Fars Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden Sadi Şirazi (Sadi-i Şirazi, Şirazlı Sadi), Türk yazar ve şairlerin de çok etkilendiği isimlerden biridir. Bazı kaynaklar onu Firdevsî ve Hâfız’la birlikte Fars Edebiyatı’nın üç büyük isminden biri olarak görürler. Ortaçağ’ın ilim ve kültür merkezlerinden Şiraz’da doğmuştur.
Doğum tarihi konusunda görüş birliğine varılamasa da 1184 yılında doğduğu sanılmaktadır. Asıl ismi bilinmemektedir. Babası atabek Sa‘d bin Zengî’nin hizmetinde bulunduğu için Sadi mahlasını kullanmıştır. Genç yaşta babasını kaybettiğini, “Çocukların ıstırabını bilirim. Çocukluğumda babamı kaybettim” beyiti ile anlatır.
Çocukluğunun ilk yıllarını Şiraz’da geçiren Sadi, ilk tahsilini de orada yapmıştır. Moğol istilasına rastlayan bu dönemde Şiraz’dan kaçarak Bağdat’a göç eder ve tahsiline devrin en önemli eğitim kurumu olan Nizamiye Medreseleri’nde devam eder.
Tahsiline devam ederken devrin büyük mutasavvıflarından ve ulemasından yararlanan Sadi, gençlik çağından sonraki yıllarda sürekli seyahat eder ve maceralı bir hayat sürer. Onun yaşadığı dönemde İran, Moğol hakimiyeti altında harap olmuş durumdadır. Sadi’nin Ortadoğu, Arabistan ve Mısır’ı gezdiği rivayet edilir. Sadi, Şam’da iken Haçlılara karşı Türk-İslam ordularında savaşmıştır. Hatta Hıristiyan kuvvetlere esir düşer, yıllarca ağır istihkam işlerinde çalıştırılır. Sadi’nin bilgisine hayran kalan Suriyeli bir tacir, onu fidye ile satın alarak esaretten kurtarır ve kızıyla evlendirir. Ancak eşinin kendisine kötü davranmasına dayanamayan Sadi, en sonunda evini terk eder, Anadolu’yu Çin’i ve Hindistan’ı gezdikten sonra memleketi Şiraz’a döner. 1256’da memleketine dönen Sadi, ölümsüz eserlerini kaleme almıştır. 1292 yılında Şiraz’da ölmüştür. Mezarı Şiraz’a yakın Sadiyye’dedir.
Sadi’nin asıl ünü, mesnevi türünün en büyük üstatlarından biri olmasından ileri gelir. Eserlerinin toplamı yirmiyi geçmektedir. Bostan, Gülistan, Akl u Aşk, Takrîr-i Dibace, Nasihatü’l-Mülûk öne çıkan eserlerindendir. Doğu edebiyatına büyük etkisi olan Sadi’nin eserleri, ölümünden sonra Ahmed b. Ebubekir tarafından külliyat olarak basılmıştır. 16 kitap 6 risaleden oluşan Külliyat Bisütun diye tanınır.
Sadi’nin asırlık ömrün imbiğinden süzülen şiir ve hikayelerinde, mutluluğu, mutluluğa ulaşmanın yollarını öğretme çabası gözükür. Ölümün kol gezdiği bir çağda, Moğol akınlarının yüreklere korku salıp insanların genç, ihtiyar, çoluk çocuk demeden öldürüldüğü, devletlerin tarih olduğu, şehirlerin yağmalanıp kütüphanelerin yakıldığı, azıkların ve umutların tükendiği bir çağın insanıdır. Onun üstlendiği, Mevlana Celâleddîn-i Rûmî ve Hacı Bayram-ı Veli’nin Anadolu’da Haçlı Seferleri sırasında halkı iç dünyalarına yönlendirmelerine benzer bir görevdir. Bu görev savaşın egemen olduğu dış dünyadan barışın egemen olduğu iç dünyaya yönelmek, huzuru içte aramak, yaralı kalplere merhem olmaya çalışmaktır. Sadi’nin anlattığı saadet, sadece maddenin, suretin huzuru değildir. Dünyada elde edildikten sonra ölümle kesilmeyen, ölümün ötesinde de devam eden saadettir, ruhun ve mananın saadetidir.
Bostan, 1257 yılında Ebubekir bin Said bin Zengi’ye atfen yazdığı eserdir. Bostan güzel yer anlamına gelmektedir. Eserin tamamı manzumdur. İran Edebiyatı’nın en büyük eserlerindendir. Münacaat ve naat ile başlar. Ardından dört halifeye övgüden sonra, eserin yazılış sebebi ve tarihi yazılmıştır. Ebubekir bin Sad bin Zengi’ye methiyenin ardından, eser on bölüm halinde devam eder.
Sadi bu eseri yazma sebebini şöyle açıklar: “Dünyanın her tarafını gezdim dolaştım, çokça insan tanıdım… Bununla beraber Şiraz’ın temiz insanları gibi mütevazı insan görmedim… Bu insanların muhabbeti beni Şam’dan, Rum illerinden çekti, artık Şiraz’a dönmek istedim. Fakat buralardan dönerken dostlarımın yanına eli boş dönmek çok ağırıma gitti. Mısır’dan dönenler gittikleri yere Mısır şekeri götürürler, ben ise eli boş dönüyorum. Dostlarıma şeker götüremiyorsam da şekerden daha tatlı sözler götüreceğim dedim ve bununla teselli buldum. Ne yazacağımı düşündüm ve tertibini yazdım. Düşündüğüm şeyden adeta güzel bir saray oldu ve o saraya on kapı yaptım.”
“Çirkin tabiat, adamı cehenneme götürür. Çünkü iyi huy cennetten gelmiştir. Tek ırmak kenarından sıcak su iç de ekşi suratlının soğuk gül şerbetini içme. Yüzü sofra gibi karmakarışık olan bir adamın ekmeğini tatmak haramdır.
Yüksek bir makamda mısın? Aklın başında oldukça bir düşküne gülme. Nice ayakta duranlar ayaktan oldular da onların yerlerini düşkünler aldılar.
Tüccarları ısırıp zehirleyen bir padişah, halkına ve orduya karşı iyilik kapısını kapamış sayılır. İnsanlar onun çıkardığı kötü adetlerin velvelesini duyduktan sonra oraya giderler mi?
Ey akıl sahibi, gül ile diken beraberdir. Niçin dikenle uğraşıyorsun? Sen gül demetle. Kimin yaratılışında bu çirkin tabiat varsa, tavusta o çirkin ayaktan başka bir yer göremez.” (Bostan, Çeviren: Hikmet İlaydın)
1258’de yazdığı Gülistan’da bulunan nazım ve nesirle yoğrulmuş kısa hikayelerinde ise, Sadi’nin seyahatlerinde elde ettiği bilgi ve birikimler insana yol gösterecek evrensel değerlerle yoğrulmuştur. Sekiz bölümden oluşmaktadır: Padişahların Gidişi, Dervişlerin Ahlakı, Kanaatin Üstünlüğü, Susmanın Yararları, Aşk ve Gençlik, Dermansızlık ve Yaşlılık, Terbiyenin Etkisi ve Sohbet Âdâbı. Sadi Şirazi, hayatı anlama, doğru ve düzgün yaşama konusunda insana ışık tutmasını ümit ettiği bu bölümleri birer cennet kapısı gibi görür ve okuyucuyu sıkmamak adına kitabın düzeni ve bölüm başlıkları konusunda kısa anlatımı yeğlediğini belirtir.
Sadi’nin bu eseri yazma sebebi Gülistan’da şöyle anlatılır. Sadi, bir dostunun çok zengin gül bahçesine ziyarete gitmiştir. Orada dostu gülleri ile iftihar ederken, Sadi bu güllerin geçici olduğunu asıl ve kalıcı güller edinmemiz gerektiğini söylemiştir. Ve orada Sadi içinde asırlarca solmayan taptaze güller olacak bir bahçeyi, yani Gülistan’ı yazacağını söyler. Gülistan, Bostan gibi münacaat ve naat ile başlar ve eserin ithaf edildiği Ebu Nasır oğul Fahreddin’e methiye ile devam eder.
“Barışık olmak istersen düşmanla, ardından kötü sözler etse de, sen onun yüzüne karşı iyi şeyler söyle. İnsanları inciten, diliyle incitir ya; sen de acı sözler duymak istemezsen, iyilikle tatlandır onun ağzını.”
“Büyük İskender’e sordular:
– Doğudaki ve batıdaki ülkeleri ne ile aldın? Önceki padişahların hazineleri, toprakları ve askerleri seninkinden fazlaydı. Yine de bu kadar fetih yapmak onlara nasip olmamıştır.
– Tanrı’nın yardımıyla aldığım ülkelerin halklarını incitmedim ve padişahlarını iyilikle yâd ettim.”
İyi bilmiyorsan sözünün doğruluğunu
Onu söylemek için açma sakın ağzını.
Doğru söyleyip düşeceksen zindana,
Kurtulmak için zindandan, söyle sen yalan.
(Gülistan, Çeviren: Mehmet Kanar)
Kaynak
Sadi Düşüncesi ve Etkileri, Sadi’nin Bostanı ve Ezop Masalları’nda Ortak Temalar, Konuşma Sanatı ve Gülistan, Eğitim Bakımından Gülistan
Yorum Yap