Menu

Türk Edebiyatı’nda İz Bırakmış 11 Aşk Dolu Mektup



Orhan Veli Kanık, Ahmed Arif, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet başta olmak üzere Türk Edebiyatı’nın iz bırakmış mektuplardan alıntıları derledik.

1. Cemil Meriç & Lamia Çataloğlu – Jurnal 2

Cemil Meriç’in yazdığı Jurnal, 2 ciltten oluşur. İkinci cilt, İngilizce öğretmeni, sonra da Cemil Meriç’in İngilizce çalışmalarında sağ kolu olan Lamia Çataloğlu’na yazılmış aşk mektuplardan oluşur. Mektuplar, Meriç’i bambaşka bir açıdan, kişiliğinin bambaşka bir yönüyle tanımamıza imkan sağlıyor. Bu mektuplar sayesinde, tanıdığımızı sandığımız ama daha çok eserlerinden tanıdığımız yazarı hiç bilmediğimiz yanlarıyla keşfetmemiz, kişiliğine daha çok saygı duymamız ya da hayal kırıklığına uğramamız mümkün olabiliyor. Mektuplar yazarın Jurnali’dir de, onun edebi konulardaki yaklaşımlarını, değerlendirmelerini, eleştirilerini, tarihi konulardaki düşüncelerini içerdikleri gibi his ve aşk dünyasını da yansıtırlar. Cemil Meriç’le Lamia Çataloğlu arasındaki bu yoğun yazışma 9 ay gibi kısa bir zaman aralığına sığmıştır.

cemil meriç

“Yalnız sende yaşamak, yalnız senin için yaşamak… Bütün dostlardan, bütün düşmanlardan, bütün yabancılardan uzak bir dünyada, senin için konuşmak, senin için yazmak, senin için yaratmak. Sen dokunduğunu altına kalbeden büyücü. Krezüs’ün dilsiz oğlu savaşta babasını kurtarmak için birden dile gelir. Sen dilsizleri konuşturacak kadar dilbersin. Yılların levsi iskarpinlerini yalayıp geçmiş, yaşamamışsın ki kirlenesin. Benim gözyaşlarından temiz sevgilim… Sen bir anne sütü kadar temizsin, bir dua kadar temiz. Yalnız seni okumak istiyorum, yalnız seni dinlemek istiyorum. Lamiam benim. Kollarımda yeni doğmuş bir bebek gibi uyuduğunu hatırlıyorum ve yeni doğmuş bir bebek gibi uyanırdın. Baş başa yaşadığımız bu asırlar kadar uzun, bu asırlar kadar dolu ve bir rüya kadar kısa günlerde gecelerde diyecektim dudaklarından bayağıya benzeyen tek hece dökülmedi. Uyurken, uyanıkken, sarhoşken. Yalan söyleyen aynaları kırdım. Sen şimdi o içten gülümseyen, o içten ağlayan tertemiz Lamiamsın. Saat 6.30. Az sonra seni arayacağım. Ve sesin bütün karanlıkları dağıtacak. Hangi karanlıkları? Gönlüm bir ışık tufanı içinde. Mektupların gök kubbem, kelimelerin bir yıldız yağmuru. Bana öyle geliyor ki yalnız mektubunu okurken, yalnız seni düşünürken, yalnız sana yazarken yaşıyorum. Aşkımızın kitaplardakine benzer tarafı yok. Kanunların, mevsimlerin dışında. Neden hislerini gizleyeceksin? Aynı anları yaşamıyor muyuz? Göğüs boşluğumda senin kalbin de çarpıyor. Sen ağlarken ben de ağlıyorum. Perhize gelince, senden başka kadın düşünemeyecek kadar seninle doluyum. (23 Kasım 1966)”

2. Orhan Veli Kanık & Nahit Fıratlı – Yalnız Seni Arıyorum

Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı mektuplar Yalnız Seni Arıyorum adıyla kitaplaşınca edebiyat tarihinin ölümsüz aşklarından birinin kapısı aralanmış oldu. Garip akımının kurucusu Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a 1947-1950 yılları arasında yazdığı bu incelikli mektuplar, yetmiş yıldır edebiyat ortamlarında fısıltıyla konuşulan fakat açıkça dillendirilmeyen bir aşkın en büyük hatırası. Nahit Hanım tarafından senelerce saklanan mektuplar ve Orhan Veli’nin,
“Bir de sevgilim vardır, pek muteber. İsmini söyleyemem. Edebiyat tarihçisi bulsun” dizeleriyle anlattığı bu gizemli sevgili resmen gün yüzüne çıkmış oldu.

orhan veli

“Canım Nahitim,
Sana karşı hasretliğim günden güne artıyor. Tabii sen bunu anlamak istemiyorsun. Anlamadığını söyleyemem. Elbette anlıyorsun. Ama öyle sanıyorum ki bunu benim ağzımdan tekrar tekrar duymaktan hoşlanıyorsun. O kadar hoşlanıyorsun ki aynı şeyi her gün, her saat, her dakika tekrar etsem az bulacaksın. Senden vazgeçmeyeceğimi bildiğin halde ne geçmişe ne de geleceğe ait hadiselerde senden başka hiçbir şey hatırlamak istemediğim halde nasıl oluyor da bana olmuş hadiseleri hatırlatıyorsun. Ben de birçok kötü şeyler biliyorum. Ama onlan düşünmek istemiyorum. İçimin bu kadar seninle dolu olduğu bir zamanda düşünemiyorum demek daha doğru olur. Aramıza giren şeyleri yok etmekten zevk duyacağını söylüyorsun. Nahit, sen bunu istiyorsan aramızda, yani seninle benim aramda, hiçbir kötü şey yok. Bizden başka hiçbir şey yok. İnan bana. Sen benim için daima tek varolan şeysin. Dikkat et, en çok demiyorum, tek diyorum. Senden başka hiçbir şeyim yok. Hiçbir şeyim olmasını da istemiyorum. (20 Nisan 1947, İstanbul)”

3. Ahmed Arif & Leyla Erbil – Leylim Leylim

Ahmed Arif’in, Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar, Leylim Leylim adıyla yayımlandı. Kitap yazıldıkları dönemin entelektüel ortamını, Ahmed Arif’in sürgün günlerini, yaşadığı siyasi baskıyı, içsel dünyasını ve en çok da aşkını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Leyla Erbil “Benim tarafımda aşk yoktu, yalnızca dostluk vardı” derken, özellikle 1955 yılından sonra yazılan mektuplardan da anlaşılıyor ki Ahmed Arif bu büyük aşkta yalnız kalmış. Mektuplar 1954–1959 arasında yazılmış, kitapta bir de 1977 tarihinde yazılmış son mektup var.

ahmed arif

“Küçüğüm, korkunç dahim, sevgilim, senin istediğin gibi de olsam, kayıtsız şartsız kölen de olsam, daima asıl sen beni affedeceksin. Affetmeye çalış. Cihan insanları içinde, en güzel, en iyi ve en namuslu sensin. Buna inan. Ahmed Arif, böyle söyler… Doğrudur… Haktır… Layıktır… Sana yakın, sana layık ve hele hele senin olmayı düşünebilmek bile bir cesarettir. Yürek ister. Bu dediklerim insan olana, erkek olanadır tabii. İnsandan mahrum bir cehennem karanlığında, nasıl da bulduk birbirimizi… Küçüğüm, sevgilim, imzası martıdan sıcak, uçan uzak martılardan daha sevimli, imzası uçan kuş, kendisi insan sevgilim. Kıyma bana, sensiz edemiyorum. Sence zerre kadar bir değerim varsa, iler tutar bir tarafım kalmışsa, gel kıyma bana ve korkuyorum deme. Otur yaz, her gün, her gece bana yaz. Kavuşuncaya kadar. Sonra yazdıklarımızı okur, güler yahut ürperir, birbirimize geçmiş olsun deriz. Yahut da, ah asıl bu, gel beni kendin al, götür. Bugünler yalnız başıma gelecek kudrette değilim. Hem madden hem de manen bu böyle. (22 Mayıs 1954, Bismil)”

4. Nazım Hikmet & Hatice Piraye Altınoğlu – Nazım Hikmet Piraye’ye Mektuplar

Nazım Hikmet’ten Piraye’ye çeşitli hapishanelerden yazılmış mektuplar, ilk olarak 1998 yılında Memet Fuat tarafından derlenerek yayınlandı. Memet Fuat “Nazım’ın, 1933’ten 1950’ye kadar, on yedi yıl boyunca, çeşitli cezaevlerinden kendisine yazdığı mektupları, Piraye bir tahta bavulda saklardı. Ceviz ağacından yapılmış, 41 x 26 x 14 cm boyutlarında küçük bir tahta bavul. Küçük olduğu için, belki çanta demek daha doğru. Bu ceviz çantayı ona Nazım sanırım Çankırı Cezaevi’ndeyken yapmıştı. Bu kitaptakiler, Nazım’ın Piraye’ye yazdığı mektupların hepsi mi? Çantadakilerin hepsi… Belki bir gün başka yerlerden de bir şeyler çıkar, bilemem.” der.

Diğer mektupları bu yazımızdan okuyabilirsiniz.

nazım hikmet

“Canımın içi yavrucuğum,
Sana hasretim bir çığ gibi artıyor. Meğer biz birbirimize ne kadar bağlıymışız. Kurtulacağımı çok sanıyorum. Fakat kurtulamaz da araya dört sene girerse beni unutacak mısın? Dört sene bir mezarın üstüne atılan topraklar kadar unutturucu mudur acaba? Kim bilir? Sen hayır, yahut evet deme! Başından daha önce böyle bir tecrübe geçmedi ki… Ben unutmayacağıma eminim. Dört duvar arasında senin hayalin nasıl gözümün önünden kaybolabilir. Her ne hal ise…Bugün karanlık tarafım üstümde. Münasebetsiz şeyler yazacağım. Selamlar. Memet’i ve seni doya doya kucaklarım. (28 Haziran 1933)”

5. Özdemir Asaf & Sabahat Selma Tezakın – Sana Mektuplar

Özdemir Asaf’ın, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken başlayan ve uzun yıllara yayılan tutkulu bir aşk yaşadığı çoğunlukla Sabah diye hitap ettiği karısı Sabahat Selma Tezakın’a 1944- 1959 yılları arasında yazdığı mektuplar, orijinal nüshaları, yazıldığı yıllara ait görsel belgelerle birlikte Sana Mektuplar adı altında kitaplaştırıldı. Kitaplaştıran kişi ise, Özdemir Asaf ve Sabahat Hanım’ın tek çocukları olan Seda Arun. Seda Arun’un, annesini ziyaret ettiği bir gün babasının mektuplarını istemesiyle başlar serüven. Sabahat Hanım’ın yıllarca çeyiz sandığında sakladığı Özdemir Asaf’ın mektuplarında, Özdemir Asaf şiirinin ilham kaynakları ve o şiirlerin arkasındaki hikayeler dışında, uzun yıllar büyük bir tutkuyla sürmüş gerçek bir aşk hikayesinin büyüsüne kapılmamak imkansız… 1946’da Liman Lokantası’nda yapılan gösterişli düğünle evlenen Özdemir Asaf ve Sabahat Tezakın, 1961’e kadar evli kalır.

özdemir asaf

“Eğer başkasını sevmiyorsan veya söz vermemişsen seni pek çok, herkesten fazla mesut etmeye çalışacak kadar çok seviyorum. Ve kendimde bazı vasıfların bulunmadığını bilsem hiç böyle bir teklife yanaşmazdım. Pek yakında kendime parlak ufuklar açacağım. Yeter ki beraber olalım…”

“Sana mektup yazmaya lüzum kalmayacak olan zamanları düşünmek; seni daima görebileceğim günleri hatırlamak; bana verdiği sarhoş edici, çıldırtıcı heyecanlı zevkleriyle senin yakınında bulunmak tehlikeli olabilecek derecede beni sevindiriyor. Hatırla ki: … O acı öldürebilirdi, bu sevinç öldürebilir.”

6. Cemal Süreya & Zuhal Tekkanat – On Üç Günün Mektupları

On Üç Günün Mektupları, Türk şiirinin büyük ustası Cemal Süreya’nın 1972 Temmuz’unda, Okmeydanı SSK Hastanesi’nde yatan eşi Zuhal Tekkanat’a yazmış olduğu mektuplardan oluşuyor. Zuhal Tekkanat, Cemal Süreya’nın ikinci eşi. 19 Temmuz 1972’de Zuhal Tekkanat, felç olma riski olan bir ameliyata girecek. Ameliyat öncesi Zuhal Tekkanat “Olur da bir yerime bir şey olursa ayrılırım senden.” der.

cemal süreya

“Düşünüyorum da, aşk sözcüğünü de biraz eksik buluyorum şu senlen ben arasındaki ilişkiye. Daha büyük, daha sağlam bu bizimki. Aşk onun içinde sadece bir kısım galiba. Ötesinde aşkla birlikte, ama yer yer, zaman zaman onu aşan başka duygular, başka esriklikler, başka baş dönmeleri de var bizde. Seni seviyorum ve senin için her şeyim. Beni seviyorsun ve benim için her şeysin. Bir insan için şu kısa hayatta bundan daha büyük ne olabilir ki. Acaba Mecnun Leyla’yı elde edip onunla evlenseydi, Ferhat Şirin’e kavuşsaydı, aradan bu kadar yıl geçtikten sonra bizim birbirimize olduğumuz gibi tutkun olabilir miydi? Yangın olabilir miydi? Sen ne dersin buna? (14 Temmuz 1972)”

7. Sabahattin Ali & Ayşe Sıtkı İlhan – İki Gözüm Ayşe

Sabahattin Ali, “Ömrümde yıllar kadar yar sevdim. Her biri bir başkasının eşidir” diye yazdığı dizelerdeki aşık olduğu kadınlardan Ayşe Sıtkı’ya, bir bölümü “İki gözüm Ayşe” diye başlayan, çoğu cezaevlerinden yazılmış 67 mektup, şiirler ve öyküler gönderir. Sabahattin Ali mektuplar da bazen aşkını itiraf ediyor, hatta evlenme teklif ediyor, bazen de iyi bir koca bulup evlen diyor Ayşe Sıtkı’ya. Bu mektuplar Sabahattin Ali’nin duygularını, tutkularını, anlatmakla kalmıyor, onun kimliğini de yansıtıyor.

sabahattin ali

“Hapishane ve yalnızlık beni maziye ve hatıralara çok bağladı. Saatlerce bir köşede oturup ömrümün muhtelif safhalarını bir film gibi gözlerimin önünden geçiriyorum. Hem de sisli bir film gibi: Çünkü bu muhtelif levhalar gözümün önünden geçerken dudaklarım eski ve yeni birçok şarkılar mırıldanıyor. Zaten eski hatıraların dimağımda canlanmasını temin eden bu şarkılardır. Bunlar bana birçok zamanları, birçok yerleri, birçok şahısları hatırlatırlar. Herhangi bir vesileyle, veya hiç farkında olmayarak bu şarkılardan birini mırıldanmaya başlayınca bütün ihtisas ve heyecanları ile mazinin muayyen bir devrini yaşıyorum, sana bu şarkıların şöyle bir listesini yapayım, sayfaları doldurmuş olurum. Evvela ilk aşıklığımdan başlayayım…(6 Temmuz 1933- Sinop Cezaevi)”

8. Bedri Rahmi Eyüpoğlu & Eren Eyüpoğlu – Aşk Mektupları

Bu kitap, biri Romanya’da diğeri Türkiye’de iki ressam aşığın, özlemlerini ve gerçekten de koşullar yüzünden kavuşamayışlarını dile getiriyor. Bedri Rahmi, Eren Hanım ile 1932 yılında Andre lhote’un atölyesinde sürpriz bir şekilde tanışırlar. Bedri Rahmi, arkadaşı, ressam Cemal Tollu’yu ziyaret etmek için atölyeye gelir ve yüzü gözü boya içinde Ernestine ona kapıyı açar. İlk karşılaşmanın heyecanıyla dört yıl mektuplaşır iki ressam aşık. 1934-1936 yılları arasında mektuplarda yaşanan aşk, 1937’de evliliğe dönüşüyor: Ernestine Hanım böylece Eren Hanım olur.

bedri rahmi eyüboğlu

“Ernestine,
Odamda yapayalnızım. Pastel kutusunu bana ödünç veren bir ressam arkadaşın pastelleriyle bir şeyler yapmaya çalıştım. Dışarıda yağmur yağıyor ve ben, belki de yirminci kere mektubunuzu okuyorum. Hatta size, mektubunuzu okuya okuya ezberledim, diyebilirim… Güvenmek! Nasıl olur da ben size güvenmem? Ernestine… Edebiyat yapmış olmamak için, size “Bütün kalbimle size güveniyorum” demeyeceğim. Size çok samimi ve çok basit olarak, sadece “Ben size güveniyorum, Ernestine” diyeceğim. Aklımdan en ufak yaramazlık geçirmeden, bunu size söyleyeceğim… Ya şu iki aya ne demeli? Ne kadar aptalca ve ne kadar uzun koca iki ay! Söyleyin bana, nasıl geçireceğiz bu ayları. Resim yapmak gerek… Deliler gibi çalışmak icap edecek… Tek çıkış yolu bu… Resim benim biricik ve en sadık dostumdur. (4 Nisan 1932, Lyon)”

9. Abidin Dino & Güzin Dino – Sensiz Her Şey Renksiz

Sensiz Her Şey Renksiz, Abidin Dino ile Güzin Dino’nun 1952-1973 arasındaki mektuplarından oluşuyor. Ferit Edgü şöyle diyor: “Abidin, büyük dostu Nazım gibi çok kadınlı aşkların adamı değildi. Nazım, belki de kimi aşıklar gibi, aşka aşıktı. Abidin içinse, aşk Güzin demekti.” Abidin Dino, Güzin Dino’ya yazdığı bir mektupta, “Can, sensiz her şey renksiz” diyordu. Abidin’in bu aşk seslenişi, bu kitaba adını verir. Bu mektuplarda yerli yabancı birçok aydının, yazarın, sanatçının da adı geçiyor.

abidin dino

“Sevgilim,
Penceremden, otelinden çıkıp koskoca valizini taşımanı seyrettim. Çabuk dön! Sevmenin de iniş çıkışları var. Sabah doktorlar komşu binada göğsüme baktılar, iyiyim. Babacan bir doktor yeşil ışık yaktı ameliyata, yine de analizlerin sonucunu beklemeliymişiz… Kaç gün? Bilmiyorum. Saat 2’de Londra ile konuştum. Monica evde idi, Octavio gidememiş. Ne iğne ne hap, ilaçların ilacı sensin. Sanırım en önemlisi, damla damla sevgili gözlerin. İyileşeceksem onlar iyileştirecek. Abidin (3 Şubat 1967, Montpellier)”

“Sevgilim,
Masamın başında penceremin önünden yazıyorum sana, şimdi Ferit buradaydı. Çarşamba onlara yemeğe gideceğim. Simone bu akşam St.Cere’ye gidiyor. Bu sabah senden mektup yoktu. Yarın vergi declarationu için gideceğim, şimdilik bu işlerle meşgulüm, hizmetçiyi şimdilik tutacağım ev biraz temizlensin, sonra vazgeçerim, 80 frank ayda. Ev bildiğin gibi hoş fakat sensiz. Seni düşünüp, seni konuşmaktan başka birşey yapamıyorum ciddi. Çok öperim. Güzin (3 Nisan 1967)”

10. Behçet Necatigil & Huriye Necatigil – Serin Mavi

Serin Mavi adlı kitapta yer alan, şairin başta karısı Huriye ve kızları Ayşe ve Selma’ya, onun deyişle sevgili üç fıstıklarına yazdığı mektuplar bulunmakta. Necatigil’in mektupları da tıpkı yaşamı, hayat görüşü ve şiirleri gibi sade, içten, derinden. Bazı gün nerede kaldığını, kimlerle olduğunu, ne yiyip, içtiğini anlamakla yetinmiş, bazı günlerse şiirlerle dile getirmiş meramını. Her zaman için insanın içini sızlatan, belki biraz da kıskandıran bir sevgi ve bağlılık duymuş eşi Huriye, kızları Ayşe ile Selma’ya. Mektuplara girişindeki “Sevgili Huriye, Canım efendim, Sevgili üç fıstıklar” gibi ifadeler bunun küçük birer örneği.

behçet necatigil

11 Temmuz 1955 Pazartesi. Gece dokuzu beş geçe Beykoz’da kıyı parkında yazılıyor. İki şişe bira, bir kadehçik votka içildikten sonra. (Yarım uykulardan uyanınca yırtılıp atılmazsa karıma gönderilecektir)

“Anlatmak için çırpındığım gecelerde, siz yoktunuz” diyor Özdemir Asaf, aklımda yanlış kalmamışsa. Ve seneler geçti ve yaz ayları geçti ve gençlik geçti. Ve kızgın sabahlarda, kızgın öğlenlerde, ikindilerde, gece bazan saat 9’lara kadar ter içinde tercümelerde geçti, bir şeyler umarak, birikecekti paralar… Ve seneler sonra rahata kavuşulacaktı. Ellerde kalan? Hiç! Ve aptallıktır harcamamız kendimizi delicesine. Çünkü hiçbir şey birikmeyecektir elimizde. Beş sene oldu evleneli, bellki altı, belki yedi (sayıları boşver zamansız) kalan ne? Evler alınmayacaktır, çünkü ikimiz çıplak doğmuşuz dünyalara. Ve bir kızcağımız vardır, hepsi onun olsun toplanmışsa, ninelerinden, dedelerinden, kalmışsa beş, on para. Sen beni yanlış anladın, ben yanlış anlaşılmaya mahkumum bu dünyada. (Şayet cehennemliksem beni zebaniler de anlamayacaktır) Ve sıhhat, herşeyin başı anladım, gerisini boşver. Ama kurtulmakta kabil değil dünya hırslarından. (Benim hırsım ne mi? İhtiyarlıkta sürünmemek, ismimin ayaklar altında rezil, çiğnenmemesi!) Bul Erbaa’da bir dükkan, bakkallık edelim, boşver bıktım bu şehirden. Gidelim Giresun’daki uçurumlara. Kağıt da bitti, ne yazık, bu benim cebimdeki iki yanı boş tek kağıdımdı. (Eşi Huriye Necatigil, yaz tatilinde Erbaa’ya gittiğinde yazdığı mektup)”

11. Ümit Yaşar Oğuzcan – Mihriban’a Şiirler Mektuplar

1940’lı yıllarda sanat hayatına atılan Ümit Yaşar uzun yıllar, romantik aşk, kadın, ayrılık, ölüm, çaresizlik konularını işleyen lirik şiirleri, rubaileri, taşlama ve hicivleri ile bir döneme damgasını vurmuş, hiçbir edebi harekete dahil olmadan, kendi tarzını yaratabilmiş bir şairdir. Mihriban’la ilgili yazabileceklerimiz Ümit Yaşar’ın son eşi Ulufer Hanım’ın 2014’te Akşam Gazetesi’ne söyledikleriyle sınırlı: “Ümit Bey’in hayatında 3 aşk var. Birisi Ayten, meşhur Ayten… Platonik aşkı. İkincisi Mihriban… Mihriban diye şiirleri var. Mihriban’a şiirler, Mihriban’a mektuplar. Üçüncüsü de ben oluyorum. Onları tanıyorum. Ama kim olduklarını söyleyemem. Eğer isteseydi Ümit de afişe ederdi ama o da istemedi ve yaşıyorlar.”

ümit yaşar oğuzcan

“Hayatımda ilk defa yarına ümitle bakıyorum, içimden bir ses durmadan, “Bir gün her şey düzelecek” diyor. Evet, bir gün her şey düzelecek, buna inanıyorum artık. Bu dev çaresizlikler, bu kahırlı özlemeler bir gün yerlerini mutlu bir beraberliğe bırakacaklar. günün her saatinde senden uzakta olmanın acısını bir kurşun yarası gibi hissetmeyeceğim yüreğimde. Bir gün yalnız senin yanında, senin yakınında olmanın sevinci yetecek bana. O zaman hiç ayrılmayacağım senden. Uzun uzun seni seyredip binlerce, on binlerce defa seni yarattığı için Tanrı’ya şükredeceğim. Her sabah saçlarının arasından doğacak güneş. Gece, ay ışığının en güzeli gözlerinde parlayacak. Yılların yorgunluğunu ellerinin bir temasıyla unutacağım. Yaşanmış, yaşanacak zamanların en değerlisi seninle başlayacak ve sende sürecek. Ayrılıkların şimdi içimde bir yangın gibi. Alevleri her dakika biraz daha büyüyor, biraz daha genişliyor. Tutuşmayan yerim kalmadı. Baştan başa bir kor yığını halindeyim. Bir günün yirmi dört saatinde seni özlemek, seni beklemek böylesine yanmaktan başka neye benzeyebilirdi?”

Kaynak
M.Şehmus Güzel – Abidin Dino Şair ve Yazar


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir