiğinde evden kaçar, yirmi bir yaşında iken çirkin olduğunu ve hiçbir yeteneğe sahip olmadığını düşündüğü için kalbine bir kurşun sıkarak intihar girişiminde bile bulunur, kurşun kalbine isabet etmez. İşte bu yıllar içinde okumaya merak salar.
Maksim Gorki, ilk eşi Yekaterina Pavlovna Peshkova ve çocukları
Evden ayrıldığında birkaç yıl süreyle Kafkaslar’da ve Güney Rusya’da çeşitli işlerde çalıştığı yıllarda tanıştığı fahişeleri, yoksulları ve toplumun en alt tabakasında yer alanların hikayelerini eserlerine taşır. Rusya turuna çıkması daha sonra eserlerinde görülen güçlü betimlemelerin oluşmasında etkili olur. Gorki bir dönem halklarının en acı çeken sınıflarını tanıtır okura. Yazdığı her şeyi görmüş ve yaşamış olması, içerden bir tanımışlık verir ona.
1892 yılında Tiflis’te Kafkasya Gazetesi’nde çalışmaya başlar. Dergilerde yayımlanan ilk öykülerinin ardından, en iyi öykülerinden sayılan Yirmi Altı Adam ve Bir Kız’la (1899) birlikte ünü hızla yayıldı. Öyküde gerçekçiliğin ve insansı bir sıcaklığın çarpıcı bir biçimde kaynaşması, dünya edebiyatı için bir yeniliktir.
“İşimize o kadar alışmıştık ki, hareketlerimizi izlemiyorduk bile. birbirimize baka baka, her arkadaş öteki arkadaşların yüzündeki bütün çizgileri ezbere bilecek hale gelmişti. Konuşacak bir şeyimiz yoktu, buna alışmıştık. Sadece birbirimize sövmek için ağzımızı açardık. Bir adamın özellikle de bir arkadaşın her zaman sövülecek bir yanı vardır. Fakat bizim sövüştüğümüz de yoktu pek. Yarı canlı bir adamın, taş kesilmiş, çalışmaktan anası ağlamış, duyguları ezilmiş bir adamın nesine söveceksin? Herşeylerini söylemiş, konuşacak hiçbir şeyi kalmamış olanların suskunluğu ne kadar acı ve korkunçtur. Sözlerine henüz başlamamış olanlarsa, kolayca rahatça susabilirler.” (Yirmi Altı Adam ve Bir Kız, Yaşanmış Hikayeler)
1901, Feodor Chaliapin ve Maksim Gorki
Gorki, 1899-1900 yıllarında Çehov’la ve Tolstoy’la tanıştı. Bu dev yazarlar, başından beri Gorki’nin yeteneğiyle ilgilenmekte, halkın arasından çıkan bu genç yazara büyük değer vermekteydiler. Gorki’nin 1901 tarihli Küçük Burjuvalar adlı oyunu, Rusya’daki Çarlık yönetiminin yıkılışına ve bambaşka dönemin başlangıcına tanıklık eden devrimin habercisi niteliğinde görülür. Küçük burjuva zihniyetini ve yaşantısını bir ressam gibi ortaya koyduğu Küçük Burjuvalar eseri ile Gorki, pansiyonerleriyle, çalışanlarıyla, aile üyeleri ile hayatın nasıl olup da bir fırtınaya dönüştüğüne, bu fırtınanın sebebine ve kimin haklı kimin haksız olduğuna yöneltir okuru. Küçük Burjuvalar’daki Nil tipiyle, tarihin yeni kahramanı, Rus işçi-savaşçı karakteri, sanatsal bir kişilik kazanır.
“Seçerler… Her şey apaçık. Gidiyorum Meclis’e bir bakıyorum ki, adam yerine oturmuş bile… Tutturmuş hep aynı nakaratı, “Yaşam çok zor, birbirimizi desteklemeliyiz… Her şeyi birlikte yapmalıyız…” deyip duruyor. Ekip işiymiş her şey… Güya bütün fabrika işçileri, zanaatkarlar artık birbirlerinden kopuk yaşayamazmış. Ben de dedim ki, “Hepsinin sebebi Yahudiler! Yahudilerin işlerini kısıtlamalı! Valiye gidip onları şikayet edelim, Rusların yolunu kapatıyorlar diyelim ve kovduralım onları!”
1900, Lev Tolstoy ve Maksim Gorki
Gorki, 1905 olaylarına doğrudan doğruya katıldı. Kanlı Pazar olarak bilinen işçi hareketi sonrası yazdığı bir bildiri nedeniyle tutuklandı. Rusya’da ve Batı Avrupa’da onun için gösteriler yapılması üzerine serbest bırakıldı. 1905 yılında girdiği Bolşevik Partisi’nin yayın organı olan Yeni Yaşam Gazetesi’nde işçilerin örgütlenmesine katkıda bulundu. Silahlı işçi birliklerini maddi olarak destekledi. 1906 yılında gizlice Rusya’dan ayrıldı, Amerika’ya gitti. ABD basının tepkilerine rağmen, buradan Rus devrimcilerini desteklemeye çağırıyordu, daha sonra buradaki izlenimlerini gezi notları olarak yazdı.
“Okyanus’un ve karanın üstünde dumanla karışık bir sis vardı. Kentin kararmış binalarına ve limanın bulanık sularına ince bir yağmur tembel tembel yağıyordu. Göçmenler geminin güvertesinde toplanmışlar hiç konuşmadan çevrelerindeki her şeye umut, kaygı, korku ve sevinç dolu meraklı gözlerle bakıyorlardı. Polonyalı bir genç kız, şaşkınlık içinde Özgürlük Anıtı’nı göstererek “Bu kim?” diye sessizce sordu. Birisi yanıtladı. Amerika’nın Tanrısı.” (Amerika’dan İtalya’ya)
1900, Maksim Gorki ve Anton Çehov
Bu dönemden sonra hızlandırdığı yazın hayatına bir dizi roman ve öyküyle devam etti. 1906 yılında yazdığı ve Rus Devrimi’ne adadığı Ana romanı onu Rusya ve dünya çapında üne kavuşturur. Ana romanında 1902’de Sormov’da meydana gelen işçi hareketinden esinlenmiş, bu olaylarda işçi haklarını savunan konuşmasıyla tanınan işçi Zalamov (romanda Pavel) ve anasını tanımıştır. Romanda Pavel ve anası, Rus işçisi ve köylüsünün sefalet içinde yaşayışını, ağır çalışma şartlarını, açlık, Çar’ın baskısı ve zulümü karşısında bir fabrika çevresinde baskıya karşı örgütlenmesini sağlamaya çalışması anlatılır.
“Ana bir şey görmüyordu. En ön saflarda neler olup bittiğini bilmiyordu. Kalabalığı yara yara ilerliyordu. Onun geçtiğini görenler başlarını eğiyor, kaşlarını çatıyorlardı, kimileri sıkılgan ifadelerle gülümsüyor, kimileri de alaycı ıslıklar çalıyorlardı. Ana kaygısıyla inceliyordu çevresindeki yüzleri, onları bakışlarıyla sorguya çekiyor yalvarıyor, ilerlemeye çağırıyordu… Pavel’in sesi işitildi: “Arkadaşlar! Askerler de bizim gibi insanlar. Bize vurmazlar. Niye vursunlar? Gerçeği dile getirdiğimiz için mi? Onların da ihtiyacı var gerçeği bilmeye. Henüz anlamıyorlar, ama gün gelecek, onlar da yürüyecekler sömürücülere, katillere karşı, özgürlük bayrağı altında. Ve daha çabuk anlamaları için ileriye doğru yürümemiz gerek. İleri arkadaşlar, daima ileri!”
1902, Moskova Sanatçılar Tiyatrosu oyuncularıyla
Gorki, Çocukluğum, İnsanlar Arasında ve Benim Üniversitelerim adlı otobiyografik üçlemesinin ilk kitabı olan ve 1913’te yayımlanan Çocukluğum’da hayatının beş-on yaş arası dönemini anlatır.
“Şişman, başı kocaman, gözleri iri, burnu komik ve pörsük büyükannem elimden tutuyordu. Simsiyah, yumuşak, inanılmaz derecede ilginç bir kadındı büyükannem. Tıpkı annem gibi o da ağlıyordu. Titriyor, beni babamın yanına götürmeye çalışarak elimden çekeliyordu. Ben geri çekiyordum kendimi, onun arkasına saklanmaya çalışıyordum. Korkuyordum, tuhaf hissediyordum kendimi. Büyüklerin ağladığını daha önce hiç görmemiştim. Sürekli konuşan büyükannemin dediklerinden bir şey anlayamıyordum: “Hadi vedalaş babacığınla, bir daha görmeyeceksin onu, öldü o yavrum, genç yaşta, hiç sırası değilken.”
1916’da yayımlanan, daha önce Türkçe’ye Ekmeğimi Kazanırken adıyla çevrilen, İnsanlar Arasında’da Gorki ilk gençliğinde çalıştığı işleri, bu iş kollarının toplumsal yaşam ve çalışan üzerindeki etkileriyle harmanlıyor. Çarlık Rusyası’nda küçük burjuva sınıfların yaşam koşullarını, emekçi sınıfların içinde bulunduğu çıkmazı, ahlak kuralları ve dinin insanları etki ve baskı altına alış şeklini, ergenlik dönemindeki bir çocuğun gözüyle, sade ve akıcı bir üslupla aktarıyor.
“Yaşam, ruhumdaki en iyi şeyleri inatla ve kabaca kemiriyor, yerine değersiz birtakım süprüntüler, saçmalıklar koyuyordu. Yaşamın bu gücüne karşı öfkeyle ve inatla direniyor, ötekilerle aynı ırmakta yüzüyordum. Ama su benim için daha soğuktu ve ötekiler gibi su üzerinde kolayca duramıyordum. Kimi anlarda dibe battığımı hissediyordum.”
1923 tarihli Benim Üniversitelerim, Gorki’nin çocukluğundan beri hayalini kurduğu üniversite eğitimini alabilmek için Kazan şehrine gelmesiyle başlar. Yaşadığı tüm olumsuzluklara karşın hayata karşı müthiş bir direnç gösteren, okula gidemediği için eziklik duymayan, bu eksikliğini müthiş bir okuma, öğrenme, gözlemleme çabasıyla kapatan Gorki’nin kitabındaki tüm karakterleri, psikolojilerinin gerçekliği ve yalınlığıyla okurda iz bırakır.
“Olağanüstü serüvenler, büyük başarılar hayal etmeye alıştırmıştım kendimi. Zor günlerimde bunun çok yararı oluyordu bana, böyle günlerim çok olduğu için de hayal kurmakta giderek ustalaşıyordum. Dışarıdan yardım beklemiyordum, mutlu bir olayın hayalini kurduğum da yoktu; ama içimde yavaş yavaş azimli bir inatçılık gelişmekteydi; bununla birlikte yaşam koşullarım da zorlaşıyordu; kendimi daha sağlam, hatta daha zeki buluyordum. İnsanı çevresine gösterdiği direncin insan yaptığını çok erken anlamıştım.”
Maksim Gorki çar rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez tutuklanmıştır. 1907’de Çar II. Nikola tarafından Kapri Adası’na sürülmesi ile başlayan İtalya macerası, bazen gönüllü olarak, bazen de sağlık nedenleriyle, aralıklarla 1933’e kadar sürer. 14 Mayıs 1933’te Rusya’ya kesin dönüş yaparken İstanbul’a da uğrar. Milliyet Gazetesi’nin 14 Mayıs 1933 tarihli nüshasında bu olay şöyle anlatılır:
“Meşhur Rus edibi Maksim Gorki yarın Sovyet bandıralı Jean Jaures vapuru ile İtalya’nın Soreneto şehrinden şehrimize gelecektir. Gorki bundan birkaç ay evvel tedavi için Soreneto’ya gitmiş ve orada bulunduğu zaman bazı Türk dostlarına Türkiye’yi görmek istediğini söylemişti. Rus edibi bu sebeple Rusya’ya dönerken şehrimize de uğramaya karar vermiştir. Maksim Gorki’ye oğlu ve gelini ile doktoru refakat etmektedir. Jean Jaures vapuru bu gece sabaha karşı limanımıza varacak ve muhterem misafirimiz yarın sabah şehre çıkacaktır. Maksim Gorki’ye şehrimizde istikbal için bir program yapılmaktadır. Muhterem misafir Halkevi ve C.H.Fırkası ve Matbuat Cemiyeti tarafından karşılanacaktır. Maksim Gorki’nin şehrimizde ne kadar kalacağı belli değildir. Bununla beraber ikametini temdit etmesi ve sıhhati müsait olduğu takdirde Ankara’yı ziyaret etmesi rica edilecektir.”
Maksim Gorki, gelini ve torunu, 1938
Gazetenin 16 Mayıs tarihli nüshasına göre Maksim Gorki, Rus Sefiri Y. Z. Suriç, Rus Konsolosu (ismi verilmiyor) ve Tass Ajansı muhabiri M. Yablovski ile şehirdeki Sovyet müesseselerine ziyaret eder, Taksim Abidesi’ni, Sultanahmet, Ayasofya, Süleymaniye Camilerini, Asar-ı Atika Müzesi’ni (Aya İrini Kilisesi) ve Edirnekapı’yı gezdikten sonra vapura döner. Burada C.H.F, Halkevleri ve Matbuat Cemiyeti temsilcileri tarafından verilen bir yemeğe katılır. Ancak Ankara’ya gitmez. Gorki, 15 Mayıs günü saat 17.00’de Odessa’ya doğru yola çıkar.
1929, Joseph Stalin ve Maksim Gorki
1925-1936 yılları arasında tamamladığı Klim Samgin’in Yaşamı 40 Yıl, Gorki’nin en önemli, aynı zamanda üzerinde en çok tartışılan yapıtı. Kitap, 1870’li yılların ortalarından başlayarak 1917 Devrimi’ne kadar çelişkilerle, kavgalarla ve düşünsel çatışmalarla geçen dönemin, ruhsal ve entelektüel yaşamını ortaya koyuyor. Romanda geniş halk kitleleri özellikle Hodınka trajedisi, ekmek dükkanının yağmalanması, Kış Sarayı’nın önündeki gösteri, Kurtarıcı Çar’ın heykeline yürüyüş ve Bolşevik Bauman’ın cenaze töreni gerçekçi bir dille canlandırılmaktadır. Klim Samgin’in Yaşamı 40 Yıl romanı Gorki’nin yaygın ve büyük olayları anlatma tarzında ustalığını gösteren en önemli eseridir.
1836’da ünlü Rus şair Puşkin’in eşi Natalya’nın Çar’ın, daha sonra da Çar’ın gözdesi olan Baron d’Anthès’in sevgilisi olduğu söylentisi başlar. Puşkin, d’Anthès’i düelloya çağırır. Düelloda ağır yaralanan Puşkin iki gün sonra dünyaya gözlerini yumar. Düello sırasında d’Anthès’in havaya ateş ettiği, Puşkin’in ise Çar başta olmak üzere şaire karşı komplo kuranlar tarafından tüfekli bir nişancı tarafından vurulduğu öne sürüldü. 1895’te ilk Avrupa gezisinde, Maksim Gorki’yi d’Anthès ile tanıştırırlar. Gorki, “Affedersiniz beyefendi, ama ben büyük Rus şairini vuran eli sıkmam” der. D’Anthès ise “Benim elim kendi onurunu korudu, öldürmek için ateş etmedi” diye cevaplar. Gorki düelloyu saçma bulmasına rağmen, onunla düelloya hazır olduğunu söylese de d’Anthès “Özellikle şiirlerinizi son derece beğendim ve çeviride bile büyüsünü kaybetmeyen bu şiirler karşısında tereddüt ettim. Hayır, Rus şiirini doğmakta olan güneşinden yoksun kılmak istemiyorum! Bundan dolayı aramızdaki ihtilafı sona ermiş kabul etmenizi saygılarımla bildiririm” der. Gorki bu olaydan sonra şiir yazmayı tümüyle bırakır, roman ve öyküleriyle dünya çapında bir yazar olur.
Maksim Gorki’nin Portresi, Nikolay Bogdanov, 1940
18 Haziran 1936 günü kalp ve akciğer yetmezliği nedeniyle 68 yaşında Moskova’da hayatını kaybeder. Moskova’da, Kızıl Meydan’a gömülür. Çağın bir başka büyük yazarı, Romain Rolland şöyle der: “Çağın dünya kültürünü ve devrimi böylesine görkemli bir biçimde kaynaştırmak Gorki dışında hiç kimseye hiçbir zaman kısmet olmadı.”
Kaynak
Oyun Yazarı Olarak Maksim Gorki, Bir Asırlık Dostlar: Türkiye-SSCB/Rusya, Maksim Gorki – Ana, Puşkin’in İntikamını Hangi Ünlü Yazar Almak İstedi?, Gorki’nin Üniversiteleri, Gorki’nin ve Orhan Kemal’in Küçük Adamları, Hayatın İçinden Bir Kesit: Küçük Burjuvalar