İnternette yanlış, uydurma olmasına rağmen viral bir hale geldiği için neredeyse doğru kabul edilmiş birçok bilgi söz konusu. Bu durum şiir, özlü sözler konusunda inanılmaz bir düzeyde. İnternette neredeyse bütün ünlü şairler ve düşünürler bu desteksiz paylaşım furyasından nasibini almış durumda. Bu yazımızda bu uydurma bilgileri ve doğrularını paylaştık.
Kris Lee, Sufi Light
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, bütün dünyaya uzanan bir gönül eli, evrensel bir ışık olmuştur. 15. yüzyılda yaşayan İranlı büyük şair Molla Câmi: “Peygamber değildir, ama kitabı vardır” diyerek Mesnevi’ye işaret eder. Alman doğu bilimci ve tarihçi Hammer ise “Mevlânâ, dinlerin dışında dünyevi bütün olaylardan sıyrılarak çok üstün ve sonsuz olan varlık bulmuş, en yüksek manevi zevk ve hazzın kanatları ile diğer şairlerin ulaşamadıkları makamlara yükselmiştir.” der.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin kendisinden önce pek aşina olunmayan yoğun metaforik bir üslup ile eser yazdığı muhakkaktır; özellikle de Divan-ı Kebir’inde. Ancak üzücü olan sosyal medyada, kahve içerken, bir şeylere itiraz ederken, severken, ayrılırken, birilerine mesaj vermek isterken Mevlânâ dizesini kullanmak, en vahimi de ona ait olmayan dizeleri kullanmak maalesef günümüzde çok yaygın. Bunun dışında, çok kullanılan ve ait olduğu sanılan ünlü rubaisinden bahsedeceğiz.
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister mecusi,
ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”
2005 yılında vefat eden son Mesnevihan Şefik Can şunları söylemiş: “Bu rubai Mevlana’nın değil, bunu herkes biliyor zaten. Dergahın kütüphane memuru rahmetli Necati Bey, eski yazılı bir nüshada bu rubaiyi, Mevlânâ’nın rubaisi diye görmüş. İşin hakikatını araştırmadan, Hz. Mevlânâ’nın rubaisi diye etrafa yaydı. Halbuki Ziya Paşa’nın topladığı, Harabat adlı antolojide, bu rubai başka kişiye aittir.”
Rubâî’nin bu kadar çok yayılmasında, belli anlayıştaki kişilerin gayretleri kadar, Abdülbaki Gölpınarlı’nın da rolü olduğu malumdur. Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin ve Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik adlı eserlerinde söz konusu rubaiden bahsetmezken, 1964 yılında neşrettiği rubailer tercümesine alır.
Bu rubâinin, Baba Efdal olarak bilinen İranlı şair Efdalüddin-i Kâşânî ya da Horasanlı şair mutasavvuf Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr ait olduğu düşünülüyor. Rubai, Mevlânâ ve Baba Efdal’den iki asır önce yaşamış olan Ebû Said’in fikirlerine ve üslubuna daha uygun düşüyorsa da; kaynaklar itibariyle Baba Efdal’e ait olması daha kuvvetli görünmekte. Rubailerde özellikle mahlas bulunmamasından doğan karışıklık sebebiyle, güçlü deliller olmaksızın bir rubai, kesin olarak şu şaire aittir demek çok zor. Mevlânâ Müzesi görevlilerinden M. Necati Elgin ve Mevlânâ’nın eserlerini Türkçe’ye çeviren Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mevlânâ rubâisi olarak tanıtması nedeniyle bu dizeler, Mevlana’ya ait olarak kabul edilmiştir.
Mevlana’nın bu yedi öğüdünü, Mevlana’yı tanıyıp eserlerine az çok vakıf olan herkesin bildiği bir şeydir demek mümkün. Özellikle yedinci öğüdü bilmeyen yoktur diyebiliriz. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”
Mevlana’ya atfedilen bu meşhur yedi öğüt, yedi evrensel erdemi dile getirir. Bu erdemlerin bazılarını önemsemeyecek, bazılarına itiraz edebilecek kimi kişiler hatta filozoflar olsa da; bunlar hemen hemen her dinden ve kültürden insanın ve hemen hemen her çağda büyük ölçüde önemsenen evrensel erdemlerdir. Ancak Mevlana eserlerinde pek çok erdem ve erdemsizlikten bahsedip, kötülüklerin tedavisi, iyiliklerin geliştirilmesini teşvik ve tavsiye etse de; bilinen beş eseri: Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fîhi Mâ Fîh, Mecâlis-i Seb’a ve Mektûbâfvci’nin Türkçe çevirilerinin hiçbirinde bu 7 öğüde rastlanmaz.
Örneklendirirsek: Eserlerinde cömertliğin selvi ağacının dalına, tarladaki ekinin ürün verişine vs. benzetildiğine rastlanır ama akarsuya benzetildiğine rastlanmaz. Yine, kusurları örtmede, bitki sapları, yaralar ve merhemler, sakalsızlık, gözlük vs. gibi pek çok benzetmeye rastlanır ama gece benzetmesine rastlanmaz. Keza, hiddet ve asabiyeti kontrol konusunda, canavarlık, ateş, şaşılık gibi birçok benzetme ile karşılaşılır ama ölü gibi olma teşbihi hiç görülmez. Benzer şekilde, şefkat ve merhamet bağlamlarında güneş, hoşgörü bağlamında deniz benzetmesine de hiçbir yerde rastlamaz.
Son ve en meşhur öğüdü sayılan “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” öğüdünün aynısı bir yana, benzerini onun eserlerinde bulmak da bir hayli zor. Zira onun eserlerinde açıkça ve sıkça görülen; olduğun gibi görünmek ve içinden geldiği gibi konuşmaktan ziyade, muhatabın durumunu dikkate alarak ona uygun görünmek ve konuşmaktır esas olan.
Albrecht Dürer, Praying Hands, 1508
Alman Rönesans sanatçıları denince akla ilk gelen Albrecht Dürer, dönemin önde gelen isimlerindendir. O, sadece gravürleriyle tanınmaz, aynı zamanda Avrupa’nın ilk suluboya manzara sanatçılarından biridir. Dürer ayrıca teolojik inançlarının ona nasıl ilham verdiğini anlattığı bir dizi kitap da yazar. Matbaacılık tekniğine yenilikler getiren ve tahta kalıplarla iki renkli baskıyı icat eden de Dürer’dir.
Dua Eden Eller diye internete yazdığınız zaman, hüzünlü ama uydurma bir hikaye ile karşılaşırsınız. Dürer’in eskiz için kardeşinin ellerini kullandığını, hüzünlü bir öyküyle hikayeleştirenlerin bunu doğrulayacak hiçbir kanıtı yoktur. Kaldı ki, eller Dürer’in diğer birçok eserinde yer alır. Üstelik sanatçı elleri anlatılan hikayenin gerçekleşmiş olabileceği tarihten çok sonra, 1508 yılında 37 yaşındayken çizmiştir.
Mürekkep ve kalem ile çizdiği bu resim, tüccar Jacop Heller’in sipariş verdiği kilise sunağı’na (Keller Sunağı) resmedeceği bir havarinin ön hazırlığını yaparken çizdiği bir eskiz olduğu düşünülse de; çeşitli araştırmalar sonucu oluşan yeni görüş, sanatçının teknik yeteneklerini potansiyel müşterilerine tanıtma kampanyasının bir parçası olduğu yönündedir.
Resimdeki model konusu tartışmalı. Sanat tarihçi Christof Metzger sanatçının kendi ellerini kullanmasının çok muhtemel olduğuna inanıyor ve bu resmindeki ellere benzeyen otoportrelerden bahsediyor. Bu teori doğrulanmasa da, reddedilmemiştir de. Kilisedeki resimler 18. yüzyılda bir yangında kaybedilmiş olsa da, orijinal çizim taslağı mevcut ve Viyana’daki Albertina Müzesi’nde sergileniyor.
2011 yılında Atina’da bir öğrenci, Dürer’in çizimine dayanarak, şehir merkezindeki on katlı bir binanın yan tarafına, bu elleri duvar resmi olarak yerleştirir. Duvar resmi, ellerin binada baş aşağı görünmesi açısından orijinalinden farklıdır.
Drake’in, If You’re Reading This It’s Too Late adlı albümünün kapağında orijinal çizimin bir versiyonu yer alır. Pop Art’ın öncü ismi Andy Warhol’un mezarında da bu eller yer alır.
İnternet dünyamıza girdiğinden beri maalesef, şiir kitapları okumak yerine, internetten okuma alışkanlığı oluştu. Ancak internette çok fazla sayıda sahte şiir dolaşıyor. Üstelik bu sahte şiirler ünlü şairlere mal ediliyor. Bu konuda en şanssız edebiyatçımız Can Yücel. Sahte Mevlânâ sözleri, sahte Can Yücel şiirleri, kirli bilgi, sahte şiir, sahte söz öyle bir hızla yayılıyor ki; birçok köşe yazarı ya da sanatçımız buna bilmeden katkıda bulunuyor. Örneğin, Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca bilmeden sahte Can Yücel şiirlerini seslendirmişler.
İş öyle bir hal almış ki, sahte Can Yücel şiirleri ders kitaplarına bile girmiş. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2013-2014 eğitim öğretim yılı için ortaöğretim 10. sınıflara dağıttığı “Dil ve Anlatım” kitabında “Her şey Sende Gizli” adlı şiir Can Yücel imzasıyla girmiş.
2020 yılında kaybettiğimiz eşi Güler Yücel, eşine mal edilen sahte şiirlere “Bu şiirler Can’ın biçemine aykırı, espri anlayışından yoksun, zekâsına uygun değil, muhalif duruşunun zerresi yok… Bu tür ona aykırı şiirlerin böyle ve özellikle yayılması, yaygınlaştırılması, gerçek Can Yücel’i unutturup uyduruk bir Can Yücel üretmeye hizmet ediyor gibi” diye isyan etmişti.
Poetika
Bir kahvenin hatırı vardır değil mi
Bir kahvenin, bir şiirin hatırı?..
Dileğim sizden
Tersine bir reklamla!
OKUMAYIN BENİ!
Ki sizler için yazılmıştı bu sadeler…
Can Yücel
Prof Dr Semih Çelenk şaire ait olmayan şiirlerin listesini hazırlayarak, internette yaygın olarak dolaşan 50 şiirin ona ait olmadığını tespit etti.
1. Bağlanmayacaksın
2. Kadın Dediğin
3. Erkek Dediğin
4. Seninle Olmanın En Güzel Yanı
5. Anladım
6. Her şey Sende Gizli
7. Eğer
8. Herkes Gitmek İstiyor
9. Sevdiğin Kadar Sevilirsin
10. Sağlık Olsun
11. Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı)
12. Tersten Yaşamak
13. Biraz Değiştim
14. Bir gün Anlarsın
15. Gitmek
16. Seninle Yaşlanmak İstiyorum
17. Asla Keşkelerim Olmadı
18. Özledim Seni
19. Bilmelisin ki
20. Aşk
21. Boşver ve Yaşı Başı
22. Olmuyorsa Zorlamayacaksın
23. Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda
24. Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan
25. Farkında Olmalı İnsan
26. Bir Eşi Olmalı İnsanın
27. Unutma
28. Sevgi Emekmiş
29. Özleme Dair (Kim Özlerdi?)
30. Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür
31. Aşk Ayakkabı Gibidir
32. Rakı İçen Kadınlar
33. Ateş ve Su
34. Ülke Bölünsün İstiyorum
35. Kadınım Ben
36. Senin İçin Yasak Dediler
37. Bayram Şiiri
38. Dostlar Irmak Gibidir
39. Öyle Bir Hayat Yaşadım ki
40. Bir Yolun varsa Gidilecek
41. Ömür Dediğiniz Nedir Ki
42. Fakirin Gayrimeşru Çocuğu
43. Ey Yüreğim
44. Özlersin
45. Hepsi Bu
46. Birşey Eksik
47. Kendimden Özür Diliyorum
48. Bir Kadını Ağlatmak
49. Ölüm Bir An
50. Galiba Yoruldum
Amerikan Beyin Cerrahları Birliği tarafından 1999 yılında Yüzyılın Adamı seçilen, hocaların hocası, beynin Piri Reis’i, yüzyılın beyin cerrahı Prof. Dr. Mahmut Gazi Yaşargil için internette şunlar yazar: “Liseyi birlikte okuyan iki can arkadaş, eğitimleri boyunca harçlıklarını biriktirdiler. Liseden mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakanı’na gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini istediler. Parlak notlarla okullarını bitiren gençleri dinleyen Bakan, sözüne başlamadan önce birini dışarı çıkardı. Odasında kalan gence “Seni gönderebilirim ama arkadaşım gönderirsem dedikodu olur. Oğluna torpil yaptı” derler. Bu yüzden onu gönderemem dedi. Bakan oğlu babasının kararına boynunu büktü, “Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al. Hiç olmazsa amacımı kısmen gerçekleştireyim” diyerek yıllardır biriktirdiği tüm parasını arkadaşına verdi… Bakan, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’di, dedikodu olur endişesiyle yurtdışına göndermediği öğrenci ise oğlu Can Yücel’di. Yurtdışına giden öğrenci ise daha sonra dünyanın en ünlü beyin cerrahı olacak Prof. Dr. Gazi Yaşargil.” Nasıl bir senaryo, nasıl bir uydurma bilgi inanılır gibi değil. Gerçeği Gazi Yaşargil açıklar zaten.
Gazi Yaşargil ve dört kardeşinin tahsilleri için gereken maddi yardım ailenin fedakarlıklarıyla karşılanır: “Babam hayatı boyunca bir elbise ve bir ayakkabıyla yaşadı, o şartlarda 5 çocuk okuttu, 3’ü doktor çıktı.“ Ne Gazi Yaşargil’e, ne de kardeşlerine devletten bir burs verilmiştir.
“Hasan Ali Yücel, Temmuz 1943’te yanıma gelerek Gazi Bey, Can bana söyledi Viyana’ya gitmeye karar vermişsiniz. Ben de Can’ı İngiltere’ye göndereceğim. Lütfen onu ikna edin” dedi. Ben de ikna ettim, yol gösterdim sadece. Ama ikimize de burs verilmedi. İkimizde ailemizin imkanlarıyla yurtdışına çıktık. Can çok iyi arkadaşımdı.”
Can Yücel, Rengahenk adlı kitabını ithaf ettiği Gazi Yaşargil için “Beynin Piri Reisi” diyecektir; Gazi Yaşargil ise bunu şöyle açıklar: “Dünya nasıl araştırılıp keşfedildiyse ben de beyni öyle araştırdım. Can ile biz 1940 senesinde klasik şubede buluştuk. Eskiden lisede literatür, fen, bir de klasik vardı. Bize dendi ki siz Latince öğreneceksiniz, Yunanca öğreneceksiniz, Avrupa’ya giderseniz oradaki üniversite illa ki Latince ister. Ben 3 sene Latince öğrendim. O sınıfa girdim. O sınıfta Can da vardı. Biz ufak bir gruptuk. Can o zaman hiç tahmin edemezsiniz ufacık tefecikti. Çok narin bir yapısı vardı. Bize hiç söylemedi şiir yazdığını. Hiç bilmezdik. Bizim sınıfta sözde başka şiir yazanlar vardı. O hiç ağzını açıp şiir yazdığını söylemek istemezdi.”
Dianne Dengel, Home Sweet Home
Google’a mutluluğun resmi yazarsanız, karşınıza Dianne Dengel isimli Amerikalı bir afiş ressamının Home Sweet Home adlı popüler illüstrasyonu çıkar. Çoğu sitede bu resim Abidin Dino’ya ait olarak gösterilir. Bu tablonun, Abidin Dino’nun resim üslubu ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu illüstrasyonu Abidin Dino’ya aitmiş gibi göstermelerinin nedeni aşağıda anlattığımız olaydır.
Abidin Dino, Analık
Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Paris’te bir otel odasında kalmaktadır. Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi Vera’ya, Saman Sarısı adlı şiirini yazmaktadır. Eşi Vera çoktan uyumuştur. Nazım ve Abidin, otel odalarının penceresinden Seine Irmağı’nı gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başında oturmuşlar, Abidin de bir yandan bir şeyler çizmektedir.
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”
Abidin Dino mutluluğun resmini yapmaz, ama mutluluğu bir şiirle anlatmayı seçer.
Mutluluğun Resmi
Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya…
Abidin Dino
Çanakkale savaşları olağanüstü şartların ve olağanüstü mücadelelerin savaşıdır. Türk askeri Çanakkale’de, bir ölüm-kalım savaşı vermiş; gelecek nesillerin varlık ve bağımsızlık mücadelesi için hayatını feda etmiştir.
Günümüzde öyküsü olmayan ya da dramatize edilmeyen hiçbir konu maalesef ilgi çekmiyor. Ancak Türk ve dünya tarihini değiştiren böylesi bir zaferin, bu şekilde malzeme yapılması çok üzücü. Basında uzun süredir bir yemek listesi yer alıyor; bununla Çanakkale’de askerlerin neredeyse aç savaştığı anlatılmak isteniyor; oysa bu tamamen yalan.
Bahsi geçen menünün ait olduğu iddia edilen 43. Alay’ın Çanakkale Savaşı’na katıldığı tespit edilemediği gibi, menünün 1917 yılına ait olduğunun belirtilmesi nedeniyle Çanakkale Savaşı ile ilgisi olmadığı da anlaşılıyor. Zira 1917 tarihinde Çanakkale Cephesi kapanmıştı. Bu menü İlhan Selçuk’un yazdığı Yüzbaşı Selahattin’in Romanı adlı kitabın ilk cildinde yer alır. İlhan Selçuk kitabı, arkadaşı Cengiz Yurtoğlu’nun babası ve Çanakkale, Balkan,1. Dünya ve Kurtuluş Savaşları’na katılmış Selahattin Yurtoğlu’nun anılarından derleyerek yazar. Bu liste, Irak Cephesi’nde görev yapan 52. Tümen 43. Alay 1.Tabur’a aittir. Her ne kadar anılardan derlenerek yazılsa da; kurgusal bir yapıtın içerisinden alınmıştır.
Bigalı Köyü yakınlarında karavana kuyruğunda bekleyen Mehmetçikler
Çanakkale Savaşı’nda, ordunun iaşe ikmali, diğer malzemeler gibi neredeyse tamamı İstanbul’dan yapılmaktaydı. Menzil ambarlarında en az askerin iaşesine, birkaç hafta yetebilecek kadar gıda maddesi depolanmıştı. Cephede iaşe konusunda baş gösteren sıkıntılar genel olarak pişirilen yemeklerin zamanında siperlere ulaştırılamaması, soğuk olmaları ile malzemenin çeşidinin azlığı konusunda olmuştur.
Çanakkale Savaşı hakkında en detaylı ve belgelere dayalı aktarımı yapan Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi adlı serinin 2. kitabında Çanakkale Savaşı’nın lojistiği incelenirken “Batı Anadolu’dan bol miktarda yiyecek gelebildiğinden askerin yiyeceği miktar ve çeşit açısından mükemmeldi“ bilgisi verilir.
Savaşta, 47. Alay 7. Bölük Kumandan Vekili Mehmet Fasih Bey, günlüğünde tuttuğu detaylı notlarla hem savaşa hem de savaş alanında yaşanan bazı sosyal olaylara dair bilgiler vermiş; bu sırada yedikleriyle ilgili de notlar almıştır. Yazdıklarının içinde her gün ve her öğün düzenli olarak yemek dağıtılmış olduğu dikkati çeker. Mehmet Fasih Bey defterine pek çok defa, kemal-i iştahla yedik, güzel bir imam bayıldı, güzel bir çorba ifadelerini kullanır; özellikle not ettiği yemekler ise imam bayıldı, ekmek, hurma, peynir, üzüm, sucuk, bulgur pilavı, pırasa, pilav, mantı, lapa, ızgara köfte, çorba olarak listelenebilir. Bu arada şam baklavası, şeker, tahin helvası gibi tatlı ağırlıklı ikramlar da yapıldığını yazar.
Yazdıklarıyla bize yemek konusunda bilgi veren bir başka asker ise Sivaslı Sami Efendi’dir. Sami Efendi kardeşine yazdığı mektubunda bütün askere mükemmel tayın ve günlük sıcak karavana geldiğini, bundan başka hemen hemen her gün parmak üzümü, fındık, sigara, şekerlemenin de bol miktarda dağıtıldığını anlatmıştır. Mektubun 23 Haziran 1915 tarihi nedeniyle, savaşın çok yoğun geçtiği zamanlarda yazıldığı anlaşılıyor.
Kaynak
Abidin Dino’nun Eserleri ve Hayatı, Beynin Piri Reis’i Hocaların Hocası Gazi Yaşargil, Albrecht Dürer Resimleri ve Hayatı, Mesnevi’den Mevlana Sözleri, Mevlana’dan Tasavvuf Öğretisine Dair 10 Söz, Mevlana’nın Yedi Ögüdü: Evrensel Erdemler, Kozmik Temellendirmeler Ve Aidiyet Meselesi, Mevlânâ’ya Atfedilen “Yine Gel…” Rubâîsine Dair, Çanakkale Savaşı’nda Siper Hayatı ve Cephede Sosyal Faaliyetler, Çanakkale Savaşı’nda Askerin Yemeği Hakkında Bazı Tespitler Ve Yeni Belgeler