Menu

Theodor Adorno Kimdir? Hayatı ve Sözleri



Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno 11 Eylül 1903’te Frankfurt am Main’de; yahudi şarap tüccarı Oscar Wiesengrund ve Cenovalı bir aileden gelen Maris Calvelli-Adorno’nun tek çocukları olarak dünyaya gelir. Çocukluk yıllarda gerek kültürel yönden, gerekse ekonomik yönden çok iyi koşullarda yaşar. Her yönüyle çocukluğu, anılarıyla sonraki yıllarında karşılaşacağı düş kırıklıklarını yargılayacağı bir mutluluk dönemi olmuştur. Babası, biraz uzak bir baba olmasına rağmen; 37 yaşında onu dünyaya getiren annesi fazlasıyla ilgi göstermiştir. Annesinin kızlık soyadı olan Adorno’yu kullanmayı tercih edecektir. Annesi ve hiç evlenmeyip evlerinde yaşayan teyzesi Agatha, ona hayatı boyu sürecek müzik sevgisi aşılarlar. Annesi profesyonel bir ses sanatçısı, teyzesi ise ünlü soprano Adelina Patti’ye bir çok resitallerinde eşlik etmiş iyi bir piyanistti. Yıllar sonra Thomas Mann’ı, Beethoven’in çalınması gerçekten güç olan Opus 111 Sonat’ını icrasıyla büyüleyecek kadar iyi bir piyanisttir Adarno.

Adorno (Çocukluğu)

Adarno

On beş yaşındayken aile dostları olan ve Adorno’dan 14 yaş büyük olan Siegfried Kracauer’in önderliğinde Alman klasik felsefesi üzerinde çalışır; haftada bir gün Kant’ın birinci Critique’ini okumaya başlar. Kısa bir süre sonra o yıllar Almanya’sının en önemli kültür kritikçisi ve en önde gelen film teorisyeni Kracauer’den felsefe metinlerini tarihsel ve toplumsal gerçeklerin belgeleri olarak açımlamayı öğrenir.  Bunun yanı sıra, bu metinlerde örtük bir biçimde yer alan insanın çektiği, yaşadığı acılara yani; idealist düşünce sistemlerinin çekilen acıların tanrısal bir lütuf, bir sınav olduğunu ileri sürerek dönüştürmeye çalışır ama bunu tam olarak hiçbir zaman başaramadığı acılara karşı, derinlikli bir duyarlılık kazanmıştır.

Sonraki yıllarda Adomo ile Kracauer arasındaki dostlukta bir çok gerginlikler olsa da; bu ilk hocasının anti-idealist ve mikrolojik kültür kritiği anlayışının  etkileri onun bütün entelektüel hayatı boyunca sürer.

Adorno, teyzesi ve annesiyle

Adorno, teyzesi ve annesiyle

1921 yılında Frankfurt’taki Kayzer Wilhelm Gymnasium’nu bitirir, Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne başlar. Biri dışavurumculuk üzerine, biri de kendi piyano hocasıyla birlikte yazdığı bir opera üzerine yazılmış iki makalenin yazarı olarak başladığı bu üniversitede daha çok felsefe, toplumbilim, psikoloji ve müzikle ilgili dersler alır. Üç yıl sonra 1924’te, yirmi bir yaşındayken felsefe doktoru olur. Doktora tezini Hans Cornelius ile o günlerde herkesin ilgisini çeken Edmund Husserl’in fenomelolojisi üzerine yazar.

Adorno 1922 yılında Conrelius’un Hussserl üzerine yaptığı seminerlerden birinde toplumbilimci Max Horkheimer ile tanışır. Tıpkı Adorno gibi zengin bir ailenin (yahudi tekstil fabrikatörü) oğlu olan Horkheimer, savaşın öncesindeki yıllarda çoğu
burjuva çocuklarının ilgisini çeken ve etik yanı ağır basan özgürlükçü bir sosyalizmden yanaydı. Adorno ile ortaklaşa aynı estetik ilgilenimler içindeydi. Her ikisi de hocaları olan Adhemar Gelb’in savunduğu Gestalt Psikoloji’ye büyük bir ilgi duyuyordu. Horkheimer, Adorno’dan sekiz yaş büyüktü. Ama ikisinin de arasında başlayan entellektüel ortak çalışma yarım yüzyıl sürer. O yıllarda, bu denli yaratıcı ve üretken başka bir dostluk bulabilmek güçtür.

Adorno (denizde)

Adorno

Adorno, besteci Alban Berg ile bir arkadaşının aracılığıyla tanışır. Berg’i, kendisini Viyana’da öğrenci olarak kabule ikna eder. 1925 yılında gittiği Viyana’da Arnold Schoenberg’in etrafındaki yenilikçi besteciler çevresine girer. Müziğin dışavurumcu yanından çok bilişsel boyutuna önem veren Adorno, bununla birlikte. dışavurumcu atonaliteyi (bir ton merkezi veya anahtarı olmayan müzik) bestecinin duygusal öznelliğinin ürünü olduğunu kabul etmez. Tersine, bu müzik anlayışının müziğin kendi içinde nesnel olarak içkin bulunan; yani karmaşık ve dolaylı yollarla toplumsal temayülleri pekala ortaya konulabilecek olan eğilimlerin bir gelişimi sayar.

Adorno’nun, bu yenilikçi müziği felsefi terimlerle yorumlayışı, Viyana’da ona bir şey kazandırmaz. Arkadaşı Ernst Krenok’un daha sonra söyleyeceği gibi: “bir bakıma düşüncelerini ifadede fazla gençti” onlar için teorik düşünen ve siyasal yönden kendi bildiği gibi düşünmeyi fazla seven biriydi. Adorno, 1927 yılında bilimsel çalışmalarını sürdürebilmek için Frankfurt’a döner. Ancak  Viyana ile olan bağlantısı hep devam etmiştir. Bestecilik öğrenimi sonunda Adorno iyi bir besteci olamaz ancak Viyana’da gördüğü eğitim, sonraki yıllarda yazacağı bütün eserlerinde yalnızca kültürel bir dayanak olmakla kalmaz, teorik bir model olarak da çok önemli etkilerde bulunur. Daha sonraki yıllarda pek çok yorumcunun söyleyeceği gibi; Adorno’nun felsefesi Schoenberg ekolünün besteleme tekniklerinden çok şeyler alan atonal bir felsefe olmuştur.

Adorno

Adorno

Frankfurt’a dönüşünden sonra Adorno yeni kurulmuş olan ve o günlerde Avusturyalı Marxsist işçi hareketin  tarihçisi Carl Grünberg’in başkanlığını yaptığı Toplumsal Araştırmalar Enstititüsü (Frankfurt Okulu) ile uzaktan da olsa bir yakınlık kurar. Frankfurt Okulu, Frankfurt Üniversitesine bağlı olarak 3 Şubat 1923’te Almanya’da kurulan Marksist kökenli bir düşünce okuludur.

Enstitü’nün 1930’lara kadarki ilk yıllarında, daha çok burjuva toplumunun sosyo-ekonomik alt yapısı, ekonomi-politik ve işçi hareketinin tarihi konuları üzerinde yoğunlaşılırken, 1930’dan sonraki yıllar, özellikle kültürel üstyapı üzerinde yapılan çalışmalarla karakterize olur. Çalışma alanlarındaki bu farklılaşmanın önemli sebeplerinden biri, 1938 yılında Adorno gibi yeni isimlerin Enstitü’ye üye olmalarıdır. Bu yeni düşünürlerle birlikte çalışma alanlarında büyük bir çeşitlilik meydana gelirken, ikinci dönemin en verimli evre olarak gösterilmesinin ardında da ilgi alanlarında meydana gelen bu çeşitlilik ve ortaya konan ürünler yer alır. Hatta Martin Jay’in belirttiği üzere, Adorno Enstitü’nün geleceğini belirleyen en önemli kişi olmuştur.

Adorno 1937 yılında, Frankfurt Okulu'ndan Alman kimyager Gretel Margarete Karplus ile evlenir.

Adorno 1937 yılında, Frankfurt Okulu’ndan Alman kimyager Gretel Margarete Karplus ile evlenir.

1933 yılında Nazilerin egemenliğindeki Almanya içinde neredeyse tek özgürce düşünen kurum, Toplumsal Araştırmalar Enstitüsüdür. Ancak bu durum çok sürmez; bulundukları Amerikan akademik yaşamı ve entelektüel tartışmaları içinde tecrit edilirler. Max Horkheimer’in başında bulunduğu topluluk, Almanya’dan kaçmak zorunda olan ilk bilim adamları topluluklarından biri olur. Enstitütü önce Cenevre’ye, sonra New York’a geçerek Columbia Üniversitesi ile kısmi bağlantı kurar. Ayrıca Paris’teki şubesini açık tutarak yayın organları  Zeitschrift’ti savaşa kadar burada yayınlamaya devam eder.

Yahudi bilim adamlarının, akademisyen olarak geleceği tehlikeye girince ; 1932’den beri Frankfurt üniversitesinde felsefe dersleri veren Adorno’da 1934 yılında İngiltere’ye gitmek zorunda kalır. Ancak ailesi ve sevgilisi Gretel’i görmek için sık sık Almanya’ya gelir. Adorno, Nazilerin geçici olduğuna ve Almanya’daki kariyerine devam edebileceğine inansa da; 4 yıl İngiltere’de mülteci olarak yaşar. Oxford’daki Merton Koleji’nde çalışan Adorno’nun akademik statüsü “advanced student” düzeyine indirilir.

Aydınlanmanın Diyalektiği

Eleştirel Kuram, Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü teorisyenlerinin görüşlerinin genel adıdır. Adorno, arkadaşı Max Horkheimer ile birlikte Eleştirel Teorinin önemli bir üyesi olur. Ancak Eleştirel Teori ile Frankfurt Okulu’nun aynı anlamda kullanılmasının yanlış olduğu konusunda görüşler bulunur. Bu görüşlerden ilki, Enstitü üyelerinin çalışmalarının her zaman birbirine sıkıca bağlı ya da tamamlayıcı bir projeler dizisinden oluşmadığı için, bu kullanımın yanıltıcı olduğunu ifade eder. Bir diğer görüş ise Enstitü üyelerinin önemli çalışmalarının çoğunun ABD’de yapıldığını, bu nedenle de iki terimin birbiri yerine kullanılamayacağını söylemektedir. Yine de iki terimi birbiri yerine kullanma davranışı sürmektedir. Buradan hareketle, Frankfurt Okulu hem bir grup entelektüeli hem de özgür bir toplum teorisini, eş deyişle eleştirel teoriyi ifade etmekte kullanılmaktadır.

Eleştirel teorisyenler sosyal bilimi şöyle tanımlamaktadırlar; Görünen dünyada gerçek yapıları kaplayan yüzeydeki yanılsamaların ötesini görerek, insanları koşulların değişeceğine ve kendi kendilerine daha iyi bir dünyayı inşa etmelerinde yardımcı olmaya çalışan ihtiyaç duyulan eleştirel bir süreçtir. Eleştirel sosyal bilim, sosyal değişim ve çatışmanın her zaman görünür ve gözlenebilir olmadığını söyler. Sosyal dünya, yanılsama, mit vb. ile doludur. İnsanın bilgisi ve duyuları sınırlı olduğundan ilk gözlemler yanlış olabilir. Yüzeydeki görünümler bilinçli bir algılamanın ötesindedir. Bu yanılsamalar toplumdaki bazı grupların gücü elinde tutması ve diğerlerini sömürmesi sonucunu doğurur. Doğa bilimlerinde olduğu gibi (hatta kimi durumlarda bu alanda da geçerli değildir) yerleşik ve değiştirilemez paradigmalar yoluyla elde edilen bilgi sosyal bilimlerde geçerli olmamalıdır. En azından var olan paradigmaların çıkış noktaları ve dayandığı temeller iyi analiz edilmelidir. Çünkü temelde bireylerin ve bilim adamlarının algılamaları gerçeğe ulaşmayı etkileyecektir.

Adorno Ve Piyano

Adorno ve Max Horkheimer, birlikte 1947 yılında, Enstitünün entelektüel perspektifinin önemli bir aşamasını simgeleyen Aydınlanmanın Diyalektiği’ni (Dialektik der Aufklärung)) yazarlar.

Kültür paradoksal bir metadır. Takas yasasına o kadar bağlıdır ki, takas edilemez; kullanım sırasında da öyle körü körüne tüketilir ki, kullanılamaz olur. Bu yüzden reklamla kaynaşır. Reklam tekel koşul­larında anlamsız bir görünüm aldıkça, kültür de o ölçüde her şeye gücü yeter hale gelir. Buradaki güdüler belirgin olarak ekonomiktir. Yaşamın kültür endüstrisinin tamamı olmadan da devam edeceği çok açıktır, çünkü kültür endüstrisinin tüketicide yarattığı doygunluk ve kayıtsızlık çok fazladır. Bu duruma karşı kendi kendisine pek bir şey yapamamaktadır. Reklam kültür endüstrisinin yaşam iksiridir. Ne var ki kültür endüstrisinin ürünü, bir meta olarak vaat ettiği keyfi dur­maksızın salt bir vaade indirgediği için, sonunda, keyif verememekten ötürü gereksinim duyduğu reklamla örtüşür. Rekabetçi toplumda rek­lam, pazarda alıcıya yol göstermek gibi toplumsal bir hizmet görüyor­du; tercih yapılmasını kolaylaştırıyor; daha işe yarar, bilinmeyen teda­rikçilerin mallarını ilgili tüketiciye satabilmelerine yardımcı oluyordu.” (Aydınlanmanın Diyalektiği)

Theodor W. Adorno, Münih'teki Siemens Elektronik Müzik Stüdyosunda Josef Anton Riedl'i ziyaret ediyor.

Theodor W. Adorno, Münih’teki Siemens Elektronik Müzik Stüdyosunda Josef Anton Riedl’i ziyaret ediyor.

1949 yılı sonbaharında Almanya’ya dönebilen Adorno, Frankfurt Üniversitesi’nde felsefe doktoru olarak tekrar ders vermeye başlar, 1952’de aynı üniversiteye rektör olarak atanır. Önemli yapıtlarından biri olan Modern Müziğin Felsefesi’ni (Philosophie der neuen Musik) 1949 yılında yayımlar. Adorno müzik üzerine yazmasının sebebini şöyle açıklar: “Müzik hakkında yazmamın nedeni, müzikte tüm dolayım kategorilerini bulmuş olmamdır.” Kitabında eleştiri oklarını müziğin tahakküm gücüne ve buna izin veren bestecilere yöneltirken müzik sanatındaki yenilikçi ve özgün tutumları sonuna kadar savunmuştur. Adorno, sanat eserlerinden hareketle toplumsal yasalara ulaşmaya çalışmış, bu nedenle sanatla ilgili hemen her yazısında genelde sanat, özelde müzik eserlerinin içeriğine ulaşmanın önemi üzerinde durmuştur.

Adorno Ve Müzik

Büyük kısmı II. Dünya Savaşı sırasında yazılan ve 1951 yılında yayımlanan Minima Moralia, Adorno’nun başyapıtıdır. Michel de Montaigne’in, Denemeler’inden pek farklı olmasa da, Adorno’nun kitabı bir felsefi deneyler dizisinden ibaret değildir, aynı zamanda bir otoportre denemesidir. İlgilendiği bütün alanları, bu kitapta bazen birkaç sayfalık tek bir fragman içinde bir araya getirir. Felsefe, günlük yaşam, siyaset ve işçi hareketinin tarihi, edebiyat ve müzik, psikoloji, faşizm, ırkçılık ve savaş. Bir polemik kitabı olarak da görülebilir: Bütün bu konuları, karşılarında eleştirel bir tutum aldığı düşünce sistemleriyle (örneğin varoluşçuluk veya psikanaliz) ve Heidegger gibi düşünürlerle kimi zaman açık kimi zaman örtük bir tartışma içinde işler. Adorno’nun kendine özgü yöntemi de, bu kitapta en güçlü ifadesini bulur. İlk bakışta önemsiz görünebilen tek bir olay ya da nesne (örneğin astroloji) Adorno’nun merceği altında, büyük tarihsel eğilimleri açıklayan bir şifre olarak belirmektedir. Sunuşta şunları yazar “Kitabın her üç bölümünde de çıkış noktası, en dar haliyle özel alandır… Buradan toplumsal ve antropolojik boyutları daha belirgin olan düşüncelere geçilir; bunlar, psikoloji, estetik ve özneyle ilişkisi içinde bilimle ilgilidir. Her bölümün sonundaki aforizmalar da, bu düşünceleri felsefeye doğru geliştirir.” Ancak bu parçalar kitabına herhangi bir yerinden girmek de mümkündür: Amacının “her noktası merkeze aynı uzaklıkta olan bir yazıya” ulaşmak olduğunu yine bu kitabın bir yerinde Adorno’nun kendisi söyler.

Mutlu olup olmadığımızı rüzgârın sesinden anlayabiliriz. Mutsuz insana evinin korunaksızlığını anımsatır bu ses, onu kuş uykularından, huzursuz düşlerinden uyandırarak. Mutlu adam içinse korunmuşluğunun şarkısıdır: Öfkeli uğultusunda, artık ona karşı etkisiz olduğunu itiraf eden fısıltıyı da işitir.(Minima Moralia)

Adorno Radyo Programında

Adorno’nun düşünce sisteminde estetik kuramı ve müzik felsefesi birbiriyle doğrudan ilişkili iki konu olarak var olur. Bu ilişkiyi de temelde iki önemli eseri olan ve 1960 yılında yayımlanan Negatif Diyalektik ve 1970 yılında yayımlanan Estetik Teori (Asthetische Theorie) adlı çalışmaları üzerinden geliştirdiği bir sistem ile kurmaktadır. Önce Negatif Diyalektik üzerinden yeni bir felsefe yapma biçiminin imkanını sorgulamıştır. Adorno’nun bu yeni diyalektik yöntem ile amaçladığı şey kavram dışı olanın da kavramın en önemli meselesi haline gelebilmesini sağlamaktır. Bu yeni felsefe yapma biçimi çağdaş felsefenin ve mevcut diyalektik tarzlarını eleştiren, onları çelişkilerin uzlaştırıldığı bir özdeşlik fikri olarak gören bir bakış açısını temsil eder. Buradan sonra estetik teorisinden başlayarak müziğe ve müziğin felsefesine doğru uzanan süreçte de vardığı sonuç yeni bir dinleme biçiminin imkanlarını tartışmak olmuştur. Bu imkanı tartışmak ise hem özneyi, dinleyici ya da alımlayan kişiyi atıl ve pasif bir konumda yer almaktan kurtarmakta hem de uyumsuz olanı, bütünün dışında bireysel ve kendine has olanı duyma becerisini geliştirmeyi hedeflemektedir.

Hiçbir şey değişime uğramadan kurtuluşa eremez; kendi ölümünün kapısından geçmemiş hiçbir şey kurtarılamaz. Kurtuluş her tinin en içkin dürtüsüyle, koşulsuz feragat umudundan başka bir umut kalmaz geriye; hem kurtarılacak olandan hem de umut eden tinden feragat. Esas umut jesti, öznenin tutunmak istediği, kendi kendine ebediyen süreceği teminatı verdiği şeyden hiçbir şey beklememektir.(Negatif Diyalektik)

Adorno 2

Adorno, estetik teoride sanatın ve toplumun arasında kuvvetli bir bağ olduğunu vurgular. Bu bağ, tıpkı devamında kendini müzik felsefesindeki uyumsuzluk ve bir tür olumsuzlama üzerinden gösterdiği gibi ,sanatın imkanı ve hakikat ile olan ilişkisine dair sorduğu sorularda da, tersten bir bakış ile alınmaktadır. Sanatın topluma dair bir olumsuzlama olması fikri , Adorno’nun felsefesindeki en kuvvetli söylemlerden biridir.

Sanat , bozulmuş ve çürümüş bir modern burjuvazi dünyasının içinde, ona karşı bir antitez olarak var olur ve aynı zamanda toplum için sığınak olabilecek yegane şeyi temsil eder. Adorno’nun sanatı ve estetiği bu şekilde değerlendiriyor olması ona verdiği görevin daha önce sanata dair yapılmış değerlendirmelerden oldukça farklı bir noktada durduğunun da altını çizmektedir. Sanat, Adorno’nun felsefesinde ve estetik kuramında, dünyanın kötü bir yer olduğunu söylemekle yükümlü olan şeydir. O, ancak topluma muhalif oluşu ile kendisine bir yer bulur ve bu yeri muhafaza edebilmesinin tek yolu da özerk olmasından geçer. Özerkliğin teminatı ise sanatın içeriği, biçimlenişi ile mümkün olmaktadır.

Adorno Çalışma Odasında

Adorno’ya göre dünyanın resmini çizen asıl şey müziğin kendisidir. Bu düşüncesini temellendirirken, Arnold Schoenberg’in atonal müziğe getirdiği yeni ve devrimsel bir teknik olan on iki ton besteleme tekniğini merkeze alır. Schoenberg’in müziği, uyumsuz olanı duymaya kulakları alıştırmaya çalışan bir müziktir. Tonal armoninin geleneksel ve pasif dilinden kurtulmayı amaçlar. Tam da bu amacı ile, uyumsuz olanı duymak için ve yaşamda kötü, olumsuz, ıstırap dolu olana ses vermeyi ön koşul olarak belleyen hakikat, aslında negatif diyalektiğin işletildiği bir hakikat olmaktadır. Adorno’nun, Schoenberg’in müziğinden esinlenerek yapmaya çalıştığı şey bir tür müzikal felsefe inşa etmek , yahut felsefi bir beste yapmak olarak değerlendirilebilir.

Adorno’ya göre dille özdeş bir yapısı olmayan müzik, birbirine mantıksal bir biçimde bağlı seslerin zamansal sıralanışı olması anlamında bir dili andırır. Nota, en küçük varlığın eşiği olarak tanımlanır. Müzik tekrarlanan şifrelerden yararlanır ki bunlar tonalite aracılığı ile düzene sokulur. Tonalite kavram yaratmaz ama sözcüksel birimler yaratır. Tıpkı kavramların tikel bir gerçekliğe yer açması gibi onlar da müzikal özgüllüğe yer açar, soyut olma halleri içinde bulunduğu bağlam tarafından sağlanır. Bir başka deyişle dil ve müzik kendilerini kendilerinden uzaklaştırdıkça benzerdir.

Adorno’nun anlayışına göre, sanat yapıtı ve besteci ile beraber düşünecek olursak nesne (sanat yapıtı) ile özne (besteci) birer kavramdırlar ve kavramsal olarak birbirlerinden etkilenmektedirler. Bestecinin toplumdan etkilenmeden yaşaması mümkün olmadığından, toplumdan bağımsız bir eser vermesi, beste yapması imkânsızdır. Ancak sanatçı, yarattığı eserlerle toplumu dönüştürmeye çalışır.

Adorno 3

Theodor Adorno’nun felsefi ve eleştirel eserleri, yirminci yüzyılda üretilmiş en zorlu eserler arasındadır. Bu eserler iki anlamda zorludurlar: Kelimenin daha zayıf anlamıyla, okurun önüne müthiş anlama ve yorumlama güçlükleri koyarlar; kelimenin güçlü anlamıyla da, kanıksadığımız pek çok şeyi yeniden düşünmek ve çağdaş dünyadaki felsefenin, sanatın ve ahlaki yaşamın gerçek imkânını sorgulamak yönünde bizi zorlama peşindedirler. Adorno’nun yazı tarzı çoğu zaman çetrefil, nüfuz edilemez ve ürkütücü görünebilir; onun yaslandığı felsefe gelenekleri hakkında pek fazla bilgisi olmayanlar için bir kat daha böyledir bu. Ancak daha da güçlük yaratan şey, ortak duyu saydığımız şeyleri yıkmak ve yirminci yüzyıl Avrupa ve Amerika kültüründe baskın gördüğü eğilimlere saldırmak için sıklıkla benimsediği yoldur. Bunun sonucu olarak çoğu okur, düşünsel olduğu kadar fiziksel olarak da hırpalayıcı olabilecek bir sarsılma yaşarak, Adorno’yu okumaya yönelik bir karşı koyma duygusu içine girer.

Adorno Konferansta

Adorno felsefeden, toplumbilime, edebiyata, bilimsel araştırma yöntemlerine kadar çok farklı alanlarda onlarca makale ve kitap yazmıştır. Bir filozof-müzisyen olarak sanat alanındaki sıra dışı ve hep eleştirel kalan düşünceleri bugün postmodern sanatın temel kavramlarının oluşmasına büyük katkılar sağlamıştır.

Adorno, yirminci yüzyılın en derin düşünürlerinden biridir; böyle biri olması ise, tam da kaçınmayı tercih edeceğimiz soruları gündeme getiren çalışmalarının zorluğu yüzündendir. Çalışmalarının merkezinde, günümüz dünyasında özgürlüğün imkânı üzerine derin bir müphemlik duygusu ve Kant’tan bu yana Batı entelektüel geleneğinin özgürlüğümüze dair vaatlerinin sorgulanması yatar. Bu vaatlere göre özgürlük, bireyler olarak özerkliğimizi savunmamıza bağlıdır; özgürlük, toplumsal normlara boyun eğmemizde ya da onlara başkaldırmamızda kaynaklanır; özgürlük estetik deneyim yoluyla gelir; özgürlük, ahlaki yasaya uymakla gelir. Fakat, Adorno’nun çalışmalarının hemen hemen tamamı için geçerli olan bir müphemliktir bu.

Negatif Diyalektik

Adı Adorno ile özdeşleşen Frankfurt Okulu zaman içinde kapitalist toplumlarla ilişkili olarak, Marksist kuram ve Hegelci bakış açılarını bir araya getirerek Batı Marksizmi olarak bilinen ve 1960lardan itibaren Yeni Sol olarak ortaya çıkan geniş bir düşünce hareketinin bir kısmını da oluşturur. 1970’li yıllarla birlikte Frankfurt Okulu etkisini yavaş yavaş yitirmeye başlar. Adorno’nun 6 Ağustos 1969 yılında kalp rahatsızlığı nedeniyle ölmesi; Max Horkheimer’ın da 1973 yılında ölmesinin ardından, okul niteliğinden de gittikçe uzaklaşır; günümüze gelindiğinde köken olarak kendisini etkileyen ve temel alınan Marksist görüşten de koptuğu açıkça görülür.

Kaynak
Adorno’nun Estetik Kuramı Bağlamında Müzik Eserlerinde İçerik Analizine Yönelik Bir Model Önerisi Max Horkheımer Ve Theodor W. Adorno’da Modern İnsan Ve Tüketim İdeolojisiTheodor W. Adorno – Minima MoraliaTheodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür YönetimiAlex Thomson, Kafası Karışmışlar İçin AdornoAdorno, Yaşam Ve Doğru YaşamTheodor Adorno’nun Sanat Anlayışı Ve Johann Sebastıan Bach İle İlgili GörüşleriT.W. Adorno’da Sanat Ve ÜtopyaEleştirel Teori: Gelişimi, Kabulleri Ve Sosyal Hizmette Kullanımı


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir