Menu

Jorge Luis Borges’in Eserleri ve Hayatı



Jorge Luis Borges, 24 Ağustos 1899’da Buenos Aires’te doğdu. Kardeşi Norah’ın doğumunun ardından Borges Ailesi, gangsterleri, bıçaklı dövüşçüleri ve tango dansçılarıyla ünlü bir mahalle olan Palermo’ya taşındı. Bu mahallenin tehlikeli, tutkulu, düşük kahramanları gelecekte onun öykülerinde karşımıza çıkmak üzere belleğine kazınacaktı.

Ailesi bu mahalleye pek uymayan orta sınıf bir aileydi. Babası Jorge Guillermo Borges bir avukat ve psikoloji eğitmeniydi, annesi Leonor Acevedo Suárez ise bir çevirmen. Babasının annesi İngiliz olduğu için evde iki dil konuşuluyordu, İngilizce ve İspanyolca’yı aynı anda öğrendi. Babası ise satranç tahtası üzerinde ona felsefeyi ve edebiyatı öğretti.

borges cocuklugu

Borges, 1902

Edebiyatla ilk tanışıklığı, babasının kütüphanesindeki İngilizce kitaplar sayesinde oldu. Kütüphane ona kutsal kitapların, mitolojinin, masalların da kapısını açar. Yedi-sekiz yaşlarında Don Kişot’tan esinlenerek hikayeler yazmaya başlar. Dokuz yaşındaysa Oscar Wilde’ın Mutlu Prens eserini İngilizce’den İspanyolca’ya çevirir, bu çeviri yerel gazete El Pais’te yayınlanır.

borges ve kardesi

Jorge Luis Borges kızkardeşi Norah Borges ile

Borges’in babasının gözlerindeki rahatsızlığı nedeniyle aile 1914 yılında Cenevre’ye taşınır. Bunun ardından 1919’dan sonra birer yıl Majorca ve İspanya’da yaşadılar, bu dönemde Fransızca ve Almanca da öğrenir. 1921 yılında Buenos Aires’e geri dönerler. Cenevre’de 15-16 yaşlarındayken babasının, kadınlarla bir sorunu olduğunu düşünerek oğluna hayat kadını olan metresini sunması Borges’in hayatı boyunca kadınlarla ilişki kurmakta zorluk çekmesine sebep olur.

borges ve ailesi

Jorge Luis Borges annesi, babası ve kızkardeşiyle

1923’te ilk şiir kitabı olan Buenos Aires Tutkusu’nu (Fervor de Buenos Aires) çıkarır.

Anlar
Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Neşeli olurdum, geçmişte olmadığım kadar,
ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine de yeterince ciddiyet katardım.
Bu denli temiz, titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Hiç çekinmezdim daha fazla riske girmekten de…
Daha çok yolculuklara çıkar, gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın, ırmaklarda yüzmenin keyfini…
Hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boşverirdim kuru nimetlere.
Öyle bir şansım olsaydı eğer, dertlerim de
yalnızca düşlerin değil, yaşamın gerçeğini taşırdı.
İşte onlardan biriydim ben ömrü boyunca hani, her saniyesini
verimli kılmaya çalışan insanlardan biri.
Ama aynı an’lara yeniden geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim, mutlu an’ları…
Farkında değilseniz hâlâ, öğrenin artık:
Yaşam an’lardan oluşur, sadece anlardan, ŞİMDİ’yi yakalayın.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi
ve paraşütsüz yerinden kıpırdamayan bir insandım ben.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
yüksüz, iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer, sonbahara dek unuturdum ayakkabıyı.
Hiç bilinmeyen yolları keşfeder, tadına varırdım günışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, yeniden bir şansım olsaydı eğer…
Ama ne çare.. İş işten geçmiş ne yazık ki!
85’indeyim artık ve biliyorum ki… Ölmekteyim.
(Çeviri: Gönül Gönensin)

“Gerçek öykücülüğüm ilk kez 1933’te basılan Alçaklığın Evrensel Tarihi ile başlar” der. Critica Gazetesi’ne yazdığı yazıları topladığı bir kitaptır. Borges, kitabın adında geçen alçak sözünün ağır olduğunu ifade etse de, hikayelerin ardında başka bir şey olmadığını da ekler. Serseriler, kabadayılar, kaçakçılar, çeteler, korsanlar, köle tacirleri, katiller, fahişeler, darağaçları, sahtekarlar, düzenbazlar… Çoğunlukla da hikayesi anlatılan alçak karakterin öldüğüne ya da maskesinin düştüğüne tanıklık ediyoruz.

“Açgözlülükle ekilip hoyratça işlenen, kötü kullanılan toprak, çok geçmeden bitkin düşüp tükenir, yerini ayrıkotları ve yosunlarla kaplı bir bataklığa bırakırdı. Terkedilmiş çiftliklerde, kasabaların kenar mahallelerinde, sık kamışlıklarda, ırmağın bataklığa dönüşmüş kollarının kıyılarında yoksul Beyazlar yaşardı. Bunlar genellikle balıkçılıkla geçinirler, zaman zaman avcılık yaparlardı, ama at çaldıkları da olurdu.” (Zalim Kurtarıcı Lazarus Morell, Alçaklığın Evrensel Tarihi)

Asıl Borges stili ise 1935’te yazdığı ve hayali bir romanı eleştirdiği Al-Motasim’e Bir Bakış isimli öyküsüyle ortaya çıkar. Kitap yayımlandığı tarihte edebiyatın bir dönüm noktası olarak nitelendirilir. Borges, İl Kütüphanesi’nde dokuz yıl çalıştı ve en güzel öykülerini o dönemde kaleme alır. Bu öyküleri 1942’de yayımlanan Yolları Çatallanan Bahçe’de toplar. Yıllar sonra iki ana kitabım dediği Ficciones (Anlatılar) ve El Aleph, bu öykülerin seçilmiş ve geliştirilmiş hallerinden oluşur.

“- Doğru cevabı satranç olan bir bilmecede geçmeyen geçmeyen tek sözcük hangisidir?
Bir an düşündükten sonra cevap verdim.
– Satranç sözcüğü.
– Tam üstüne bastınız, dedi Albert. Yolları Çatallanan Bahçe konusu zaman olan uçsuz bucaksız bir bilmece ya da mesel, bu çok gizli nedenden ötürü zaman sözcüğü geçmiyor. Bir sözcüğü hiç kullanmamak, onun yerine yetersiz benzetmeler ve dolambaçlı anlatım yollarına başvurmak onu vurgulamanın belki de en etkili yoludur.” (Yolları Çatallanan Bahçe)

borges 1943

1943

Labirent sözcüğü ise neredeyse Borges’le özdeşleşen bir sözcüktür. Borges’in öykülerinde yaşama karşılık gelir. En çok kullandığı ikinci simge ise aynadır. Kendinde olmayan bir gerçekliği göstermesiyle kişisel bir yanı vardır aynaların. Borges, evrenin sonsuzca büyüyen, birbirini yineleyen, birleşen, ayrışan, paralel giden baş döndürücü bir zaman ağı olduğuna inanmıştır. Bu ağ, bütün zamanların olasılıklarını içinde barındırmaktadır. Labirent gibi her dönüş, muhtemel değişik geleceklere açılmaktadır. Borges’in küçük bir çocukken, bakır bir gravürde fark ettiği labirent, merkezinde bir canavarın beklediği kapısız bir evin korkusuyla içini kaplamış ve yaşamı süresince de kurtulamamıştır.

1930’dan 1940’ların başına kadar Borges, aşk hayatı bakımından son derece yalnızdır. Ayrıca 1938 Noeli’nin arifesinde geçirdiği ölümcül kaza (kafasını açık bir pencerenin köşesine çarpar) uzun haftalar yatakta kalmasına sebep verir, böylece yalnızlığı perçinlenir. Nekahet döneminin ardından da Ficciones ortaya çıkar. Jorge Luis Borges, 1944’te yayımlanan kendisine dünya çapında tanınırlık sağlamış olan öykü kitabı Ficciones’in önsözünde “Sözle birkaç dakikada açıklanabilecek bir düşünceyi beş yüz sayfaya yazmak zor ve yorucu bir iş” diyor. Bu yüzden düşsel kitaplar üzerine notlar yazmayı daha akla yakın bulduğunu söylüyor. Borges öykücülüğünün ikinci dönemini oluşturan bu kitap, Borges’in yazınsallığının özgün kısımlarını içeren hikayelerden oluşur. Çünkü edebiyat dünyasında Borgesvari olarak tanımlanan durum, bu hikayelerdeki kısır döngüler, ironiler, kozmik metaforlar, sonsuzluk ve labirent gibi motiflerinin kullanılmasıyla oluşur.

“Gözlerinin önünde, sanki bir rüyadaymış gibi Hindistan haritası be­lirdi. Sonra birden kendine güveni yerine geldi, sayfanın üzerindeki en küçük harflerden birine dokundu. Aynı anda her yerde birden bulunduğu belli olan bir ses, “Çalışmak için istediğin zaman bağışlandı” dedi. Rüyanın burasında uyandı Hla­dik. İnsanların rüyalarının Tanrı’ya ait olduğunu hatırladı, Maimonides rüyalarda duyulan sözlerin, açık seçik duyuldukları ve onları söyleyen, göze görünmediği takdirde, Tanrı sözü olduklarını ileri sürmüştü.” (Gizli Mucize, Ficciones)

borges ve kizkardesi

Borges, kızkardeşi Norah Borges ile

İkinci Dünya Savaşı’nda Borges Nazilere karşı ve müttefiklerden yana tutum takınarak Juan Perón yönetimindeki Arjantin’de muhalifler arasında yer alır. Annesi ve kızkardeşi Peron hükümetine karşı çıkıp hapse atılınca, Borges de Peron’a karşı bir bildiriye imza attığı gibi Juan Peron’u zalim, karısını ise sıradan bir fahişe olarak niteleyecek kadar keskin eleştirilerde bulununca kütüphanedeki görevinden uzaklaştırılır ve belediye pazarında gıda müfettişi olarak çalışmak zorunda kalır.

1955’te Peron Hükümeti devrildikten sonra, Arjantin İngiliz Kültür Derneği’nde İngiliz Edebiyatı öğretmenliğine getirilir, o kent senin bu kent benim dolaşmaya başlar. Uzakdoğu din ve öğretileri, Kabala mistisizmi, İran tasavvufu, İzlanda destanları ve dünyanın her yerinden garip metaforları böylece derlemeye başlar.

borges ve estela canto

Jorge Luis Borges, Estela Canto

Alef (El Aleph), Jorge Luis Borges’in birçok eleştirmen tarafından en iyi eseri olarak kabul edilir. Borges 1949’da kitabın çıkışının ardından Arjantin’in edebiyat dehası olarak anılmaya başlamıştır bile. Bu eser, 17 öykülük bir yapıttır ve içerisinde kadın karakterleri barındıran birden fazla öykü vardır. Simgeler dünyası, harfler ve bilinmedik işaretler, tıpkı Musevi mistikleri ve İbranice gibi hep ilgi alanındaydı. Kabala öğretisinde Tanrı’nın bu dünyayı yaratırken kullandığı üç öncü sesin ilki İbrani alfabesinin ilk harfi, arapçadaki Elif’in karşılığı olan Alef kitabına ad olur.

Alef söz konusu olduğunda Estela Canto adını anmamak olmaz. Borges, Estela ile 1944 yılında tanışır ve onunla birkaç yıl süren bir arkadaşlıkları olur. Bu birkaç öpücüğün ötesine geçmeyen bir ilişki ve kitaptaki öyküleri Borges, Estela Canto’ya kur yaparken yazar. İlk iki kitaba göre kadın karakter sayısının Alef’te daha fazla olması belki de bu sebeptendi. Zaten kitaba adını veren öykü Alef’i Estela Canto’ya ithaf eder ve öykünün olay örgüsünde ikinci planda bir aşk hikayesi vardır.

“Beatriz Viterbo 1929’da öldü. O zamandan beri evine gitmemezlik ettiğim tek bir otuz nisan geçmedi. Genellikle tam yediyi çeyrek geçe gider ve yirmibeş dakika kadar kalırdım. Sonraları her yıl biraz daha geç gitmeye ve biraz daha uzun kalmaya başladım. 1933’te şiddetli bir sağanak imdadıma ye­tişti ve beni yemeğe alıkoymak zorunda kaldılar. Tabii bu olayı örnek alma fırsatını kaçırmadım. 1934’te sekizi biraz geçe, büyük bir kutu Santa Fe şekerlemesiyle gittim ve çok doğal bir şey yapıyormuşum gibi yemeğe kaldım. İşte yavaş yavaş Carlos Argentino Daneri’nin güvenini kazanmam, bu hüzünlü ve umarsız aşk yıldönümleri aracılığıyla oldu.” (Alef)

1950’de kalıtımsal bir hastalık nedeniyle giderek artan görme yeteneğini de tamamen kaybetti. Tıpkı babası gibi… Buenos Aires Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olan Borges’in yazı yazmasına annesi, arkadaşları ve sekreteri yardımcı oluyordu. Düş Kaplanları, Düşsel Varlıklar Kitabı, Brodie Raporu ve Kum Kitabı bu dönemin ürünleriydi. Giderek iç dünyasının derinliklerinden gelen fantastik öğeler, türlü çeşit oyunlar ve alegorilerle bezenmiş ama yine de yalın bir masal üslubunda dile gelen öyküler…

borges ve annesi

Jorge Luis Borges ve annesi Leonor, 1962

Jorge Luis Borges her zaman derin, hırçın, romantik ve bir o kadar da bilge bir adam olarak bilindi. Kimileri hepsini aynı anda yaşayıp yansıtabildiği bu özelliklerinden birini ya da birkaçını öne çıkardı. Bazıları onun yaptığı politik hataları gündeme taşıdı. Latin Amerika solunun Sovyetler Birliği’ne verdiği koşulsuz desteği hiçbir zaman anlayamadı. Borges’in sola olan yoğun antipatisi onu 1970 başlarında askeri cuntayı desteklemeye götürdü. Kısa zamanda hatasını anladı. Bu kez de cunta karşıtı oldu. Diktatör Pinochet’in elinden ödül alması hataların en büyüğüydü belki de.

borges ve annesi

Borges ve annesi Leonor

1975’te yayımlanan son öykü kitabı, Kum Kitabı’ndaki öykülerde biyografik öğeler bolca. Bunların dışında öykülerin çoğunda karşılaşılan yaşlı adam motifi Borges’i düşündürüyor ve her öyküde biraz Borges buluyorsunuz.

“Yarım yüzyıl boşu boşuna geçmiyor, bizim gibi değişik şeyler okuyan ve değişik zevkleri olan kişiler arasında geçen bu konuşmadan sonra birbirimizi anlayamayacağımızın ayrımına vardım. Hem çok farklıydık birbirimizden, hem de çok benzer yanlarımız vardı. Her ikimiz de birbirimizi aldatamazdık, bu da söyleşimizi güçleştiriyordu. Her birimiz ötekinin karikatürleştirilmiş öykün tüsüydük. Durum, çok uzun süremeyecek denli anormaldi. Öğüt vermek de tartışmak da yararsızdı, çünkü onun kaçınılmaz yazgısı ben olmaktı.” (Öteki, Kum Kitabı)

Jorge Luis Borges, annesi Leonor ve Elsa Astete

Jorge Luis Borges, annesi Leonor ve Elsa Astete

Borges’in tek büyük aşkı baskın karakterli annesiydi. Leonor edebiyatla ilişkisi kuvvetli, Kafka, Faulkner çevirileri yapan, Borges’in öykülerini ilk elden gören, körlüğünde Borges’e kitap okuyan ve bazı öykülerini dikte eden bir annedir. 45 yaşında annesinden gelen bir telefonla, hazır ola geçip telefonda “Tabii ki anneciğim, nasıl isterseniz anneciğim” diye soluksuz kaldığı ve aşık olduğu, birlikte olduğu hiçbir kadını annesinin onaylamadığı da bilinir.

Annesi 90 yaşına geldiğinde Borges’in evlenmesi için ona baskı yapmaya başlar. Ona Elsa ismindeki ne edebiyatla ne de Borges’in düşünce tarzıyla ilgisi olmayan birisini önerir. Borges evlenir. 1967 yılında evlenen Borges’in evliliği tam bir faciadır. Evlendikleri gün birlikte uyumak istemez. 68 yaşındaki Borges, alıştığı yatağında tek başına uyumak ister. Balayı için otele gidilecekken karısına Borges değil, Borges’in annesi eşlik eder. Borges’in yaptığı evlilik sadece 3 sene sürer.

Borges ve Maria Kodama

Borges ve María Kodama

Annesinin 1975’te ölümünün ardından Borges, İzlandalı sevgilisi María Kodama ile dünya yolculuğuna çıkar. María Kodama, Borges’in üniversitede ders verdiği zamanlarda öğrencisi olan, sonradan Borges’in öykülerini dikte eden biridir. Annesinin ölümünden sonra Borges’in hayatında baskın bir figür olur. María Kodama’nın etkisiyle, vasiyetini değiştirir Borges ve kızkardeşi ve akrabalarını çıkarıp tüm varlığını María’ya bırakır.

1986 yılında artık öleceğini hisseden Borges, kitaplarla ilk tanıştığı yer olan Avrupa’ya dönmek ister. Bir şiirinde söylediği gibi, Cenevre’ye ölmek üzere giden Borges Nisan 1986’da María Kodama ile evlenir, Haziran 1986’da yaşama veda eder. Kızkardeşinin, atalarının yanına gömülmesi ısrarına rağmen bugün İsviçre’de Krallar Mezarlığı’nda gömülüdür.

Kaynak

Borges Öykülerinde Kadınlar Aslında Erkek Miydi?Borges BiyografileriBorgesJorge Luis Borges’in Yazınında Evren KurgusuBorges’de Labirent MetaforuJorge Luis Borges’ten TartışmalarJorge Luis Borges İle Alçaklığın Evrensel Tarihi


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir