Menu

Nazım Hikmet’in Önemli Şiirleri



Türk Edebiyatı’nın en önemli şairlerinden Nazım Hikmet’in (15 Ocak 1902 – 3 Haziran 1963) en sevilen şiirlerini derledik. Nazım Hikmet’in hayatı ve şiirleriyle ilgili birçok yazı hazırladık. O yazılara da göz atmanızı öneriyoruz.

Nazım Hikmet’in Hayatı ve Şiirleri
Nazım Hikmet’e Aşklarıyla İlham Vermiş 12 Özel Kadın
Nazım Hikmet’in 25 Unutulmaz Şiirinden Enfes Alıntılar
Nazım Hikmet’ten 6 Özel İnsana 6 Özel Şiir
Nazım Hikmet’ten Piraye’ye Aşk Dolu 20 Mektup
Nazım Hikmet’in Aşk Şiirleri

1. Seyahat Notları

Yolda

Birinci Akşam

Tıkırdıyor tirenin
rayda tekerlekleri,
Yarı belime kadar uzandım pencereden,
suya girmiş gibi serinledim
Tiren sesiyle dolan havaları dinledim…

Havalar yaz denizleri gibi mavi
Yaz denizleri gibi serin…
Arkamızda kalan şehrin
çizgileri karışıyor birbirine,
renkleri siliniyor.
Batan bir gemi gibi ağır ağır iniyor
iniyor ağır ağır altına ufkun,
ufkun kızıl şeridinde gölgelenen Moskova…
Önümüz
arkamız
dört yanımız ova,
ova dümdüz
uçsuz bucaksız bir ova!!!

Bir baş uzandı omuzumdan pencereye
genç bir kadın başı.
Sırtımda sert ve sıcak teması geniş göğsünün,
çarpıyor gözlerime çırpınan ucu örtüsünün
kızıl bir kuş kanadı gibi.
İçimde aşık olmak arzusunun tadı var
taze mayhoş
bir yemiş
tadı gibi…

Jean Gaumy, Fransa, Ocak 1982

Jean Gaumy, Fransa, Ocak 1982

2. 19 Yaşım

Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
                                                            19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum 
                                                     edeceğim.
Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum 
                                                         gideceğim,
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
                                                               19 yaşım.
Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım.
Oturuyor 19 yaşım.
                          yatağımın başucunda.
                          Ellerim avucunda 
                                 bana diyor ki:
Kafamızda getirelim geri
                       o delikanlı günleri cancağzım,
                       o dehşetli güzel günleri.
Bruce Davidson, ABD, 1966
Bruce Davidson, ABD, 1966

3. Giden

Camların üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar –
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum…
Gece ve kar – pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı…
En sevdiği…
En……
Kardeşler, bakmayın gözlerime
ağlamak geliyor içimden…
Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar –
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..
Henri Cartier-Bresson, Almanya, 1952
Henri Cartier-Bresson, Almanya, 1952

4. Ölçü

Sevdiğin müddetçe  
                      ve sevebildiğin kadar, 
sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe 
                      ve verebildiğin kadar gençsin.

1947

Henri Cartier-Bresson, İsviçre, 1966

Henri Cartier-Bresson, İsviçre, 1966

5. Yine Yağmur Üstüne

Serçe kuşları gibi yağmur
çinko dama serptiğim
ekmek kırıntılarını
telâşlı telâşlı, tıkır tıkır.
serçe kuşları gibi yağmur.
Mark Power, İngiltere, 1994
Mark Power, İngiltere, 1994

6. Severmişim Meğer

çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım

severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer

Martine Franck, Belçika, 1998

Martine Franck, Belçika, 1998

7. Giderayak

Giderayak işlerim var bitirilecek, 
                                                    giderayak. 
Ceylanı kurtardım avcının elinden 
ama daha baygın yatar ayılamadı. 
Kopardım portakalı dalından 
ama kabuğu soyulamadı. 
Oldum yıldızlarla haşır neşir 
ama sayısı bir tamam sayılamadı. 
Kuyudan çektim suyu 
ama bardaklara konulamadı. 
Güller dizildi tepsiye 
ama taştan fincan oyulamadı. 
Sevdalara doyulamadı. 
Giderayak işlerim var bitirilecek, 
                                                    giderayak. 
 Haziran 1959

Werner Bischof, Peru, 1954

Werner Bischof, Peru, 1954

8. Sabah Karanlığı

sabah karanlığında telgraf direkleri,
                                                                 yol.
sabah karanlığında aynası parıldayan konsol
                                                                 masa
                                                                 terlik,
eşyalar birbirini yeniden görüp tanır.
odamızda sabah karanlığı bir yelken gibi aydınlanır.
odamızda pırlanta yüzük gibidir mavi serinlik.
yıldızlar ağarır odamızda.çok uzakta,
       gökyüzündeki derenin dibinde ağarır taşlar.
başı yastıktadır gülümün
        alabildiğine geniş kuştüyü yastıktadır başı.
elleri iki ak lale gibi yorganın üstündedir.
saçlarında kuşlar ötüşmeğe başlar.sabah karanlığında ağaçları, fabrika bacalarıyla şehir.
sabah karanlığında ağaçlar ıslaktır, fabrika bacaları sıcak.
sabah karanlığında asfaltı okşayarak
                                        ilk adımlar odamızdan geçer
                                             ilk motor uğultusu
                                                ilk kahkaha
                                                     ilk küfür,
seyyar börekçinin camekanındaki buğu
sütçüye giren çizmeli şöför
komşuların ağlayan çocuğu
mavi afişteki güvercin
vitrindeki manken
              sarı iskarpinleri ayağında
ve sandal ağacından çin yelpazeleri
ve kırmızı o kalın ağzı bir tanemin
ve bütün uyanışların en mutluları en tazeleri
               odamızdan geçer sabah karanlığında.sabah karanlığında radyoyu açarım:
dev adlı madenlerle dev sayılar birbirine karışır
petrol kuyuları mısır taneleriyle yarışır
Lenin nişanı alan çoban
                              (resmini ilk sayfalarda görmüşüm
                                          kalın bıyıkları sarkık kara)
konuşur genç kız gibi sıkılıp utanaraktan.
geçilir kutuplardan gelen haberlere
sonra bu sabah saat altıda
                              üçüncü suputnik
                                 dönerken yeryüzünü 8879 kere
açılır yastıkta kocaman gözleri gülümün.
dumanlı dağ gölleri gibidirler henüz.
içlerinden mavi balıklar geçer kıvıltılarla
diplerinde yeşil çamlar durur
bakarlar derin dümdüz
rüyalarının sonu sabah karanlığında pırıl pırıl vurur
aydınlanırım,
kendi kendimi görüp yeniden tanırım
kıyasıya bahtiyarımdır
                                 azıcık utanırım
                                     ama azıcık.yolculuğa hazır bir yelken gibidir,
                                 aydınlık bir yelken gibi
                                    sabahleyin odamızda karanlık.
gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak.
mavi afişteki güvercin gibi aktır sabah karanlığında yatak.                                                                             
1960 Şubat, Kislovodosk
Sergio Larrain, 1957
Sergio Larrain, 1957

9. Yaz Yağmuru

Bir yaz yağmuru yağdı içime
ezildi iri üzüm taneleri camlarımda
gözleri kamaştı yapraklarımın

Bir yaz yağmuru yağdı içime
gümüş güvercinler uçtu damlarımdan
koştu yalınayak toprağım
Bir yaz yağmuru yağdı içime
tramvayıma atladı bir kadın
ak baldırları ıslak

Bir yaz yağmuru yağdı içime
içimdeki kederi serinletmeksizin

Bir yaz yağmuru yağdı içime
ansızın başladı dindi ansızın
eski yerinde duruyor sıcaklık
kör demiryolunda paslı kalın

4 Ağustos 1960

Werner Bischof, ABD, 1953

Werner Bischof, ABD, 1953

10. Yaprak Dökümü

elli bin şiir roman filan okudum yaprak dökümünü anlatır
elli bin film seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak dökümünü
düşüşlerini ,sürünüşlerini, çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın ucunda
ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne
hele o gün sancımıyorsa yüreğim
hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse yaprak
dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.

6 Eylül 1961, Laypzig

Bruce Davidson, ABD, 2008

Bruce Davidson, ABD, 2008

Kırmızı sarı yeşil balonlarda çocuk çığlıklarıyla güneş
gökyüzü mavi ışıklarıyla
kim derdi ki hikayem böyle biter
yağmurlar mevsimine girdim kederli şiirler mevsimin
bir şeyler bekliyorsun benden değil
sözler duruyor aramızda birbirimize ulaşamadan
çocuk çığlıklarıyla güneş kırmızı sarı yeşil balonlarda
yorgun ve umutsuz bakıyoruz sözlerimize

11 Mayıs 1962, Moskova

Martin Parr, İngiltere, 1975

Martin Parr, İngiltere, 1975

11. Salkım Söğüt

Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…
Atları…
At…

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkımsöğüt,
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir