Dünyaca ünlü ressamlar Ludovic Alleaume, Gustave Poetzsch, Diego Rivera, Jules-Alexis Muenier, Vladimir Makovsky, Rafael Romero Barros’un resimlerini sizler için analiz ettik.
Ludovic Alleaume, À la Campagne, 1910
Ressam, litograf ve vitray sanatçısı olan Ludovic Alleaume, 19. yy Fransız ressamları arasında daha az bilinenlerinden. Memleketi olan Paris’in güneybatısında bir kasaba olan Laval ve çevresindeki hem sivil hem de dini binalardaki pencereler için yaptığı vitraylar ile resme yönelir. Sonra École des Beaux Arts’ta resim eğitimi alır. Alleaume, resimlerinde akademik tarzın temsilcisi olur.
À la Campagne adlı resmi, yalnızca konu açısından değil özellikle benzer bir konuyu büyük bir ölçekte gösterme açısından, empresyonizmin önemli ismi Claude Monet’in 1866 tarihli Femmes au Jardin’e benzerlikler gösterir. Alleaume, Monet’nin tablosunu tanımak için çok genç olsa da, daha sonra görmüş olabilir.
Resimde kullandığı değişik tondaki renkler, yeşil ve özellikle kırmızı izleyeni hemen etkisine alıyor. Arka planda ressamın yaşadığı yer olan Laval’ın evleri, ağaçları ve gökyüzü, resimdeki bu muhteşem renk senfonisini tamamlıyor. O dönemde ressamlar açık hava resimlerini zaman zaman stüdyolarında tamamlıyorlardı. Ancak Alleaume’nin açık havada çalıştığı anlaşılıyor. Zira yarı saydam kırmızı şemsiyenin arasından sızan ve iki modelin silüetlerini aydınlatan güneş ışığının stüdyoda yapılmış olması pek olası görünmüyor; son derece gerçekçi. Gelincik, düğün çiçeği, karahindiba, sarı papatya, kraliçe Anne’nin danteli çiçeği ve pembe yonca ile donatılan kırsal alanda, bir yaz öğleden sonrasının tadını çıkaran iki kadından biri kitap okurken diğeri elindeki gelinciğe bakıyor. Tablo o kadar gerçekçi ki, izleyici yaz sıcağını hissedebilir, çiçeklerin etrafındaki böceklerin vızıltısını duyabilir adeta.
Resmin en önemli kısmı iki kadının şık elbiseleri. Narin, çiçek desenli elbise kır çiçekleriyle özellikle sarı papatyayla bir ahenk oluştururken; ön plana çıkan ekose elbise gelincikler ve şemsiye ile bütünleşiyor. Bu yıllarda yaz tatilindeki Fransız kadınları hafif kumaşlar, daha parlak renkler ve hasır şapkalar giyerlerdi. İpek elbiseler ise şehir hayatında davet, eğlence gibi ortamlarda giyilirdi. Ancak ince bir kumaştan yapıldığı anlaşılan ekose elbise desen olarak döneminde kullanılsa bile resimde pek tercih edilmiyordu.
Gustave Poetzsch, L’Élégante au verre d’absinthe, 1905
Belle Époque döneminin İsviçreli ressamı Gustave Poetzsch ilk yıllarında doğaya yönelir. Bu dönemde ilham kaynağı İsviçre dağları ve gölleriydi. Tekniğini geliştirmek istediği için 1892’de Paris’e gider ve Julian Akademisi’ne ardından Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim alır. Belle Époque (güzel dönem): 1871-1914 arasında savaşların yaşanmadığı, refah dolu, kültürel olarak hareketli, sanatın, edebiyatın, modanın geliştiği bir dönem.
Bu resminde, Paris’te bir kafede absent içen yalnız bir kadını görüyoruz. Absent, çeşitli bitkilerin damıtılarak fermante edilmesiyle elde edilen, alkol oranı yüksek bir içkidir. 1790’larda İsviçre’de yaşayan bir Fransız tarafından bulunmuş ve yaygınlaşmıştır. Özellikle 19. ve 20. yüzyıl Paris’inin sanat çevresinin önemli bir öğesi olmuştur. Sarımsı yeşil renginin, 1860’larda öğleden sonra saat beş için yeşil saati denmesine neden olduğu söylenir. Edgar Degas, Toulouse Lautrec, Vincent Van Gogh, Émile Zola, Oscar Wilde gibi sanatçıların eserlerinde, anılarında yer alır. İçenlerde halüsinasyonlara neden olduğu için 1908-1915 yılları arasında pek çok ülkede yasaklanmıştır.
Resimde kadın absent içse de, elindeki bardak absent içilen bir bardak değil. Sanki üçüncü içkisini içiyor zira bardağın altında üç tabak görünüyor. Arka plandaki çift ise henüz ilk absentlerini içiyor. Birbirine çok benzeyen iki kadının ifadelerinin zıtlığı dikkat çekici; belki üçüncü absentten sonra o da bu ifadeye bürünecek kim bilir? Sanatçı, dalgın-hüzünlü ya da melankolik denebilecek bir ifade ile tasvir ettiği şık, zarif bu kadınla, 20. yüzyılın başında Paris’te oluşan absentle ilgili olumsuz mitleri çürütmek ister gibi. Zira Van Gogh ve çağdaşı diğer ressamlar absent içen kadınları hastalıklı, çökmüş, mutsuz, vasati bir giyimle tasvir ederdi.
Ressamın eşi Paris’in ünlü caddesi Faubourg Saint-Honoré’de ünlü bir şapkacıydı. Bu nedenle bu resminde olduğu gibi tüm yapıtlarında figürlerini çok şık şapkalarla tasvir eder. Bunun yanında kostümlere ve moda aksesuarlarına da büyük özen gösterir.
Diego Rivera, Doña Elena Flores de Carrillo, 1953
Frida Kahlo’nun, “duygu dolu, kibar?” eşi Meksikalı ressam Diego Rivera, ülkesinde duvar resminin (mural) öncülüğünü yapan üç sanatçıdan en ünlüsüdür. Eserlerinde, sıradan insanları olağanüstü, modern kahramanlara çevirmiş; Meksika kültürüne mitoloji geliştirerek görsel bir kimlik oluşturmuştur.
Dona Elena Flores de Carrillo’nun Portresi adlı bu şahane eser, bu türdeki en ünlü eserlerinden biri. Kadın, sağ elini başına, dirseğini de yastığa yaslayarak uzandığı yataktan, küstah bir gülümsemeyle bakıyor. Bu durum, sanatçının kadını yakından tanıdığını düşündürüyor. Rivera sosyal birisiydi; tanıştığı insanlarla özellikle de çekici kadınlarla yakınlaşmadan, hiçbir yere gitmezdi. Zaten, Frida’nın yaşamından, kadınlara ilgisini biliyoruz.
Resimdeki sarı ve tonları, Meksika sanatının tipik özelliği olan canlı ve pozitif bir renk şeması sunmaya yardımcı olur. Kadın, rengi ve şekliyle dikkati çeken ayakkabıları, elbisesi, kolyesiyle son derece şık. Odayı çevreleyen duvarlarda yeşil renk görülse de; içerisinde değişen tonlarda bulunan sarı tabloda belirgin bir renk tutarlılığı sağlar. Arka planda kırmızı çiçeklerle dolu vazo ve muhtemelen kadının kızı olan küçük bir çocuğun portresi görülüyor. Ön planda tropikal meyvelerle dolu bir tepsi bulur ki; Diego Rivera’nın birçok resminde yerel meyveler görülür. Muhtemelen bunu, resme verdiği renk, mutluluk hissi gibi düşünülebilecek bazı sembolik anlamlar için yapıyordu. Kadının bulunduğu oda oldukça sıkışık ancak bu figürü ön planda tasvir etmek için sanatçı tarafından yapılmış olabilir. Özel koleksiyonda bulunan resim 221,5 cm genişliğinde,140 cm boyunda; bir portre için nispeten büyük denilebilir.
Diego Rivera, bunun gibi canlı, iyimser portrelerini, Meksika yaşamını batılı izleyici kitlesine ulaştırmak için yapardı. Bunun yanında, günlük yaşamlarını sürdüren yerel insanları da sık sık tasvir ederdi. Şunu da söylemek gerekir ki; Rivera, hayatının ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkan uluslararası üne rağmen, Meksika’daki toplumun daha fakir unsurlarıyla bağını asla kaybetmedi.
Jules-Alexis Muenier, Le Calme, 1894
1881-85 yılları arasında Paris’te Jean-Léon Gérôme’un bir öğrencisi olan Fransız ressam Jules-Alexis Muenier, 1887’den itibaren Paris Salonunda düzenli olarak sergiler açar. 1900 Exposition Universelle’de altın madalya da dahil olmak üzere çok sayıda ödül kazanır. Muenier kariyerinin geri kalanında Coulevon köyü ve çevresindeki bölgede yaşar. Zaten resimlerinde, yaşadığı Franche-Comté’de Vesoul yakınlarındaki küçük bir köy olan Coulevon’daki aile hayatından ilham alır. Muenier, ressam kimliği dışında fotoğrafçılıkla da ilgiliydi.
Resimdeki yer kesin olarak bilinmese de, Muenier ailesinin Fransa’nın güneyinde sık sık tatil yapması ve yaşaması nedeniyle Coulevon yakınlarından ilham alan sahnelerden biri olduğunu düşündürüyor. Ayrıca John Singer Sargent’ın 1870’lerin sonlarından kalma Capri manzaralarını da anımsatıyor. Bu eseri, sanatçının resimlerinde her zaman olağan dışı yerler ve sahneler aradığını da ortaya koyar. Bu özel çalışmasında, koy manzarasına sahip bir yamaçta, genç bir kadını görüyoruz. Pastel tonlarla betimlenmiş atmosferde genç kadın, kolunda limon dolu sepetiyle, Akdeniz’e bakan tepeler boyunca yetişen uzun çam ağaçlarının altında ferahlamak için durduğu ve aşağıdaki manzaraya dalıp gittiği kaygısız bir an’da tasvir edilmiş. Uzaktaki körfezin üzerinde asılı duran empresyonist renk efektleriyle betimlenmiş nemli atmosferle bağlantılı olan romantik ruh hali, resmin güçlü bir anlatı etkisini ortadan kaldırıyor.
Muenier, bu resminde olduğu gibi figürlere olan tutkusunu, manzarayla birleştirdi ki; bu kariyerinin sonunda onu ilgilendirecek bir tema haline gelecektir.
Vladimir Makovsky, Two Mothers, 1905-06
Rus ressam Vladimir Makovsky sanatçı bir ailede dünyaya gelir. Kardeşi Konstantin Makovsky’de ünlü bir ressamdır. Gezgin Sanat Sergiler Derneği’nin kurucuları ve yönetim kurulu üyeleri arasında yer alır. Rusya’nın büyük şehirlerinde sergileriyle sanatı halka ulaştırmak amacı güden dernek ressamları, sosyal ve tarihi özellikler içeren eserler yanında ağırlıkla portre ve Rusya manzaraları yaparlardı. Gezginler, resimlerinde o dönemin toplumsal eşitsizliklerini de yansıtırlar.
Makovsky şunları söyler: İlya Repin, bir resim çizmeden önce yedi kez ölmen gerektiğini söylüyor. Bu elbette doğru ve bir resim yaptıktan sonra yedi kez ölüyorum. Sonuçta, bir resim Rusya’yı dolaşıyor, Rusya ne diyor; asıl mesele bu, mahkeme orada.”
Makovsky’nin resimleri genellikle sıradan insanların hayatından kesitler içerir. Sanatçı eserlerinde, karakterlerinin iç dünyasına, duygularına çok önem verir ve bunu yansıtırdı.
İki Anne isimli bu resminin konusu, sanatçının bir arkadaşının ailesinde meydana gelen olaya dayanır. Anne, doğumdan sonra bebeğini bir yetimhaneye bırakır. Oradan zengin bir aile evlatlık alır. Ancak bir gün anne, çocuğunu geri almak için o ailenin evine gider. Sanatçı resminde, tam da bu anı canlandırır.
Giysilerinden sosyal konumu ve köylü kökenini anlaşılan bu beklenmedik misafir, renkli bir önlüğün bağlı olduğu koyu renkli, sade bir etek giymiş. Yüzündeki ifadeyi ortaya çıkaran kırmızı eşarbı, sol elinde eşyaların olduğu küçük bohça, diğer elinde de muhtemelen çocuğun kendisine ait olduğunu gösteren belgeyle, belli ki hızlıca odaya girip, kahvaltıyı yarıda kesmiş.
Çocuk çok korkmuş ve sıkıca annesine sarılmış. Kaygı, annenin ve hizmetçisinin yüzünden de okunuyor. Sanatçı, anne, çocuk ve hizmetçinin duygularını resme ustalıkla aktarmış. Baba ise konuğun çocuğu almadan ayrılacağından emin, soğukkanlılığını koruyor; bu durum resimde hüküm süren gerilimle tezat oluşturuyor. Resim, çok sonra yazılacak olan Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi oyununu hatırlatıyor.
Rafael Romero Barros, Nature morte d’oranges, 1863
Rafael Romero Barros’un resimleri ağırlıklı olarak natürmortlar, İspanyol manzaraları ve Endülüs soylularının portrelerinden oluşur. Neo-klasisizm ve romantizm akımlarına bağlıdır, ancak üslubu zamanla değişir ve giderek gerçekçiliğe yaklaşır. Hayatının son yıllarında yaptığı resimler natüralizme olan ilgisini ortaya koyar.
İspanya’nın Endülüs bölgesine bağlı bir şehir olan Huelva’lı bir ressam olan Rafael Romero Barros, bu resminde olduğu gibi natürmortlarını, ülkesinin tipik görüntülerine atıfta bulunmanın güzel bir yolu olarak kullanır.
Barros, hemen tüm natürmortlarını, bu türün görülebilecek en güzel baş yapıtlarına dönüştürür. Bu resmi, natüralizme ve Endülüs’e özgü portakallara bir övgü niteliğindedir. Portakala dair hemen her şeyi aynı kompozisyona dahil etmiş. Portakal çiçeği, ağaçtan sarkan portakal, masada çeşitli şekillerde soyulup servis edilen portakal ve portakal suyu.
Masanın üzerinde kesilip parçalara ayrılan portakallar gibi resmin genelindeki detaylar sanatçının incelikli tekniğini öne çıkarır. Natürmort üzerine düşen berrak ışık, vazodaki çiçekler ve resmin içerisindeki renk armonisi izleyende mutluluk ve huzur dolu hisler uyandırır.
Kaynak
Gros/Delettrez Atelier Gustave Poetzch (1870-1950), “Auguste Alleaume peintre-verrier” : présentation de l’opération thématique régionale, Portrait of Sra Dona Elena Flores de Carrillo, The Real Jules-Alexis Muenier: 1 Paintings, This is Romero Barros’ best work in the still life genre-Espana Spanıes Is Culture Cültura, The Dialogues Between the Verbal and the Visual in the Artworks of Vladimir Makovsky (1846-1920)