Menu

James Joyce’nin Kitapları ve Hayatı



James Joyce, 2 Şubat 1882’de Dublin’in banliyölerinden Rathgar’da dünyaya geldi. Babası John Stanislaus (1849 – 1931) müsrifliğiyle meşhur bir memurdur. Annesi ise yetenekli bir piyanisttir. Çocukluğunda prestijli bir Cizvit koleji olan Clongowes Wood College’a yazılır, ama para sıkıntıları yüzünden buradaki eğitimi uzun sürmez. Sevilen bir çocuk olmasına rağmen huysuz bir yapıya sahiptir. Babası “Jim ne isterse onu okur” der ve özel harcamalarını kısar, o parayla kitap alır oğluna.

james joyce

James Joyce’nin çocukluğu

james joyce

1888, James Joyce, Dedesi, Annesi ve Babasıyla

James Joyce Hayatı Ve Eserleri adlı kitabında İrlanda Edebiyatı üzerine otorite kabul edilen Richard Ellmann, hafızasının kuvvetli, şiirleri ezberleyebilen bir öğrenci, şarkı söylemeyi seven (şırıl şırıl, tatlı bir sesi olduğunu söylüyor Ellmann), piyano dersleri alan, tiyatro oyunlarında oynamaktan zevk alan bir çocuk olduğu gibi aynı zamanda iyi bir koşucu olduğunu yazıyor. Ellmann kitabında, 19. yüzyıl sonlarında yayımlanıp da James Joyce’un okumadığı önemli bir kitap olamayacağını da iddia ediyor.

james joyce

University College Dublin, 1902

Kardeşinin hatıraları arasında bulunmuş görünüşe aldanmamak ile ilgili bir ödevde, daha ilkokula giden Joyce’nin yazdıkları 20. yüzyılın en büyük İrlandalı yazarlarından biri olacağını gösterir nitelikte.

“Bir yaz günü sıcak gün ışığı altında bakıldığında deniz, güz güneşinin solgun kehribar pırıltısındaki mavi gök, gözü okşar ama doğayı oluşturan elementlerin vahşi öfkesi kargaşanın uyumsuzluğunu uyandırdığında, manzara birden nasıl değişir, köpürüp taşan okyanus güneşte gülümseyen, neşeyle sıçrayan denizden ne kadar farklıdır artık. Ama görünüşün kaypakça olduğuna dair en iyi örnekler insan ve talihtir.”

Richard Ellmann kitabında, James Joyce’un dış görünüşüne önem veren, poz vermeyi seven, farklı şapkalar, farklı takımlar giymeyi, saçını, sakalını, değiştirmeyi ihmal etmeyen biri olduğunu yazıyor.

Dublin’deki University College’de felsefe ve modern diller okur. 1900’de, henüz üniversite öğrencisiyken Ibsen’in bir oyunu üzerine kaleme aldığı uzunca yazı Fortnightly Review Dergisi’nde yayımlanır ve Ibsen’in dikkatini çeker. Üniversiteden 1902 yılında mezun olduktan sonra doktor olma düşüncesiyle Paris’e gider, ancak ertesi yıl annesini kaybedince İrlanda’ya döner. 1904’te sonradan eşi olacak Nora Barnacle (1884 – 1951) ile tanışır, birlikte Dublin’den ayrılırlar. Joyce, Pula ve Trieste’de dil okullarında çalışır. Roma’da banka veznedarlığı yapar.

Ellmann şöyle diyor: “Joyce hem zorunlu hem keyfi bir gezgindi. Yaşamı bir yerde yeterince karmaşa içine girince onu çözmek yerine başka bir yere gitmeyi tercih etti, böylece olay üzerine olay yaşamış oluyordu.”

james joyce nora barnacle

James Joyce, Nora Barnacle

James Joyce’un şair yönü az bilinir, oysa 1907’de ilk yayımlanan kitabı Chamber Music (Oda Müziği) isimli şiir kitabıdır. Bu kitabında lirik şiirler yer alır. Çok iyi şarkı söyleyebilen Joyce, 36 şiirden oluşan kitabına bu adı vererek şiirlerin müzikal özelliklerini öne çıkarır. Şiirler aşktaki tensel şehvetle duygusallığı birleştirebilmesiyle de ilgi çekicidir. Ancak Joyce, yıllar sonra bu şiirlerin yayımlanmış olmasından utanç duyduğunu söyler.

Ürkek yıldız yükseldiğinde gökyüzünde
Öylesine mahcup, kederle
Dinle uykulu akşamda
Şarkı söyleyeni kapında
Çiyden daha yumuşaktır şarkısı
Ziyarete gelmiş seni

Ah artık dalma hayale
Akşam vakti o seni çağırırken
Dalma düşünceye: Kim olabilir bu diye,
Şarkısı yüreğime çöken?
Anla ki bu aşığın şarkısı
Benim akşam vakti çalan kapını

(Çeviri: Osman Çakmakçı)

james joyce

Nora Barnacle, kızları Lucia ve oğulları Giorgio

Joyce, 1904’ten 1907’ye kadar Dublinliler (Dubliners) kitabını yazar. Dublinliler’i tamamladıktan sonra, 1914’te yayımlanana kadar on beş kez reddedilir. “Kim daha embesil, onlar mı ben mi?” diye isyan eder. On beş hikayeden oluşan kitap, bütün hikayelerin ortak bir tema ve kurgusal bir sıralama gözetilerek yazılmış olması nedeniyle bir roman olarak algılanabilir. Hikayelerde yer alan kişi ve karakterlerden çok Dublin’in romanıdır bu. Zaten Joyce da ülkesinin ruhsal tarihinden kesitler vermeyi amaçladığını ve bunun için Dublin’i ele aldığını söylemiştir.

1909’da bir süreliğine Dublin’e döndüğünde karısı Nora’ya yazdığı mektupta “Sevgili aşkım, Dublin beni hasta, hasta, hasta ediyor. Başarısızlık, hınç ve mutsuzluk kenti. Ondan kurtulmaya can atıyorum” der.

james joyce

“Mağazadan ayrıldığına üzülüp de pek gözyaşı dökmeyecekti. Bilinmeyen uzak bir ülkede yeni yuvasında ise hiç de şimdiki gibi olmayacaktı. O zaman evli de olacaktı o işte, Evelin. İnsanlar kendisine saygılı davranacaklardı artık. Ona karşı bir zamanlar annesine yaptığı gibi davranılmayacaktı. Şimdi bile, on dokuzunu geçtiği halde, babasının zorbalığında kendisi için tehlike görüyordu ara sıra. O yürek çarpıntılarının falan hep bundan ileri geldiğini biliyordu. Büyürlerken, Harry’le Ernest’i aradığı gibi hiç ardına düşüp aramamıştı onu babası, çünkü bir kızdı o; ama daha sonraları onu korkutmaya ve ne yapacağını yalnız ölü annesinin anısı için söylemeye başlamıştı ona.” (Evelin, Dublinliler)

1916’da yayımlanan Sürgünler (Exiles), Joyce’nin tüm özelliklerini yansıtan, yazarın kendi yaşamından da izler taşıyan başarılı bir tiyatro eseridir. Ancak Joyce’u dünyaya büyük bir edebiyatçı olarak kabul ettiren eserlerinden biri değildir. Eser, Joyce’nin büyük Norveçli tiyatro yazarı Ibsen’in etkisi altındayken yazdığı, karakterlerin iç hesaplaşmalarını yoğun olarak ön plana çıkaran, suçluluk ve kuşkuculuk üzerine kurulmuş bir yapıttır. Bu, tek oyunun başına koyduğu ithaf, aslında Joyce’un nasıl bir dünyası olduğunu özetliyor: “Hayatımın ilk gerçek eserini, kendi ruhuma adıyorum.”

“Senin için yaraladım özümü, hiçbir zaman iyileşemeyecek derin bir kuşku yarası. Hiç öğrenemeyeceğim, bu dünyada hiçbir zaman. Öğrenmek ya da inanmak da istemiyorum… Hem bir süredir bitkinim Bertha. Yaram yiyip bitiriyor beni.”

james joyce nora barnacle

Nora Barnacle ve James Joyce

Joyce, görme yetisini yavaş yavaş kaybetmeye başlar. 1920’li yılların ortalarında artık tek gözü görmez. Ama Joyce’un huysuzluğu, evrilerek yaratıcı bir inada dönüşür, zira hiçbir göz doktoru onu engelleyemez. Yazmış olduklarına kıpkırmızı gözleriyle bakarak, büyük bir tutkuyla, inatla satır aralarına, kenar boşluklarına yazmaya devam eder.

Otobiyografik romanı Stephen Hero’yu değiştirerek hikayeleştirdiği Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (A Portrait of the Artist as a Young Man), 1916 yılında yayımlandı. Roman, James Joyce’un çocukluk yıllarına geri dönüp, genç bir sanatçının Cizvitlerin katı disiplininden kurtulup kendini keşfetme ve gerçek bir erişkin olma serüvenine dair bir otobiyografidir. Özgür düşünce ve bağımsızlık, ülkesi İrlanda’nın kurtuluşu ile özdeşleşir.

“Politikanın ne demek olduğunu bilmemek, evrenin nerede bittiğini bilmemek onu üzüyordu. Kendini küçük ve zayıf buldu. Ne zaman şiirdeki, söz sanatındaki çocuklar gibi olabilecekti acaba? Büyük sesleri, büyük pabuçları vardı, hem de trigonometri okuyorlardı. O zaman daha çok uzaktaydı. Önce tatil sonra öbür sömestr sonra gene tatil sonra bir sömestr daha sonra da gene tatil. Trenin tünelden girişi, çıkışı gibiydi, kulaklarını açıp kaparken çocukların yemekhanede yemek yiyişi gibiydi. Sömestr, tatil; tünel dışarı, ses, sus. Ne kadar uzaktı! En iyisi yatıp uyumaktı. Ama önce kilisede dua, sonra yatak. Titredi, esnedi. Çarşaflar biraz ısındıktan sonra yatak pek güzel olacak.”

james joyce

1924, James Joyce, Nora Barnacle ve kızları Lucia, oğulları Giorgio

1917’de Ulysses’i yazmaya başlar ve eser henüz tamamlanmadan, Amerika’da Little Review Dergisi’nde tefrika edilirken New York Kötü Alışkanlıkları Önleme Kurumu’nun şikayeti üzerine yayından kaldırılmıştır. Savaş sona erdikten sonra önce Trieste’ye, daha sonra yirmi yıl boyu yaşayacağı Paris’e yerleşir. Ulysses, 1922 yılında Paris’te İngilizce olarak kitap halinde yayımlanır. Joyce, Ulysses için “İçine öyle bulmacalar, öyle muammalar kattım ki akademisyenler yıllarca ne demek istediğimi tartışıp duracaklar, ki bu da ölümsüzlüğümü kesinleştirmenin tek yolu” demiştir.

sweny eczanesi

Ulysses romanında detaylı bir şekilde tasvir edilen Dublin’deki Sweny’s Eczanesi, günümüzde de kitapta tasvir edildiği şekilde yaşıyor.

Ulysses, aslında Homeros’un Odessa eserinin kahramanının ismidir ve zaten kitapta da Homeros’un bu romanıyla birçok paralellik kuruluyor. James Joyce’un bilinç akışı tekniğiyle yazmış olduğu Ulysses romanı en zor okunan kitapların ilk sırasındadır. Metni daha anlaşılır kılmak için, dipnotlar konulmuş, ancak metni okumak için ayıracağınız zamanın bir o kadarını da dipnotları okumak için harcayabilirsiniz. Bunun yanı sıra Joyce’nin türettiği yeni kelimelerin varlığı ve bunları Türkçe’ye çevirirken uygun kelime bulunmakta zorlanılması da, kitabın okunma ve anlaşılma sürecini daha da uzatmaktadır.

james joyce nora barnacle 1931

James Joyce, Nora Barnacle, 1931

Ulysses yayımlandığında her ne kadar okurlardan çok güzel tepkiler, kutlamalar alsa da, onu eleştirenler de çok. Örneğin kardeşi, Joyce’un yazdıklarının deli saçması olduğunu düşünürken, zamanın büyük İngiliz yazarı H.G. Wells, Joyce’a yazdığı mektupta “Beni tipik ortalama bir okur olarak ele al. Bu eserden büyük bir zevk alır mıyım? Hayır.” diye yüklenir Joyce’a.

“Stephen’’ın bakmakta olduğu merdiven başından denize doğru uzanan ormanların gölgesi sabah sessizliğinde uslu uslu kımıldandı. Kıyıda da, açıkta da su ayna gibi aklaştı, tez canlı ayakların hafif tepmeleriyle depreşti. Karanlık denizin aydınlık koynu. İkişer ikişer kucaklaşan vurgular. Harp tellerini kucaklaşan akorları kaynaştırarak çalan bir el. Kabaran denizin karanlığında titreşen karınmış dalgaakı sözcükler.”

james joyce ve kizi

James Joyce, kızı Lucia ile

James Joyce, Ulysses’ı yazdıktan sonra on yedi yılı aşan bir uğraş sonucu 1939’da yayımlanan Finnegan Uyanması’nı (Finnegans Wake) edebiyat dünyasına sunduğunda büyük tartışmalara yol açar. İngilizce yazılmış en zor eserlerden biri kabul edilen, hemen her türlü konu, anlatım ve karakter kalıbını kırarak deyim yerindeyse çığır açan bu eser, ilk parçası yayınlandığından bu yana akademisyenlerin ve eleştirmenlerin çalışmalarına konu olmaya, üzerine yazılmış sayısız kitapla edebiyat alanında gündem yaratmaya devam etmektedir.

James Joyce, “Ulysses gündüzün, Finnegans Wake gecenin kitabı” der. Kitap, adını bir İrlanda baladından alır, romanın konusunun da bu baladdan esinlendiği söylenir. Romanın büyük bir kısmını arkadaşı yazar Samuel Beckett’e dikte ederek yazmıştır.

“Aşk ozanı Bay Tristram daha, Kuzey Armorika’dan kalkıp güvertesinde patlayan dalgalarla kanalı geçip, Küçürek Evropa’nın bu sıska kıstağını kasıktıdarına katayazmak için, yine yeniden ayak basacakmışken: ne daha ummanın akıntılarıyla sürüklenen kıdemli bıçkıcıların taşakları, Laurens Kentinde mumbraları duble götüren kıtıpiyozların gözlerinde büyümüşken: ne de topatrağın bağrından asasıyla ateş çıkartanın yalazlarının çıtırtısı, mişem mışım dolananı da taftiz edileni de iman ile körüklemişken.”

James Joyce, dünyanın en güzel ve basit ruhu olarak tanımlar Nora Barnacle’ı. Evliliğe karşıdır, bu nedenle (belki de) ancak 1931’de evlenir. Dublin’e döndüğü yıllarda Nora ve çocuklar Trieste’de beklerken, Joyce ümitsizliğe, karamsarlığa kapılır. Dublin’den tiksinmesi, Nora’ya duyduğu özlem olarak yansır mektuplarına. Duyduğu arzuyu tutkuyla yazar ki, kimi mektupları şaşırtıcı cümlelerle doludur, sınırları zorlar.

james joyce ve torunu

James Joyce ve Torunu Stephen James, 1934

Joyce, genel olarak ideolojiden beslenen bir edebiyatçı olarak değerlendirilemez. Elbette İrlanda milliyetçiliği, İrlandalı olmak veya Katolik olmak gibi konularda sözü olan, eserlerinde dosdoğru üzerine eğildiği temalar var, ancak sosyalizm ve Joyce dediğimizde sanki bir mesafe söz konusu. Richard Ellmann’ın yorumuna göre kilisenin politikaya hükmetmesini engellemek için sosyalizmi istiyor. Kardeşine yazdığı bir mektupta sistemi sorgularken, “Ben neden sevdiğimi bir avukat ya da papaza götürüp yemin ettirmek zorundayım” diyor. Ya da sosyalizm geldiğinde kendisi gibi sanatçılara bir çeşit para yardımı yapılabilecek diye umutlanıyor.

james joyce 1934

1934

1936 Ağustos’unda, Fransa’nın kuzeybatısında, Normandiya kıyısındaki Villers-sur-Mer kasabasından dört yaşındaki torunu Stephen’a yazdığı bir mektupta ona bir hikaye anlatır. Fransız halk masallarından ilham alan bu hikaye, insanın ruhunu şeytana satması temasını ele alır. Mektup, ilk kez 1957’de Stuart Gilbert’ın yayımladığı Letters of James Joyce (James Joyce’un Mektupları) adlı kitapta yer alır. Daha sonra birkaç yayınevi resimleterek bir çocuk kitabına dönüştürür mektupta anlatılan masalı.

Stephen Joyce’a
10 Ağustos 1936
Villers s/Mer

Sevgili Stevie’ciğim,
Birkaç gün evvel sana şekerlemelerle dolu bir kedi göndermiştim, ama tahminimce sen Beaugency kedisinin hikayesini bilmezsin. Beaugency, Fransa’nın en uzun ırmağı olan Loire’nin kıyısında mini minnacık eski bir kasaba. Loire ise uzun olmakla kalmayıp aynı zamanda son derece geniş bir ırmak, en azından Fransa standartlarına göre geniş sayılıyor. Beaugency’nin olduğu yerde ırmak öylesine genişliyor ki eğer sen bir kıyısından öbürüne ulaşmak istersen en aşağı bin adım atman gerekir.

james joyce

1941 yılında ülser delinmesi geçiren Joyce, 13 Ocak günü elli sekiz yaşında hayata gözlerini yumar. Zürih Hayvanat Bahçesi yakınlarındaki Fluntern Mezarlığı’na defnedilir. İsviçreli tenor Max Meili naaşının başında Monteverdi’nin L’Orfeo operasından Addio terra, addio cielo’yu (Elveda yeryüzü, elveda gökyüzü) okur.

Kaynak
Richard Ellmann – James Joyce Hayatı ve Eserleri, James Joyce – Sürgünler James Joyce’u AnlamakDublin Beni Hasta EdiyorDublinlilerUlysses ve Tutunamayanlar’ın Karşılaştırmalı İncelemesiJames Joyce – Finnegan Uyanması


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir