Necip Fazıl Kısakürek (26 Mayıs 1904 – 25 Mayıs 1983), Türk Edebiyatı’nın en önemli şairlerindendir. Necip Fazıl Kısakürek’in önemli şiirlerine ve hayatına göz atalım.
Edebiyat dünyasına 1923 yılında Yeni Mecmua’da yayımlanan şiirleriyle adım atan, Kaldırımlar şiiriyle büyük ün kazanan Necip Fazıl piyesleri, Aynadaki Yalan adlı tek romanı, şiirleriyle ve görüşleriyle edebiyatımızın en ilgi çekici kişiliklerindendir.
Soyu Dulkadiroğulları’na kadar giden Maraşlı bir aileye mensuptu. 26 Mayıs 1904 günü Çemberlitaş’ta dört katlı bir konakta, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Dedesi Maraşlı Kısakürekzade Hilmi Bey, Mecelle yazarları arasında yer alan ve Légion d’Honneur nişanı sahibi bir hukukçuydu. Babaannesi Zafer Hanım Halep valiliği, Hariciye Nezareti müsteşarlığı ve Zaptiye Nazırlığı yapmış olan Salim Paşa’nın kızıydı. Babası hukukçu Fazıl Bey ailenin tek erkek evladıydı.
Necip’in çocukluğu hastalıklar ve yaramazlıklar ile geçti. Henüz beş yaşındayken büyükbabasının yardımıyla okuyup yazmayı öğrenmiş, hatta dünya edebiyatından yaşına uygun hikaye ve romanlar okumaya başlamıştır. Oğlundan umduğunu bulamamış dedesi tarafından çok şımartılarak büyütülen küçük Necip eğitimine Mahalle Mektebi’nde başladı, 1912’de Gedikpaşa’daki Fransız Frerler Okulu’na geçmişti. Tatsız ve haşin bulduğu bu okuldan bir müddet sonra ayrıldı ve Amerikan Koleji’ne devam etti. Bu okulu sevdi, ancak haylazlık yüzünden kovuldu. Ardından, Büyükdere’de Emin Efendi Mahalle Mektebi’ne geçti ama orada da kalmadı. Sırasıyla İstanbul Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi ve Vaniköy’deki Rehber-i İttihat Okulu’na devam etti.
Kız kardeşi Selma’nın 5 yaşında ölümü üzerine annesi vereme yakalanıp, aile Heybeliada’ya göçünce Heybeliada Bahriye Okulu’na girdi. Bu okulda, Ahmet Necip olan adı Necip Fazıl oldu. Hasta yatağındaki annesinin “Senin şair olmanı ne kadar isterdim” demesi üzerine şair olmaya karar verdiğini anlatır.
İleri yıllarda, Nazım Hikmet’ten iki yıl sonra girdiği ve Yahya Kemal, Aksekili Ahmet Hamdi, Hamdullah Suphi, İbrahim Akşî gibi hocalardan ders aldığı bu okuldan söz ederken “Ne oldumsa bu mektepte oldum!” diyecektir. 1921 yılında Darülfünun Felsefe Bölümü’ne girmiştir. Kısakürek’in ilk şiirleri bu dönemde yayınlanmaya başlamıştır. Çevresi dönemin ünlü edebiyatçıları ile çevrilidir. Bunlardan, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Yakup Kadri, Nazım Hikmet ilk planda söylenebilecek isimlerdir. Necip Fazıl aralarındaki en genç isimdir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer ve Peyami Safa yakın arkadaşlarıdır.
Bu dönemi, O ve Ben adlı otobiyografik eserinde şöyle anlatır:
“Yayınlanmış ilk şiirimden başlayarak, artık dünyada beni tanımayan tek kişi kalmadığını, kahvede, sokaklarda, salonlarda hep beni konuştuklarını sanıyordum… Herkes cüce bense dev…”
1924’te mezun olur. Hükümetin sağladığı bursla Paris’e Sorbone Üniversitesi’ne gitmeye hak kazanır. Burada ünlü sezgici ve mistik filozof Henri Bergson’la tanıştı. O yılları kendisinden dinleyelim:
“Kadını, kumarı, içkisi, bohem hayatı, şüpheci felsefesi, sara nöbetleri içinde sanatı; çözmeye çalıştıkça dolaşan ve büsbütün meseleleriyle Paris… Kabus şehrindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslami edebim manidir.”
Necip Fazıl Kısakürek, 1927 tarihli Otel Odaları şiirini oğlu Mehmet Kısakürek’in verdiği bilgiye göre Paris’te yazmıştır.
“Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.
Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aynalarında, küflü aynalarında.
Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,
Kırık masalarında, kırık masalarında.
Bir sırrı sürüklüyor, terlikler tıpır tıpır,
İzbe sofalarında, izbe sofalarında.
Atıyor sızıların, çıplak duvarda nabzı,
Çivi yaralarında, çivi yaralarında.
Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,
Tavan aralarında, tavan aralarında.
Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,
Otel odalarında, otel odalarında!…”
1 yıl sonra Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı. Kumar tutkusunu bu yıllarda kazanmıştı. Önce Felemenk Bahr-i Sefid Bankası’nda işe başladı. Ardından Osmanlı Bankası’nın Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı. 1925’te ilk şiir kitabı Örümcek Ağı yayınlanmıştır. Şiirlerde çoğunlukla melankolik bir ruh hali gözlemlenmektedir. Yine bu dönemde aralarında Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Ahmet Kutsi, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Abidin Dino, Pertev Naili, Peyami Sefa, Eşref Şefik, Fikret Adil, Mesut Cemil, Elif Naci, İbrahim Çallı’nın da olduğu entelektüeller grubuna katıldı.
Fikret Adil’in Asmalımescit 74 kitabında da anlattığı bohem hayatın içine daldı. Yaşantısına, kumar, içki ve kadın, Beyza Hanım diye kodlanan kokainin katılması da bu yıllarda oldu. Bu konuyu Babıali kitabında anlatacaktır. Bu hayat onu, 1934 yılına kadar tamamen, sonra da kısmen bir süre daha etkileyecektir. Kadın Bacakları şiiri o döneme ait bir şiiridir.
“Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var,
kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar,
gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.
Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
gözlerinden ziyade bacaklarına yakın,
bir lisandır onların duruşu, bükülüşü,
kadınlar! onlar varken konuşmayınız sakın.
İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe
bacakların ruhudur şekil veren diyorum
bacakları bir kalın örtüde saklı diye
mermerde kalbi çarpan venüs’ü sevmiyorum.”
Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1937), Künye (1939), Para (1942) gibi tiyatro eserleri devlet tiyatrolarında sahnelendi. 1928 yılında Kaldırımlar adlı ikinci şiir kitabı bu yıllarda yayınlandı.
“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar”
Devrin en tanınmış kalemlerinden Yakup Kadri, onu bir deha olarak tanıtır. Edebiyat tarihçisi İsmail Habib, Edebi Yeniliğimiz’de onun his ve hayal yüksekliğine hiçbir şairin çıkmamış olduğunu kaydeder. Nurullah Ataç, onu yarına kalacak tek şair olarak gösterir. Yaşar Nabi ondan, bir mısrası bir millete şeref verecek şair diye bahseder.
1933’te yayımlanan Ben ve Ötesi, 3. şiir kitabıdır. Kimseyi beğenmemesiyle bilinen Ahmet Haşim “Çocuk bu sesi nereden buldun” diyerek hayranlığını belirtmiştir.
Necip Fazıl, İstanbul’da 1934 yılında bu bohem hayatına devam edip, (kendi tabiriyle) hafakanlar, bunalım ve buhranlar içinde yaşarken bir akşam, çalıştığı bankadan çıkar, vapura biner. Beylerbeyi’ne, evine gitmektedir. Vapurda devamlı ona bakan bir adamla tanışır. Sohbet etmeye başlarlar, sohbette söz dönüp dolaşıp tasavvufa gelir. Necip Fazıl bu garip adama derdini açıp, “Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı? Böyle birini tanıyor musunuz?” diye sorar. Adam da ona Beyoğlu Ağa Camii’nde cumaları ders veren Abdülhakim Arvasi’yi tavsiye eder. Necip Fazıl, kendi ifadesiyle, bu Hızır tavırlı adamı ömrü boyunca bir daha görmez.
Bu olaydan bir süre sonra Necip Fazıl, ressam arkadaşı Abidin Dino ile beraber Beyoğlu Ağa Camii’ne gidip, Abdülhakim Arvasi ile tanışırlar. O, onları Eyüp’e evine de davet eder. Arvasi ile evinde yapılan sohbeti buhran gecesi olarak adlandırdı. Daha sonraki günlerde Arvasi kendisine “Keşke bu kadar zeki olmasaydın!” der. Arvasi’nin etkisini ise Mürşid şiirinde şöyle anlatır:
“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”
Tasavvufi muhasebe duygusu onun şiirlerinin de kaynağı oldu. 1958 yılında yazdığı Aynalar Yolumu Kesti şiirinde olduğu gibi…
“Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?
Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.”
“Tam otuz üç yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”
1974’te bütün şiirlerini en sevdiği şiir olan Çile adı altında topladı. Ve bu eserde yer alanlar dışında hiçbir şiirin kendisine mal edilmeyeceğini ilan etti. Türk edebiyat tarihinin, en büyük şairlerinden biridir Necip Fazıl Kısakürek. Muhteşem şiirleri, farklı kuşakların dudaklarında tekrarlanırken şairini de yaşatıyor. Necip Fazıl şiirleriyle nefes alıyor hala.
Kaldirimlar Sairi Necip Fazil Kisakurek’in bilinmeyen yonlerinin de anlatildigi cok guzel bir yazi olmus!