Roman ve hikayelerde bir anlatım tekniği olarak yararlanılan mektuplar gizli kalmış duyguları ya da olayları ifşa eden bir vasıta, kişinin kendi kendisiyle hesaplaştığı bir iç ben yolculuğu olarak bilinçaltına en yakın mesafede konumlanan mahrem metinlerdir.
Okurda özel bir merak uyandıran mektuplar bir itiraf aracı olarak bilinçaltından gelen uyarılarla beslenip şekillenerek okurla buluşurlar. Mektup bazen yazarın iç dünyasının derinliklerine süzülebilen bir ışık, bazen de yazının yazara direndiği bir metindir. Karakterlerin bir ya da birkaçının ağzından yazılmış mektuplardan oluşan romana mektup-roman denir. XVIII. yüzyılda çok sevilen bir edebiyat türüydü. En önemli ortak özellikleri ahlakçı ve psikolojik yaklaşımla kadın-erkek ilişkilerini sorgulamaları ve baştan çıkarma öyküleri anlatmalarıydı.
1. Montesquieu (1689 – 1755) – İran Mektupları, 1721
İran Mektupları, çok kiÅŸinin yazıştığı mektuplardan oluÅŸan bir roman olmakla beraber iki baÅŸ kahramanı vardır: Üsbek ve Rica. Bu iki soylu İranlı öğrenmek, bilgi kazanmak için doÄŸdukları ÅŸehir İsfahan’ı ve memleketleri İran’ı terk ederek Türkiye ve İtalya üzerinden merkezi Paris olacak olan batıya bir inceleme gezisine çıkarlar. İran Mektupları 161 mektuptan oluÅŸur, bu mektupların her birinde toplum yaÅŸamı dolayısıyla, onun en büyük bileÅŸeni olan kadın hakkında sayısız gerçek ya da gerçek dışı düşünce yer almaktadır. Bu düşünceler, genellikle abartılı ya da yergilidir. İran Mektupları’nın genel eÄŸilimi o dönemin Fransası’nın eleÅŸtirisi üzerinde odaklanır.
“Bu hususa dair, son derece zarif ve keskin zekalı bir filozof, geçen gün bana şöyle diyordu: “Tabiat asla böyle bir kanun koymamıştır. Kadınların üzerinde malik olduÄŸumuz hakimiyet hakiki bir gaddarlık, düpedüz bir zulüm ve istibdattan baÅŸka bir ÅŸey olamaz. Onlar sadece bize göre, çok daha nazik ve yumuÅŸak olduklan için, bu hakimiyetin altına girmiÅŸ bulunuyorlar. Binaenaleyh, onlar haiz oldukları bu naziklik ve yumuÅŸaklık üstünlükleri dolayısıyla, bize göre çok daha yüce bir insaniyete ve kapsamlı bir muhakemeye sahip bulunuyorlar.”
2. Johann Wolfgang von Goethe (1749 – 1832) – Genç Werther’in Acıları, 1774
Dünya Edebiyatı’nın en etkili, en ünlü yapıtlarından biri olan Genç Werther’in Acıları romanını Goethe yirmi beÅŸ yaşındayken yazar. Goethe, romanın otobiyografik özelliklere sahip olduÄŸunu romanın yayımlanmasından yaklaşık on yıl sonra arkadaşı Eckermann’a “Parmaklarımın ucunda yanarak beni sıkıntıya sokan bireysel, çok yakın iliÅŸkilerdi, bunlar beni sonunda Werther’i ortaya çıkaran ruh durumuna soktu. YaÅŸamış, sevmiÅŸ ve çok acı çekmiÅŸtim.” diye ifade eder.
Werther adındaki genç bir adamın, ölen sevgilisinin acısını unutmak için gittiÄŸi Walheim’da Lotte adındaki niÅŸanlı bir kıza aşık olmasıyla dünyası deÄŸiÅŸir, bir yandan ayakları yere basmayan Werther, diÄŸer yandan yaÅŸadığı umutsuz aÅŸkın acısıyla ve kıskançlıkla kıvranır. ÇaresizliÄŸine son vermek için sonunda ölmeye karar verir. Kitap Werther’in arkadaşı Wilhelm’e yazdığı mektuplardan oluÅŸuyor.
“Ve bunu söyleyebilir miyim? Niçin olmasın, Wilhelm? Benimle daha mutlu olurdu iÅŸte! Albert ah, Lotte’ninki gibi bir yüreÄŸin dileklerini yerine getirecek insan deÄŸildir. Belirli bir duyarlılık eksikliÄŸi, kastettiÄŸim ÅŸey, bir kitabın belli bir yerinde, ah, Lotte’nin ve benim yüreÄŸim aynı anda çarparken ya da Lotte ve ben aynı duyumsamaları dile getirirken, Albert bütün bunları yüreÄŸinde paylaÅŸamıyor iÅŸte. Herhangi berbat bir iÅŸ, ona deÄŸerli ve güzelim eÅŸinden daha çekici geliyor. MutluluÄŸun deÄŸerini biliyor mu acaba? Ona yakışır ölçüde deÄŸer veriyor mu?”
3. Honoré de Balzac (1799 – 1850) – İki Yeni Gelinin Anıları, 1842
Balzac’ın İki Yeni Gelinin Anıları isimli eseri, aynı eÄŸitimi almış ancak manastırdan ayrıldıktan sonra farklı ortamlarda yaÅŸamlarını devam ettiren ve farklı evlilik ve aile hayatı anlayışlarına sahip iki genç kızın Louise de Chaulieu ve Renéede Maucombe’nun, hatıraları, duygu ve düşüncelerini anlatan bir eserdir. Louise de Chaulieu ailesinin yanına Paris’e döner. Renée de Maucombe ise doÄŸduÄŸu kasabaya geri dönmüştür. Louise, sade bir köy hayatını, huzuru ve evlilikte bulacağı emniyet duygusunu tercih eden arkadaşı Renée de Maucombe’a Paris’den mektuplar yazar. Duygu ve düşüncelerini, heyecanlarını onunla paylaşır. Onun tekdüze yaÅŸamını renklendirmek ve ona yabancı olan Paris yaÅŸamından sahneler aktarmak ister.
“Renee, demek ki o ahenkli vücut, o güzel, o maÄŸrur yüz, tabii olarak o zarif hareketler, en kıymetli meziyetlerle dolu o ruh, ruhun bir aÅŸk pınarından içer gibi su içtiÄŸi o gözler, en leziz inceliklerle dolu o kalp, o geniÅŸ zeka, bütün o eÅŸsiz vergiler, tabiatın da beraber gördüğümüz terbiyenin de bütün o çabaları, tutku için, arzu için emsalsiz zenginlikler, ÅŸiirler, birer yıl deÄŸerinde saatler, bir erkeÄŸi bir tek zarif hareketin esiri edebilecek zevkler vadeden bütün o hazineler, demek ki bütün bunlar bayağı alelade bir evliliÄŸin sıkıntıları içinde mahvolacak.”
4. Fyodor Dostoyevski (1821 – 1881) – İnsancıklar, 1846
Dostoyevski’nin ilk romanı İnsancıklar mektup-roman tarzında kaleme alınmış kısa ve toplumsal içerikli bir romandır. Dostoyevski’nin acıma duygusu daha bu ilk eserinde bile belirgindir. Roman, yaÅŸlı bir katibin küçük bir kıza olan aÅŸkını ve bu kıza karşı gösterdiÄŸi saygınlık çabalarını konu alır. Roman günlük hayatta sıklıkla göz ardı edilen veya aÅŸağılanan bu fakir insanların acımasız gerçekliÄŸini sempati ile tasvir ettiÄŸinden dolayı duygusal doÄŸalcı bir eser olarak ilan edilir. İnsancıkların el yazması müsveddelerini okuyan ÅŸair Nekrasof, devrin ünlü edebiyat eleÅŸtirmeni Belinski’ye “Yeni bir Gogol doÄŸdu” der.
“Mektubunuzda yüreksiz olmamamı yazıyorsunuz. Evet meleÄŸim, ben de kendi kendime yüreksiz olmamam gerektiÄŸini söylüyorum. Ama yarın iÅŸe giderken giyeceÄŸim ayakkabılarımın halini siz de biliyorsunuz. Sorun bu Varenka. Bilirsiniz böyle sorunlar insanı yer bitirir. Ama aslına bakarsanız ben sadece kendim için üzülmüyorum, sadece kendim için sıkıntı çekmiyorum. Ben ayazda bile dışarı paltosuz ya da ayakkabısız çıkmaya aldırmam. Buna dayanabilirim, her ÅŸeye katlanırım. Sıradan, basit bir insanım ben. Ama insanlar ne derler? Paltosuz dolaşırsam sivri dilli düşmanlarım neler konuÅŸurlar? Bilirsiniz insan baÅŸkaları için giyinir. Ayakkabılar insanın onurunu ve adını korumak içindir. Delik ayakkabılarla insan hem onurunu hem de namını kaybeder. Buna inanın, deneyimlerime güvenin küçüğüm. O çalakalem yazan yazar müsveddelerini deÄŸil, dünyayı ve insanları iyi tanıyan bu ihtiyarı dinleyin.”
5. Pierre Choderlos de Laclos (1741 – 1803) – Tehlikeli İliÅŸkiler, 1782
Choderlos de Laclos’nun 1782’de yayınlanan Tehlikeli İlişkiler kitabı birçok filme ve operaya tiyatroya uyarlamaları yapıldı. Aynı zamanda bir ordu generali olan Choderlos de Laclos’un yazdığı ve döneminde olay yaratan romanını, 1779-1782 yılında kaleme almış. Romanın ana kahramanlarından olan Vikont de Valmont ve Marquise de Merteuil şeytanca bir baştan çıkarma oyununa girişirler. Bu adamla, bu kadın Don Juan’ın iki bedene bölünmüş varlığı gibi bütünlük içindedirler. Birlikte hareket ettiklerinde hep kazanırlar ta ki Merteuil, Valmont’a savaş açana dek. İki kötünün karşılaşması her ikisinin de yıkımına neden olur. Fransız aristokrasisi içerisinde, entrikalarla ve zevk uğruna müstehcen oyunlar oynayarak, karşı cinsi tuzağa düşürmelerini konu alan roman 175 mektuptan oluşur. 18. yüzyıl sonlarında, dönemin Fransız aristokrasisine dair eleştiri niteliğindeki romanda döneme ait çarpık ilişkiler gerçekçi bir dille yazılmış.
“Gercourt’un evleneceÄŸi kadına çok fazla önem vermesi, kimselerin kaçınamayacağı ihanetin kendi başına gelmeyeceÄŸini sanıp sürekli böbürlenmesi benim gibi sizi de kaç kez sinirlendirmedi mi? Onun, o gülünç düşüncelerini bilirsiniz: Manastırlarda yetiÅŸmiÅŸ kızlardan bir kötülük gelmezmiÅŸ, sarışınlar uslu, terbiyeli olur, kendilerini tutarlarmış… Volanges’ların kızının yılda altmış bin franklık geliri var; ama manastırda yetiÅŸtirilmeseydi, sarışın olmayıp, esmer olsaydı Gercourt onunla asla evlenmezdi. Åžuna ahmaklığını kanıtlayalım! Elbet günün birinde onun da başına bir ÅŸeyler gelecektir; iÅŸin bu yanından kaygım yok, ama nikahtan önce başına bir ÅŸey gelirse daha hoÅŸ olmaz mı? Ertesi gün övündüğünü duydukça nasıl da güleriz! Bundan hiç kuÅŸkunuz olmasın, övünür o. Hele siz o kızı bir yetiÅŸtirin, herkes gibi Gercourt da bütün Paris’in diline düşer mi düşmez mi, görürsünüz.”
6. Henry de Montherlant (1895 – 1972) – Genç Kızlar, 1936
Geleneksel anlatı sanatının büyük ustalarından Fransız romancı Henry de Montherlant, romanı, yazar olan Costals ile ona aşık olan ve bu aÅŸklarını varlıklarının temel nedeni haline getiren kadınların tacizkar mektupları üzerine kuruyor. Kadınlar, yazdıklarıyla, hediyeleriyle, ziyaretleriyle obsesif bir ÅŸekilde Costals’ın beÄŸenisini kazanmaya çalışırken, kahramanımızsa aÅŸkı küçümsüyor ve kendisine tapınan kadınlara küstahça haddini bildiriyor. Kitabın çevirmeni Tahsin Yücel “Kadınları bu denli yeren bir yapıt daha göstermek zordur.” diyor. Geleneksel anlatı sanatının büyük ustalarından Fransız romancı Henry de Montherlant’ın kadın ve erkek arasındaki düşünsel, fiziksel yargılarına farklar üzerinde temellenen bu eserinden sonra yirmi yıl roman yayımlayamamıştır.
“Genç kızlar sokaÄŸa atılmış köpekler gibidir. Yüzlerine iyilikle bakmaya gelmez. Çağırıyorsunuz, alacaksınız sanırlar. Titreyen ayaklarıyla pantolonunuza sürtünürler.”
“İnsanlığın baÅŸlıca dertlerini doÄŸuran bu çifttir, erkek-kadın çifti. Ama ne kadın suçludur, ne erkek, suç bütün yapıtlarında olduÄŸu gibi burada da en iyiyle en kötüyü birbirine karıştırmış olan doÄŸadır. Filozoflar, bilinçsizler ne derlerse desinler, tabiatın her eseri karışıktır, bulanıktır, kirlidir, ikiyüzlüdür; onlar yalnız bir yüzünü görürler.”
7. Samuel Richardson (1689 – 1761) – Clarissa, 1748
Samuel Richardson, İngiliz romanının temellerinin atılmasına önemli katkıda bulunmuştur. İlk İngiliz romanı ve duygusal romanın başlangıcı kabul edilen Pamela, iffetli bir hizmetçi olan Pamela ile onun çapkın genç efendisi Mr B. arasındaki kaçma-kovalama hikayesi üzerine kurulmuştur. Richardson’un her ikisi de mektup-roman örneği olan Pamela’da ve 6 yıl sonra yazdığı Clarissa’da da ahlaksal bir amaç güttüğü anlaşılır. Clarissa uzun bir romandır (8 cilt) ama konusu öylesine yalındır ki şöyle özetlenebilir: Clarissa onu sevmediği bir adamla evlendirmeye kalkan ailesine karşı çıkar. Lovelace adlı ahlaksız bir delikanlıya sığınır, onun tecavüzü sonrasında da kederinden ölür. Yazar Clarissa’nın saflığını ve Lovelace’nin onu nasıl aldattığını ikisinin de dostlarına yazdığı mektuplar aracılığıyla verir. Aşağıdaki alıntıda Clarissa, Lovelace’yi anlatır.
“Bir kadın çok hoÅŸlanmaya baÅŸladı genç bir aslandan yada bir ayıdan. Hangisi olduÄŸunu unuttum. Ama bu bir ayı ya da bir kaplandı sanırım. Bu hain yavruyu büyük bir sevecenlikle besledi. Tehlikeyi sezmeden, korkmadan, onunla oynadı. Ama bakın ne oldu. O hayvan vahÅŸileÅŸti, aniden ve ansızın kadının üstüne saldırarak onu paramparça etti. Åžimdi söyleyin bana lütfen suçlu olan kimdi? O hayvan mı, yoksa o kadın mı? O kadın elbette, çünkü kadının yaptığı doÄŸasına aykırı, en azından kiÅŸiliÄŸine aykırıydı. Hayvanın yaptığı ise, kendi doÄŸası gereÄŸiydi.”
Kaynak
leblebitozu.com editörleri, Asuman KafaoÄŸlu Büke – Yazın Sanatı, Montesquieu’nun İran Mektuplarında Kadınlar, İngiliz Edebiyatı Tarihi, Mina Urgan, Montaigne ve Montesquieu’de İnsan, Erdem ve Trogloditler, İki Farklı Toplumda Kadın ve Evlilik Temalarını İşleyen İki Mektup-Roman: İki Yeni Gelinin Hatıraları, Romanda Kadının İtiraf Dili Olarak Mektuplar, Dostoyevski’nin İnsancıklar Romanında Sıradan İnsan Figürü
Önerileriniz için teşekkürler.