Manifestolar literatürde kimi zaman beyanname, açıklama metinleri, bildiriler olarak tanımlanırlar. Manifestonun eyleme teşvik ediciliği, provokatörlüğü ve devrimsel niteliğinden bağımsız olarak, genellikle bir topluluk veya bireyden gelen her hangi bir görüş, emir ya da fikri halka açık eden, duyuran metinler olduğu söylenebilir.
Manifesto kelimesi etimolojik olarak Latin kökenli olup “manus” (el) ve “festus” (tehlike) ve “infestos” (saldırı, sorun, istila, ziyafet, kutlama) kelimelerinden türemiştir. Bu yönüyle manifesto bir yandan sıkıntı yaratıp sorunlara yol açarken diğer yandan gerçekliğin kutlamasını yapar. Kelimenin İtalyanca kökeni “manifestare” ise; “göstermek, sergilemek, açığa vurmak, ifade etmek, belirtmek” gibi anlamlar taşır. Sözlük anlamıyla ise manifesto; “kamuoyu açıklaması ya da beyannamesi, devlet ya da politik parti başkanı, adayı, ya da diğer okul veya sanat akımları gibi umumi kuruluşlar tarafından düzenlenen özellikle yazılı beyan, açıklama, doğrulama” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir tanımının ise “belli bir nedeni destekleyen, bir teori ya da argüman ileri süren, veya bir yaşam stilini destekleyen bireyler tarafından üretilen bir kitap ya da eser” olduğu görülür.
Sözlükteki bu genel tanımlamalarının yanında manifestoların zaman içinde kazandığı, onları devrimci söylemlerle bütünleştirip, sadece istek ve emirleri beyan eden metinler olmaktan çıkaran, hatta metin olma durumunun ötesine geçirip eylem haline sokan aktivist tanımlarını da yapmak mümkündür.
Manifestonun bu çok çeşitli ve belirsiz içeriğini sistematikleştirme deneyini ilk defa Claude Abastado’nun “Introduction à l’analyse des manifestes” metninde yapmaya çalıştığı söylenebilir. Buna göre manifestolar beş farklı kategoriye ayrılır:
1. Siyasi, felsefi, edebi ya da sanatsal bir akımı (Komünist Manifesto, Sembolist Manifesto, Fütürist Manifesto vb.) temsil eden, genelde kısa ve öz, kitapçık halinde, dergi ya da gazete vb. yayın organlarında basılmış olan metinler.
2. Buna benzer olarak, yazar ve dinleyici arasında pozisyon alan, hararetli ve gerilimli, fakat “manifesto” başlığı taşımayan manifester metinler.
3. Kıyasla anakronistik (içinde bulunduğu zamana ait olmayan) olarak nitelenen metinler.
4. Orijinalinde manifesto olma niyeti taşımayan halka açık bildiriler.
5. Bazı sıra dışı birey ve grupların ses getirmek amacıyla manifesto olarak nitelendirdikleri, genellikle şiddet içerikli metinler, eylemler.
İlk gruptaki metinler, genelde başlık olarak da manifesto olarak adlandırılmış, minimal, kısa ve bütüncül bildirilerdir. Bir düşünce akımını bildirirler, programı saptamak zorunda değildirler. Akımın ya da fikrin varlığını beyan etmeleri, duyurmaları yeterlidir. Bu tür manifestoların ses getirmesinde manifestonun içeriği kadar teatralliği, radikalliği ve ekstremliği de önemlidir. Farklı disiplinlerdeki manifesto yazımları arasında da yatay bir ilişki vardır, siyasi olmayan manifestoların da aslında içlerinde derin bir siyaset barındırması gibi, form, fonksiyon ve retorik açısından ortaklık gösterirler.
İkinci grup metinler, başlıklarında manifesto nitelendirmesini (kasıtlı ya da kasıtsız) taşımayabilirler. Bu yüzden manifesto olup olmadıklarına dair başka kesinliklere ihtiyaç vardır. Buna göre bir “verici” ve bir “dinleyici” arasında sıkıca konumlanan beyan, ifade, söylevler de bağlam ve tarihlerine göre manifesto olarak ele alınabilir. Bu tür metinlerin manifesto olarak adlandırılması ve kategorileştirilmesi daha muğlak ve öznel bir süreçtir. Üretildikleri tarihten ziyade, yeniden yorumlandıkları ve ele alındıkları tarihsel çizelgede manifesto olarak nitelendirilebilirler. Charles Jencks’in “Çağdaş Mimarlıkta Program ve Manifestolar” seçkisi de buna örnek olarak, başlığıyla manifesto olarak nitelendirilmese de, bağlamda manifester olarak ele alınan metinler içermektedir.
Üçüncü kategorideki metinler, edebi olarak manifesto olarak adlandırılmasalar da içinde bulundukları döneme uygun düşmeyen, o döneme göre radikal ve ses getiren yazınlar olduklarından manifester özellikler taşırlar. Sadece programa dair ipuçları veren ya da polemiğe yol açan metinler olmanın ötesinde, içinde bulundukları dönemin değer yargıları ve öngörülerinin çok ötesinde duran ve bunlarda radikal değişimlere yol açan bildirilerdir. Bu açıdan tam olarak manifesto olarak adlandırılmasalar da manifester olarak nitelendirilirler. Buna göre tarihte vuku bulmuş birçok olay ve devrim niteliğinde bildiri de bu kategoride ele alınabilir. Martin Luther’in kilisenin kapısına çivilediği bildirisi, o zamanlar manifesto başlığıyla kaleme alınmış olmasa da, gerek bildirim şekli, gerekse çağına kıyasla sahip olduğu ilerici tavır nedeniyle manifesto niteliği taşır.
Dördüncü kategori her zaman manifesto olması niyetiyle kaleme alınmayan, fakat geniş kitleler tarafından sahiplenilip manifestolara dönüştürülen metinleri ifade eder. Metinleri manifestoya çeviren en önemli etken halk kitleleri ve kalabalıklar olduğundan, bu etken üzerinde yeterince güç ve etki sahibi olabilen yazarlar da, bildirgelerini manifesto olarak kabul ettirebilirler. Manifesto başlığıyla kaleme alınan her metin de, kalabalıkları ele geçiremedikten sonra gerçek anlamda manifester olamaz. Buna göre büyük taraftar kitleleri toplayan dinlerin kitapları, içerdikleri buyruklara göre manifester sayılabilirler.
Beşinci kategoriye göre ise şiddet içeren devrimci sert eylemler de manifesto olma potansiyeli taşır. Bu da önceki kategori gibi tamamen kitleler tarafından benimsenip, özlerindeki değiştirici gücün açığa çıkarılmasıyla mümkündür. Buna göre tarihte gerçekleşen devrimlerin kendilerinin de, metinlerden bağımsız olarak manifesto olma potansiyeli bulunur.
Yazınsal bir form olarak manifesto, tarihsel olarak öncelikle devrimci amaçlarla değil, belirli beyanları dikte etmek amacıyla kullanılmıştır. Manifestolar 16. ve 17. yüzyıllarda ortaya çıktığında askeri bir eylem çağrısı, bir emir, dini bir vahiy, yöneticiler tarafından verilen harp ile ilgili ve diğer kararları meşrulaştıran, geçmiş eylemleri, eylemlerin neden ve sonuçlarını açıklığa kavuşturan yazılı dokümanlardır. Kelimenin İtalyanca kökenleri de dikkate alındığında, manifestoların başlangıçta provokatif ve devrimci olmaktan çok, tersine fermanları duyurma, ifade etme, kabul ettirmeye yönelik olduğu görülür.
Siyasal manifestoların ilk olarak 16. yüzyıl sonlarında Fransızca konuşulan coğrafyada belirdiği, bir veya birden fazla yöneticinin kendi görüşlerini açıklamak ya da kararlarını bildirmek için kullandığı umumi yazılar oldukları görülür. Terim 17. yüzyılda diğer Avrupa dillerinin de lügatlarına girer, savaş ilanları ve diğer politik kararların beyanı için kullanılmaya başlanır. Ancak manifestoların bildiğimiz anlamıyla radikal eylem çağrılarına dönüşmesi, Fransız Devrimi’nden sonra gerçekleşir. Bu dönemde manifestolar toplumsal hiyerarşide üstten alta emir ve buyrukları taşıyan araçlar olmaktan çıkıp, tam tersine, alt tabakaların sesini duyurmak için kullandığı söylem araçları haline gelir.
Eugène Delacroix, La Liberté guidant le peuple, 1830
Özellikle Fransız Devrimi’nin ikinci yarısıyla birlikte Jakoben radikal gruplar, sosyal değişim taleplerini dile getiren manifestolar basmaya başlamışlardır. Bunların iki önemli örneği olarak Gracchus Babeuf’un “Manifeste des plébéiens” (Halk tabakası Manifestosu) ve Sylvain Maréchal’in “Manifeste des égaux” (Eşitlik Manifestosu) verilebilir.Bu dönemin genel karakterini devrimle birlikte toplum strüktürünün yeniden yapılanmasıyla, burjuvaziyi kritik eden alternatif bir proletarya sınıfının doğması oluşturur. Buna bağlı olarak da bu ilk dönem manifestolar, burjuvaziye karşı halkın sesini dışa vurmuş, devrimci söylemle alt sınıfların da karar verme mekanizmalarına iştirak etme taleplerini dile getirmiştir. Bu kritik dönüm noktası da manifestonun gelecek yüzyıllardaki devrimci politik söylemlere kaymasının başlangıcı olmuştur.
Manifesto bu tarihten itibaren devrimci ve radikal politik bir söylem aracı haline gelir, 20. yüzyıla kadar da çoğunlukla sosyalistlerin ve radikal grupların seslerini duyurmak için kullanılır. Manifesto ikna etmek ve yolundan döndürmek için oluşturulmuş ideolojik bir belgedir. Papa, kral, iktidar sınıfı ve gücü elinde tutan tüm tabakaya karşı bir sestir, halkın iradesini ortaya koyar. Manifesto yazımı için bir dönüm noktası sayılan 1848 tarihli Komünist Manifesto’nun, tarihte bir eşik noktası olmasının en büyük nedenlerinden biri sınıf mücadelesi ve toplumsal tarih arasındaki ilişkiye dair belirlemeleri ve devrimci yaklaşımıdır.
Onu bildiğimiz anlamda manifestoların atası kılan; kendini tarihte bir kırılma, milat olarak addetmesidir. Bunun için de kendini önceki sayısız sosyalist bildiriden ayırt etmek amacıyla dert edindiği meseleyi tarihsel bir altlığa oturtmaya çalışır ve geneller: “Bugüne kadar var olan tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.” İlerleyen bölümde bu sınıf mücadelesi söylemi, devrim söylemine dönüşmüş; verilen savaşımların sonunda toplum yapısının nasıl devrimci bir dönüşüme uğrayacağı belirtilmiştir. Tarih yazımı aslında Marx’ın kendi metnini tarihte bir kırılma noktası olarak addedip, eyleme sevk etmesi için gerekli bir altlık oluşturur. Marx’a göre manifesto; kendinden menkul bazı prensiplerin ya da vahiylerin beyan edilmesi değildir, geçmişteki devrimci oluşumların bir araya getirilerek yakın gelecekte olması muhtemel bir devrime kanalize edilmesidir.
Siyasi söyleme şairane bir söyleyiş enjekte ederek siyaseti estetize eden Komünist Manifesto, içeriği yanında edebi nitelikleri nedeniyle de manifesto yazımı konusunda belirleyici olmuştur. Komünist manifestonun yazıldığı 1846-1848 aralığında Marx ve Engels, bu devrimci manifestonun yazım formu için “catechism” (soru cevaplı metin türü) dahil bir çok deneysel türü denemişler, fakat bu uğraşların sonunda aslında daha önce karşılaşılmayan bir zorlukla yüz yüze olduklarını ve bu zorluğu yenmenin tek yolunun yeni bir yazım biçimi olduğunu fark etmişlerdir.
Komünist manifestonun yükselen başarısı literatürde iki sonuca yol açmıştır: Birincisi, manifesto türü uzun bir süre boyunca sol görüş söylemlerinin tercih ettiği bir ifade şekli haline gelmiştir. İkinci olarak ise, komünist manifesto ün kazandıkça, sanatçılar da manifesto adını verdikleri yazınlar türetmeye başlamışlardır. Komünist manifesto geleneğini devam ettiren sanatçı ve mimarlar onun formasyonunu kendi yazınlarında da kullanırlar.
Komünist manifestodan önce de sanat alanında manifesto başlığıyla üretilen metinler olsa da, bunlar genellikle yeni bir estetik fikri kritik eden veya olumlayan otoriter akademik bildirileri ifade etmekte kullanılmıştır. Auger’nin “Manifeste contre le romantisme” (Romantizme Karşı Manifesto, 1824) ve Guiraud’nun “Nos doctrines, Manifeste de la Muse française” (Bizim Doktrinlerimiz, Fransız İlhamının Manifestosu) adlı eserleri bunlara örnek verilebilir. Jean Moréas’nın 1886 tarihli Sembolist Manifesto’su da bu anlamda ilk manifestolardan sayılır.
Fakat bu süreçte devrimci nitelikli manifestoların sanatçılar tarafından devralınması asıl olarak 1909 yılında Filippo Tommaso Marinetti tarafından, “Fütürist Manifesto” ile gerçekleşir. Fütürist Manifesto’nun sanat camiasında yarattığı çalkantının verdiği cesaretle Marinetti ve grubu bir dizi manifesto daha ortaya koyar. O tarihlerde fütürizm henüz bir sanat eseri üretebilmiş değildir, fakat akım kendini bu yeni nesil manifesto yazınının gücüyle var eder. Daha sonraları pek çok tipte sanat eseri ortaya koyulmuş olmasına rağmen, manifestolar fütürizmin asıl ruhunu yansıtan tür olmuştur.
Siyasette etkin olarak kullanılan manifestolar böylece bir aracı olarak sanatçılara da mal olurlar. Bundan sonra işleyen hızlı süreçte, manifesto yeni sanatsal-edebi-mimari akımların ve okulların kurulumunda, kendi fikir, amaç ve vaatlerini belirttikleri, kendilerini diğer akımlardan ayırt ettikleri bir söylem temsili oluşturur. Hızla türeyen “-izm” eklentili sanat akımlarından (Fütürizm, Dadaizm vb.) birine dahil olmak sanatçı için neredeyse bir zorunluluk haline gelir.
Tam da bu noktada manifestonun sanat ve mimarlıkta içinde oluştuğu bağlam olan avangarda değinmek anlamlı olacaktır. Orijinalinde Fransızca kökenli askeri bir terim olan ve asker bölüklerinin topluca hareketini, ilerlemesini ifade etmekte kullanılan sözcük, Fransız Devrimiyle birlikte ihtilalci bir anlam kazanmış ve farklı radikal grupların politik savaşımlarını ifade etmek için kullandıkları bir terime dönüşmüştür. Manifesto da bu grupların istek ve tasarılarını dile getirebilecekleri ideal söylem araçları haline gelmiştir.
Yeni avangard sanatçıların ilgi alanı sanatın geleneksel formasyonlarını alaşağı ederek yaratıcılığın önceden yasaklanmış yeni ufuklarını keşfetmek olacaktır. Sanatta ve dolayısıyla yaşamın kendisinde devrim yapmak ana gayelerini oluşturur. Avangardın Komünist manifestodan devraldığı şey de; sadece bir yazım biçimi olmanın ötesinde, metnin eyleme geçirici gücüdür. avangard manifestonun sanat ve politika arasındaki kompleks ilişkiye bağlı, şiirselleştirilmiş bir aksiyon olduğu söylenebilir. Manifestonun avangard projesinde anahtar rolü de irrasyonel ve estetik bir araç olarak kişinin iradesinin tarihe damgalanmasıdır.
Bu doğrultuda 20. yüzyılın aslında sanat ve siyaset olmak üzere çift yönlü ilerleyen tarihsel bir süreç olduğu söylenebilir. Bu iki ayrı kolu manifestolar sayesinde çaprazlanıp birbiri içine geçen, ya da tamamen ayrı disiplinler olarak okumak münkündür. Siyasi manifestoların şairane söylemi kendine adapte etmesi gibi, sanat manifestoları da zaman zaman siyasete dahil olurlar. Özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında dünyayı saran milliyetçilik dalgası ve bunu uç noktalara götüren faşizm söylemlerinde, manifestolar da kimi zaman saf tutmuştur.
Bunun en fazla bilinen örneklerinden biri olarak; İtalyan Fütürizminin döneminin faşist safları ve savaş politikaları lehine söylemlerde bulunması gösterilebilir. Fakat savaşın getirdiği tahribatla anti-ulusalcı ve enternasyonel söylemler de türemeye başlar, manifesto ve bildirilerini farklı coğrafyalara ulaştırma konusunda büyük başarı gösteren “Dada” bunların en ses getireni olmuştur. Dada yersizliği esas alır, ulaştığı her coğrafyada yeniden üretilir. Dünya üzerinde milliyetlerden ya da dillerden değil, kentler arasındaki bağlardan kurulu bir ağ oluşturmayı esas alır. Bu ağın karmaşıklığı sayesinde de Dada’nın orijinini, ya da merkezini aramak ve bulmak imkansız haline gelecektir.
Manifestonun altın çağı olarak kabul edilebilecek I. Dünya Savaşı’na kadarki tarihler, Fütürist, Kübist, Konstrüktivist vb. birçok avangard manifestonun hızla üretilip tüketildiği yıllar olmuştur. 1905 yılındaki Fauve hareketinden sonraki bu 10 yıllık süreçte manifesto avangard sanatçılar için vazgeçilmez bir ifade aracı haline gelmiştir. Fakat savaşlar arası ve II. Dünya savaşı dönemleri manifesto yazımının da duraklama yaşadığı bir dönem olur. Savaşla birlikte artan faşist söylemler ile, radikal sol görüşle özdeşleşen birçok manifester çağrı geri plana itilmiştir.
Manifesto yazımı için ikinci dalga sayılabilecek 1960’larda ise, hem siyasi hem de sanatsal manifestolar bir ifade şekli olarak yeniden popülerlik kazanır. O dönemde yeşermeye başlayan kişisel özgürlük söylemleri, uyuşturucu kültürü, protesto gösterileri ve yeni nesil avangarda paralel olarak, yeni manifestoların ya da eski manifestoların uyarlamalarının yazılmasına girişilir. Muhalefet ve direnç gösteren sanat manifestoları, siyasi manifestolar ve bunların ikisinin birleşimleri her yerde yeniden duyulmaya başlanır. Fakat bu yeni nesil manifestoların erken dönemdekilerden bir takım farklılıkları bulunur. Öncelikle devrimci manifestolar artık tek bir sol görüş çatısı altında toplanmamıştır; bundan ziyade manifesto seslerini duyurmak isteyen daha küçük radikal grupların aracı haline gelir. Afro-Amerikalılar, feministler, göçmenler, homoseksüeller ve daha birçok dışlanmış grup, haklarını arayıp ses getirmek amacıyla manifesto üretmeye başlarlar.
Bunun yanında küreselleşmeye başlayan dünya ilişkileri sonucu manifestolar da daha enternasyonal iletişim araçları haline gelirler. En vurucu fark ise manifesto yazımın artık yeni bir tür olmayışı gerçeğidir. Artık manifesto yazan herkes, manifesto yazımına dair köklü bir geleneğe katılmış olur. Fakat manifestonun doğası gereği gelenekten keskin bir kopuş manasına geldiği düşünüldüğünde, yeni nesil manifesto yazımı da bir çıkmaza girmektedir. Bu nedenle bazı gruplar öncekilerden çok daha radikal ve devrimci çıkışlar yaparak eskiyi aşmayı denerler. Sanat ve sanatı andıran her şeyin üretimine karşı çıkan Sitüasyonistler (Durumcular) da buna örnek gösterilebilir.
Sitüasyonist manifestolar da manifesto türünün son örnekleri sayılır. Kolektif bir hareket olmadan, “biz” diyerek söz söyleyen manifesto anlamsızlaşır. Tek bir ses tarafından yönetilen toplu kitle hareketlerinin yerini bireysel yaklaşımların alması aslında manifestoların da seslenecek kitleleri kaybettiği anlamına gelebilir. Postmodernizmin getirdiği tekillik yerine çoğulluk, karmaşa ve çok seslilik söylemleri ile birlikte avangardın ve manifesto yazımının da ergimeye uğradığı söylenebilir. Fakat başka bir görüşe göre de manifestolar aslında hiç bir zaman sahneden çekilmemiş, sadece şekil değiştirmiştir.
Kaynak
Yapım Ve Yıkım Eylemi Olarak Mimari Manifestolar, Bir Manifestonun Sorgusu Parametrisizm