Menu

Sulu Boya Ressamları ve Çalışmaları



Sulu boya, su ile boya pigmentlerinin açılmasından oluşan ve genellikle beyaz, dokulu, kalın gramajlı kağıt üstüne yapılan bir resim türüdür. Sulu boyanın tanımında kullanılan boyaların sulandırıldığını, açıldığını söylemek pek yeterli değildir, çünkü sulandırma işlemi başka teknikler için de geçerlidir.

Sulu boya resmin asıl özelliği, görünüm bakımından hafifliği, renklerin saydamlığıdır; bu nitelikler resmin yapılma yöntemlerinden kaynaklanır. Kromatik, yani renksel değerlerin derecelendirilmesi, boyanın az ya da çok sulandırılması ya da boyaların üst üste sürülmesiyle elde edilir. Kullanılan boyalar arasında beyaz yoktur; çünkü bu renk genellikle resmin üstüne yapıldığı kağıt ya da kartonun üstünde zaten vardır. Bununla birlikte, sanatçılar giderek guvaşlı sulu boyaya yönelmektedirler. Bu tür çalışmada da beyazlar guvaşla belirginleştirilir; böyle bir girişim de sulu boyanın özünde var olan akışkanlık niteliğine zarar verir.

malik aksel

Malik Aksel, Enteriyör, 1951 (Sulu boya virtüözü diye anılan Aksel’in sulu boya eserleri yağlı boya eserlerine göre daha fazladır. Malik Aksel, sulu boyada insanın duygusunu ve ifadesini daha iyi, daha kolay verebildiğini dile getirir.)

Fransa’nın Ardeche bölgesindeki mağara duvarlarında bulunan hayvan motiflerinin, pigmentlerin bitkisel kökenli Arap zamkıyla ezildikten sonra suyla karıştırılmasından elde edilen sulu boyayla yapıldığı anlaşılmıştır. Eski Mısır resminde de, ilk sulu boya uygulamalarına rastlanır. Eski Mısır’da “Ölüler Kitabı” resimleri ve Orta Çağ’da din kitaplarının minyatürleri sulu boya ile gerçekleşmiştir.

Ölüler Kitabı, Eski Mısır’da XXI. hanedan döneminden sonra derlenmiş olan ve asıl adı “Güne Çıkış” olan kitabın metinleri, bir ölçüde piramitler ve lahitler üzerinde yer alan metinlerden türetilmiştir. Ölümden sonra ruhun yolculuğunu anlatan metinlerin yanı sıra, yüksek sanat değeri içeren sulu boya tekniği ile yapılmış resimler, Mısır dininin en karmaşık yönlerine ışık tutar. Orta Çağ’da din kitaplarının resimlerinde de sulu boya kullanılmaktaydı; resimler minyatür tarzında yapılırdı ki, bu resim türüne Osmanlı’da nakış veya tasvir denirdi.

hoca ali rıza

Hoca Ali Rıza, Sahil Kahvesi (Türk resim sanatında Üsküdarlı Hoca Ali Rıza adıyla tanınan, Asker Ressamlar kuşağının en etkili ve sevilen temsilcilerinden biridir. Ülkemizde peyzaj/manzara geleneğinin oluşmasında önemli hizmetleri bulunan sanatçı, kendi ekolünü oluşturmuş ressamlarımızdandır.)

celal esad arseven

Celal Esad Arseven, Peyzaj (Suluboya resimleri ile dikkati çeken Celal Esad Arseven, Hoca Ali Rıza ve Fausto Zonaro’dan suluboya öğrenmiştir.)

Sanatçılar doğayı veya kurgularını görsel bir dile çevirmek, geçici anı yakalamak konusunda en elverişli malzemeleri sunduğundan sulu boyayı eskiz, taslak, not niteliğinde kullanırlar. O yıllarda, sulu boya ağırlıklı olarak teknik amaçlarla kullanılır. Örneğin, etütler, projeler, halı ya da vitray kartonları, süslemecilerin örnek defterleri, XVIII. yüzyıldaki mimar ve arkeologların gezi albümlerindeki krokilerle birlikte manzaracılığın temelini oluşturan topoğrafya notları.

XVIII. yüzyıl sonlarından başlayarak özellikle İngilizlerin oldukça yetkinleştikleri manzara sanatı sayesinde sulu boya gerçek anlamda gelişir. İngiliz ressamlar, doğanın, gökyüzünün, suyun ve bulutların ışık ve renk titreşimlerini verebilme de sulu boyayla çalışmayı en iyi yöntem olarak kabul ederler. Sulu boya, diğer türlerle aynı seviyeye ancak XIX. yüzyılda gelebilir.

üsküdarlı cevat (1)

Asker Ressamlar kuşağında yer alan Üsküdarlı Cevat’ın (Göktengiz) sulu boya çalışması, Kızıltoprak, 1920

Sulu boyada yağlı boyanın kalınlığı, örtücü niteliği yoktur, saydamdır. Üzerinde gerçekleştiği kağıdın dokusuna saygılıdır; var olan renktir, yok olansa su. Saydamlık, şeffaflık, şiirsellik esastır sulu boyada. Bu tekniğin telafisi, geri dönüşü yoktur. Malzemeyi tanımak, hızlı hareket etmek, pratik olmak gerekir. Sulu boya hata affetmez; malzemeler arasında en özel olandır. Tekniğe hakim olmadan sulu boyaya hakim olmak zordur.

ışık özışık

Işık Özışık

ömer muz

Ömer Muz, Haliç, 1998

Türkiye’de sulu boyayı topoğrafik çizimler ve haritacılık amaçlı ilk yaygınlaştıranlar asker kökenli ressamlarımız olmuştur. Malik Aksel, Refik Epikman, Celal Esad Arseven, Hoca Ali Rıza, Melek Celal, Üsküdarlı Cevat, Sabri Berkel, Diyarbakırlı Tahsin, Zeki Faik İzer, Saim Özeren, Fikret Mualla, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Cafer Bater, Nüzhet İslimyeli, günümüzde ise Işıl Özışık, Ayhan Türker, Burhan Özer, Ömer Muz, Mustafa Plevneli ülkemizin usta sulu boyacılarıdır.

Albert Dürer

Albert Dürer, Wire Drawing Mill Near Nuremberg, 1489

Dürer’in bu resmi, en eski sulu boyaları arasındadır. Bakır tel üreten bir atölyeyi tasvir ettiği resminde, yükseltilmiş bir açıdan bakışlarımız Nürnberg şehrindeki Pegnitz Nehri kıyısında yer alan çayırlardaki büyük ve küçük değirmenlere yönelir. Arka planda dağların eteklerinde yer alan köyler görülür. Dürer’in uzak evler gibi bazı detaylardaki özeni dikkat çekici, renklendirmesi, ön plandaki kahverengi tonları, orta zeminde yeşillikler ve uzaktaki mavimsi dağlarla, Hollanda manzaralarını andırır. Resmin ayrıntılı bileşimi geç Orta Çağ atölye geleneğine uygun olsa da, oldukça inceltilmiş sulu boya ile üretilen ince sırlar, daha sonraki sulu boyaların daha serbest fırça darbelerini müjdeler. Bu bakımdan resim, Dürer’in sulu boya resim tekniğini geliştirmesinde bir kilometre taşı olarak nitelendirilebilir.

Paul Klee

Paul Klee, Hammamet with its Mosque, 1914

Yeni bir duyarlılık yaratma yolunda, değişik teknikleri deneyen Klee, yağlı boyayı da sulu boya gibi kullanmıştır. Klee’nin, Münih’te 1898’de başlayıp üç yıl devam eden sanatsal eğitimi, Tunus’u ziyaret ettiği 1914 yılına dek sürdüğü söylenebilir. Kuzey Afrika’nın ışığı onun içinde bir renk duygusu uyandırır ve orada şu ünlü ifadesini söyler: “Renk ve ben biriz. Ben bir ressamım.”

Paul Klee, 14 Nisan 1914’te Tunus’un kuzeybatısında Akdeniz’de küçük bir kasaba olan Hammamet’i ziyaret eder. Bu sulu boya çalışmasında, şehir duvarlarının dışından camisi ile Hammamet’te bir şehir manzarasını tasvir eder. Üst kısım iki kule ve bahçeyle çevrili camiyi göstermektedir. Alt alan, Robert Delaunay’ın saf renk yapma kontrastı örneğini izleyerek yarı saydam renk düzlemlerinden oluşur; kontrast, resmin tek konusu olur.

Thomas Gaisenbur

Thomas Gainsborough, Wooded Landscape with a Waggon in the Shade, 1775

Bir portre ressamı olarak tanınan Thomas Gainsborough, İngiltere manzaralarını pitoresk tarzıyla betimler. Portreleri, doğduğu bölge olan Suffolk’tan manzaralar ve peyzajları en bilinen eserleridir. Eserlerinde genellikle nehir kenarında eski evler, inekler, devasa ve el değmemiş gibi görünen ağaçlar, zamanın ulaşım aracı olan at arabaları gibi objeler görürüz. Gainsborough ne sanat teorilerine, ne de akademik teorilere bağlı kalmadan çalışmıştır. Resimlerini hazırlarken çok çabuk eskiz yapıp bunları hemen hızla boyaması ve tekrar tekrar elden geçirmemesi ile bilinir.

John Constanble

John Constable, Water Street, Hampstead, 1832

John Constable, kendi döneminde hiçbir öğretiye tam anlamıyla teslim olmamış; sanat için alışılmadık pratikler ve pek tanıdık olmayan terimlerle kendi sanatını tarif etmiş bir ressamdır. Constable üstüne düşünenler, onu çelişkili, doğa tutkunu ya da tutucu, ama yenilikçi bir ressam olarak değerlendirirler. Onun resmi, batının yansıtmaya dayalı ilerleyen sanatına yeni bakış açıları kazandıracak buluşların ipuçlarını taşır. Romantizm’in öncüleri arasında anılan Constable, akımın manzara kanadında eserler verirken, manzara resmine yaptığı katkıların yanı sıra, resim sanatında gerçekçilik ve empresyonizmin de önünü açan yenilikler getirmiştir.

william Turner

Joseph Mallord William Turner, The Lake of Zug, 1843

Joseph Mallord William Turner’in eserlerinde her şey ışığın emrindeydi. Sonsuzluğa uzanan denizleri, düşsel vadileri, ışık seli arasından sulu boya ve farklı malzemelerle resmetti. Avrupa sanatında Cezanne hariç hiçbir ressam, sulu boya resimde Turner ile karşılaştırılamaz. Turner için doğa gözlemleri, kendi resim dünyasını gerçekleştirmenin aracıdır sadece. Turner, doğadan aldığı izlenimi olabildiğince gerçekçi bir biçimde yansıtma telaşında değildir. Doğanın resimsel karşılığını arar; başka bir deyişle doğayı sanatın araçlarıyla taklit etmeye çalışır. Resimlerinin atmosferini motiflerinden çok, onları resmetme tarzı belirler.

İsviçre Alpleri’ndeki uzun bir geziden dönen Turner’in bu büyük sulu boya çalışması orada yaptığı eskizlere dayanır. Bilim adamı Hugh Andrew Johnstone Munro tarafından yaptırılır, sonra yazar John Ruskin’e geçer. Resim, ışık ve atmosferik efektlerin başarılı bir şekilde oluşturulması ile Turner’in karakteristiği olarak nitelendirilir. Çizimde Turner, hem tartışmalı hem de beğenilen teknik yetenekler sergiler. Göl ve dağlarda, daha seyreltik boya ve yarı mat karışımı art arda renk uygulamaları halinde sergilerken, buğu ve yansımaları, kağıdın önceden boyanmış alanını kazıyarak pürüzsüz beyaz yüzeyini ortaya çıkararak aktarır. Resimde, Arth kasabasının arkasındaki Rossberg ve Mythen dağları arasında güneş doğarken, ön planda suya girmekte olan çıplak kızlar ve tekneye binen köylüler görülür.

Cezanne

Paul Cézanne, Les Bois, Aix-en-Provence, 1890

Cézanne’ın “Doğayı küre, koni ve silindir biçimlerine göre işleyin” sözleri, figüratif ya da soyut sanat olsun, geometrik biçimlere yer veren bir sanatın önderliği şeklinde düşünülebilir. Bununla beraber sanatçı, kübizm sanat akımının temellerini atmıştır. Kübik formlara giden süreç, sanatçının farklı iç dünyasının yansıması şeklinde yorumlansa da, formları çabuk fırça tuşlarıyla boyayan, köşeli biçimlere dönüştüren bir yapı, resimlerinin temelini oluşturmaktadır.

Cézanne’ın dağlarında zenginleşen, ormanlarında hareket ve canlılık kazanan bu espri, yer yer figürlerin üzerine taşınan renk lekelerine dönüşmüştür. Fırçanın hafif yan eğimiyle zikzaklı hızlı fırça vuruşları, kompozisyonlarının hemen hemen her yerinde kendini hissettirmektedir. Bu olgu, Cézanne’ın resimlerini çağdaşlarından ayırmaktadır. Sanatçının bakış açısı yer yer farklılıklar gösterse de natürmortları, peyzajlarındaki doğallık resimlerinin bütününde yer bulmaktadır. Rastgele hayalden peyzajlar yerine, görünen doğayı resimleyen Cézanne, figüratif resim geleneğinden asla vazgeçmemiştir. Peyzaj ve natürmortlarında serbestçe kullandığı köşeli fırça darbelerini, figüratif resimlerinde aynı özgürlükte kullandığı görülmemektedir.

Cézanne sulu boyanın saydamlığından faydalanarak ton üstüne ton yöntemini, yani bir fırça darbesiyle kağıda aktarılmış bir rengin üzerine ikinci bir rengi atarak, ton elde etme yöntemini yaratarak, izleyiciye renklerde geçiş şölenini başarıyla yaşatmıştır.

Richard Barkers

 Richard Parkes Bonington, The Undercliff, 1828

Geliştirdiği yeni teknik ile 19. yüzyıl manzara resmini etkileyen Bonington, ilk resimlerinde işlek fırçası ve canlı renkleriyle İngiliz sulu boya geleneğini sürdürür. Sulu boya Bonington’ın berrak ve romantik yapıtlarıyla doruk noktasına ulaşır. İnce işçiliği, ışığın betimlenmesine verdiği önem, resimsel öğeleri konudan bağımsız alışı manzara resmine katkıları arasındadır.

Bonington, 1824’ten sonra yağlı boyaya başlar. Bu eserlerinde yer yer Constable’nin, özellikle de Delacroix’un etkileri görülür. Tipik İngiliz romantiklerinden olan Bonington, hayranlık duyduğu yazar Sir Walter Scott’ın kitaplarından almış olduğu romantik öğeleri tuvallerine yansıtmaya çalışmıştır.

Eugeune Delroux

Eugéne Delacroix, Cliffs near Dieppe, 1852-55

Delacroix, renk ve biçim kullanımı, konulara yaklaşım biçimiyle Romantizm’in güçlü bir temsilcisidir. Delacroix, Devrim Fransa’sında J.L.David’in kurduğu klasik anlayışın karşısında, o dönemde özgürlük, sınır tanımama anlamına gelen Romantik anlayışla çalışmalarını üretmiştir. Arkadaşı olan İngiliz ressam Richard Parkes Bonington yoluyla İngiliz renkçiliği, özellikle de sulu boya resim anlayışıyla tanışmıştır. İngiliz Peyzaj ressamlarının çalışma tarzlarını keşfetmesi, sanatçının nesnelere bakışını önemli ölçüde etkilemiştir. Serbest bir fırça tekniğiyle farklı tonların yer aldığı resimlerine gittiği Afrika gezisi sırasında rengin önemini kavrayarak yeni teknik eklemeler yapmıştır. Daha önce hiç denenmemiş bir biçimde rengi, resmin yapısına ilişkin bir öğe olarak benimsemiştir.

Kendinden sonra gelen Matisse, Cézanne, Renoir üzerinde önemli etkisi olan sanatçı, empresyonizmin gelişmesinde üslupsal bir etki yaratır. Oryantalizme olan ilgisi ise daha sonra gelen sembolist ressamları etkileyecektir. Salt manzara resmi yapmayan sanatçı, çok sayıda taş baskı eserler de yapmıştır.

John Sell Cotman

John Sell Cotman, Greta Bridge, 1805

Norwich Ressamlar Okulu üyesi, İngiliz manzara ve sulu boya ressamı John Sell Cotman, doğayı sade, soğuk renklerle, ayrıntılardan uzaklaşarak tuvaline aktardı. 1800-1806 yılları arasında Kraliyet Akademisi’nde sulu boya eserleri sergilenir. Zamanın en iyi İngiliz manzara ressamları arasında sayılır. En tanınmış eseri olan Greta Bridge, Yorkshire Greta’da yaşarken ürettiği çalışmalarından. Eserini ışık ve gölgeden, doğrusal tasarımdan kaçınarak neredeyse tamamen geniş renk düzlemlerden oluşturmuş. Cotman’ın son yıllarında tarzı tamamen değişir ve zengin bir koyu renk efekti elde etmek için sulu boyayı farklı malzemelerle karıştırır.

Winslow Hover

Winslow Homer, Fishing Boats, Key West, 1903

Dönemin akımlarından etkilenmeyen ABD’li ressam Winslow Homer, 1870’li yıllarda, New York’un kırsal kesimine, küçük kasabalara yaptığı ziyaretlerden sonra sulu boya çalışmalarına başlar. İngiltere kıyılarında, Tynemouth yakınlarına yaptığı ikinci bir gezi ile Homer Cullercoats adlı balıkçıların Kuzey Denizi’ndeki sade yaşamlarını izler; suluboya resimlerini yapar. Bu dönemi üslubunda bir dönüş noktası yaratır. Bundan sonra daha serbest, daha kuvvetli fırçasıyla, insanın doğa karşısında verdiği savaşın düşünceli uygulamaları yansır tuvaline. Yaşantısının geri kalan kısmını Prouts Neck’te Maine kıyısında geçirmek üzere inzivaya çekilir; orada en büyük yağlı boyalarından pek çoğunu yapar.

Homer’in ustaca yaptığı bu sulu boya çalışması, izleyene yelkeni hareket ettiren rüzgarı, birbiriyle konuşan figürleri hissettirir adeta. Gölgeler ve ışığın suya yansıması, dikkati ortadaki yelkene yönlendirir.

Giuseppe De Nittis,

Giuseppe De Nittis, Bunch of daffodils

İtalya’da her zaman küçümsenen sulu boya, özellikle Posillipo ressamlar grubu çevresinde ortaya çıkar ve burada Giuseppe de Nittis’in parlak üslubu egemen olur; öte yandan Campagna Romana grubu, Roma’da her ulustan ressamları İspanyol Mairano Fortuny çevresinde toplar.

Mairano Fortuny,

Mairano Fortuny, Masquerade, 1868

Camılle Brayn

Camille Bryen, Sans Titre, 1962

Sulu boya resim, 20. yüzyılda gözle görülür bir gerilemeye uğradıysa da, çağdaş resmin başlangıcında soyut resim yanlıları, özellikle de Camille Bryen gibi ressamlar tarafından başvurulan bir teknik olur.

Kaynak
Rengi ve ışığı en saf haliyle yansıtan, Van Gogh, Kandinsky gibi birçok sanatçının çalışmaktan vazgeçemediği sulu boya resim tekniğini ve bu tekniğin püf noktalarını yakından öğrenmek ister misiniz?Renklerin Su İle Dansı “Sulu Boya”Sulu Boya Tekniği


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir