Didem Madak’ın hayatı ve şiirlerini, Arjantinli fotoğraf sanatçısı Pedro Luis Raota’nın fotoğrafları eşliğinde derledik.
Didem Madak, 8 Nisan 1970 yılında İzmir’de doğar. Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra tezgahtarlık, sekreterlik, anketörlük gibi mesleği dışında birçok işte çalışır. Madak, 1990’lı yıllarda öne çıkan şiirleri ile adını duyurmaya başlar. Şiirleri Ludingirra, Öküz ve Sombahar gibi dergilerde yayımlanır. Grapon Kâğıtları (2000), Ah’lar Ağacı (2002) ve Pulbiber Mahallesi (2007) isimli şiir kitapları bulunan Madak özellikle son yıllarda giderek genişleyen bir okur kitlesine sahip olur.
Üç şiir kitabında üç ayrı benliğin izlerine rastlanabilir ve birbiriyle karşılıklı ilişki içinde olan bu üç benliği sıralarsak, birincisi toplumsal, ikincisi bireysel ve üçüncüsü de şiirsel. İlk kitabı Grapon Kağıtları ile İnkılap Şiir Ödülü’nü alır. Didem Madak, 13 yaşındayken annesi Füsun Hanım’ı kolon kanserinden kaybeder. Kızına çok sevdiği annesinin ismini verir. Anne motifi şiirlerinin temel öğesidir, küçük yaşta kaybettiği annesini özlemle, hüzünle, acıyla anar. Ama ne acı ki kızı Füsun henüz 3 yaşındayken, 2011 yılında henüz 41 yaşında kolon kanserinden hayata gözlerini yumar.
Temmuz Dergisi’ne 2002’de verdiği röportajda şöyle der: “Beni edebiyatla tanıştıran annem. Birçok güzel çocuk romanı okudum, bu yüzden mutluluk dendiğinde hep o günleri, o çocuk romanlarını hatırlarım. Annemin ölümünden sonra terkedilmiş ve yalnız günler başladı.”
Didem Madak, 2002’de Varlık Dergisi’nde Müjde Bilir ile yaptığı röportajda şiirini şöyle açıklıyor: “Hayatımla ve kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden, biraz kadınsı, durup dururken bağıran şiirler.”
“Niçin şiir yazmaya başladığımı düşündüğümde şunu fark ettim: O dönem şiir bana, herkesten ve her şeyden çok özgürlük vaat ediyordu. Yaşlanmak da benim için bir özgürlük vaadi aslında. Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden, gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum.”
Didem Madak’ın şiirlerinin en temel özelliklerinden biri feminen doğasıdır. Bu nedenle, Didem Madak’ın dünyası, cinsiyet rolleri içinde erkeklere uzak bir portre çizer. Açık ve yalın anlatımına rağmen Didem Madak, şiirinin arka planında barındırdığı anlamlarla çok yönlü okumalara imkân tanır. Buna bağlı olarak, ilk bakışta kadın sesi ile ön plana çıktığı düşünülen bu şiir, iç katmanlarına nüfuz edildikçe varoluşçuluktan, bellek çalışmalarına ve minör edebiyata kadar pek çok yaklaşımla değerlendirilebilir.
Grapon Kağıtları kitabından
Annemle İlgili Şeyler
Yaşasaydın, hayatının ortasına
Güller yığan bir adam olsun isterdim babam.
Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim.
Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu
Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri
diye başlayan bir çocuk romanında…
Şalına sarınırdın, toprağa sarınır gibi
Erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için,
bu acımasız ölü anne sesini.
Mutsuza Kim Bakar
İki sigaram kaldı bu gece için
Yüzyıl yetecek çocukluğum,
İki muhabbet kuşum,
Biraz da ateşim var.
Dua ediyorum ateşe
vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
Dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
Aman umutsuz bir yer olmasın!
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
Dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
Ben ölürsem mutsuza iyi bak!
Yüzüm Güvercinlere Emanet
Gecenin vitrinine konulmuş
Büyük bir yakut parçasıydı sabah
Mahalle kahvelerinde
Sıcak çaydan adamların
Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla
Gençlerin güzellerinin makbul olduğu
Tek ülkeydi ülkem
Benimse yüreğim
Koltuk altına sıkıştırılmış,
Yenik bir tavla maçı ertesiydi.
Şimdi Bir Hatırasın
Şimdiden bir hatırasın
Bulutsa, tozsa, uçarsa
Bütün (aşklar) paranteze alınsın
Rüzgar çanısın, rüzgarın diline dolanırsın
Ne bir şarkısın
Ne de dillerde nağme adın
Artık bazı şarkılar kadar yaralısın
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım
Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.
(Wayne Miller ve Kevin Prufer’ın yayıma hazırladığı New European Poets adlı antolojide Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiiri yer aldı.)
Pollyanna’ya Mektuplar
sevgili pollyanna,
radyo tiyatrosu dinlenirdi bir zaman içimde,
içimde dünyanın en eski kedisi
eski bir sobanın yanında uyuyordu.
çocuklar bir köşede
yenidünya çekirdekleriyle beştaş oynardı
frenk elması da derler
sarılı kahverengili bir meyve.
annem işte öyle bir kadındı
çocuklar gökyüzüne bakar sorardı:
ay dede orada ne yapıyor anne?
annem öldüğünde ay dede içimde
yüzlük bir ampul gibi parçalandı.
annem işte öyle bir kadındı
aşure getiren çocuklara,
teşekkür eder gibi yaşardı
öldüğünde gül resimli bir takvim yaprağıydı
Ah’lar Ağacı kitabından
Ah’lar Ağacı
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah… dedim sonra,
Ah!
Siz Aşk’tan N’anlarsınız Bayım?
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum…
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım…
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!
Kalbimin En Doğusunda
Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
içimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy
Birkaç köy sular altında
Kalbimin doğusu,
her resme güneş çizen bir çocuktu.
Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda
Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları
Ölümün ötesinde bir köy vardı
Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda
Şimdi bana yalnızca
Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı
Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam
Yorgundu oysa
Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.
Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı.
Okyanusları mavi olmayan.
Karınca Kumu
Yine gittin o karanlık odaya
Karanlık uykularına.
Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin
Bir bakardım eğilmiş su içiyor
Gamzelerinden kuşlar.
Bir bakardım gözlerinde
Güneşli ve sıcak iki hurma.
Bir bakardım hayata dikleniyor
Diktiğin horoz ibikleri saksılarda.
Biriciğim, kardeşim ne oldu sana?
Paragraf Başı
Ağlamıştık
Boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla
Gözyaşlarımız simsiyahtı
Sanırdım
Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar
Beni anla.
Geçti ömrüm iklimden iklime
Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasına
Yorgunum, kahvem çamur gibi
Batmaya da razıyım, artık beni anla
Yeter ki sen beni
Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma.
Pulbiber Mahallesi kitabından
Gecenin Çekmecesinde
insanlar öldüler, hep öldüler, bir gün öldüler
anlaşılmaz!
gecenin çekmecesinde unutuldular sonra
bir inci kolye gibi dağılmış boncukları.
belki bir gün balkona çıkar
blok flütle çocuk şarkıları çalarım
”dostluğun biz sevgisiyle toplanırız burada”
sizler, bizler, ne bileyim herkesler…
Poşet Süt
Bana artık büyü diyorlar Füsun
Artık büyüyüm, bilmiyorlar.
Ülkemin yürüyen caddelerinde acılarımızın kaynağını araştırıyorum
Kelimeler dişliyor kollarımı
Diş izlerinden bir saatle takip ediyorum zamanı
İsminden ismimle doğduğuma inanıyorum Füsun
Bu inanç hiç bitmiyor
Bazı yarım işleri artık tamamlıyorum.
Bazı yarım şiirleri…
Çatlakların Arasında
Yanardağlıktan emekli olduktan sonra
Gel zaman git zaman şiir ithafkârı olmuştum.
Zamana emir verdim.
Ona dedim ki: Gel zaman!
Zamana emir verdim
Ona dedim ki: Git zaman!
On emri bile olmayan bir yanardağ eskisini kim dinlerdi.
Yağmur ve Çilingir
şimdi fotoğraf çekilsek gözlerimiz
bulutlu çıkar. baharın en hırpani
kadrosu arkamızda; uçurtmalar, kediler ve aşk.
şimdi her fotoğrafta defolu bir kelebek
uçar. şimdi her fotoğraf bizi dışlar,
nisansız ve insansız bir sabah. ne yapsa,
anlamaz insanın dilinden yağmur. ne yapar
açamaz kilitlenen aşkları bu zavallı çilingir,
ücra günler büyük harflerle başlar.
insan ıslansa biraz aklından kuş sürüleri mi
taşar?
Viraj
İyilik dolu akşamlarım olsun istemiştim.
Başım bir kristal avizeye çarpmış gibi şıngırdasın
Şimdi bazı akşamlar kırmızı çiçekli başımı
İşten yeni dönmüş yorgun yastığımla karıştırıyorum.
Kendim Ettim Kendim Buldum
Güzel günlerimiz oldu.
Ne parantez açmak isterdim ne bir virgül koymak.
Onlara ne söylemeliyim.
Bir şey söylemem gerekir mi?
İnsanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler.
Dikişli Şiir
Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi
Bazen sadece tanrı öyle istediğinden
Sadece bir mağarada resim çizerim belki
Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede
Üstümden kaldırılmış bir ölü var
Ahbap senin istediğin o mu?
Kaynak
Didem Madak Sempozyumu’nun Ardından, Didem Madak Şiirleri Üzerinden Kadınların Eşyayla İlişkisini Okumak, Son Dizesiz Şiirler