Menu

Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek



Bu yazı, Ayfer Tunç’un 2001 yılında yayımlanan Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek, 70’li Yıllarda Hayatımız kitabından alınmıştır.

Haberli habersiz, eli boş-dolu, erken ya da geç gelse de, gelip beş dakika oturup gitse de, yatıya kalsa da, baş köşeye kurulup gitmek bilmese de misafir kutsaldı. Haberli gelen, ev halkının önemsediği kişiler, evlerin yasak bölgesi olan misafir odalarına alınırlardı. Bunlar apartman düzenine geçilmeden önce evin mutfakla oturma odasından küçük, diğer odalarından büyük olan, evin en iyi döşenmiş odasıydı. Misafir gelmedikçe kapısı açılmaz, kışın sobası yakılmazdı. Apartman düzenine geçildikten sonra evin en iyi bölümü olan salonlar misafir odası olarak kullanıldı, kapıları yine kapalı tutuldu.

bir maniniz yoksa annemler size gelecek

Çeşit çeşit misafirlik vardı. Kadınlar arasında yapılan kabul günleri, akşam oturmaları, yatılı misafirlikler, yemek misafirlikleri… Hepsinin kendine göre bir adabı, uyulması gereken kuralları vardı. Kabul günlerinin kendine özgü kuralları daha belirgindi, ama yıllarla birlikte niteliği en çok değişen misafirlik türü oldu. 70’lerde kabul günleri kadınlar arasında herhangi bir özel amaç taşımadan yapılan ziyaretlerdi. Ancak zamanla dehşetli değişimlere uğradı, ticari bir nitelik kazandı, klasik misafirlik ve ev sahipliği anlayışını yıkarak önce altın gününe, sonra dövizin daha karlı bir yatırım aracı olmasıyla birlikte dolar ve mark gününe dönüştü.

Gündelik oturmalar kabul günlerinden farklı bir misafirlik türüydü. Teklifsiz gidilmeyen bir komşuya ve uzun zamandır ziyaret edilmemiş bir ahbaba gitmek üzere birkaç kadın sözleşirler, ev sahibine haber vermek üzere bir çocuk gönderirlerdi. Çocuğa ne diyeceği iyice belletilirdi. Çocuk annesinin ve diğer teyzelerin gitmek istedikleri kadının kapısını çalar, tam öğretildiği şekilde “Bir maniniz yoksa annemler size gelecek” derdi. Böyle durumlarda aslolan ev sahibinin çocuğa “Buyursunlar!” demesiydi.

bir maniniz yoksa annemler size gelecek

Kadınlar arasında bir misafirlik jargonu vardı. Oğlu ya da kızı evlenmiş bir kadına Allah mesut etsine, oğlu askere veya uzak bir yere giden kadına Allah kavuştursuna, doğum yapmış kadına veya annesine göz aydınına, ziyaret edilecek olan kadın yeni bir ev almış da taşınmışsa güle güle oturuna gidilir. Bu ziyaretlerin adı, hasta ziyaret edilecekse geçmiş olsuna, gidilecek kişi bir yakınını kaybetmişse başsağlığına gitmek olurdu.

Haberli ya da habersiz gelsin, tüm misafirlere yapılacak ikramın ve ağırlamanın bir sırası ve adabı vardı. 70’li yıllarda orta-üst sınıflarda bile eve ayakkabıyla girilmezdi. Bu nedenle gelen misafire hemen terlik verilir, her evde misafir terliği bulundurulurdu. Gelen misafir, misafir odasına alınır, yer gösterilir, oturtulur ve hatır sorma seremonisi başlardı. Çocuklar dahil, herkese tek tek hatır sorma şart olduğu için, nasılsınız faslı epeyce uzun sürer, herkes kibarca cevaplarını verirdi.

bir maniniz yoksa annemler size gelecek

Sonra havadan sudan konuşmalar yapılır, ardından misafirlere kolonya dökülürdü. Bütün evlerde limon kolonyası bulundurulur, beş dakikalığına uğramış kişilere bile mutlaka kolonya dökülürdü. Kolonyayı şeker tutma izlerdi. Açgözlülük çok ayıptı, bu nedenle tutulan şekerden bir tane alınırdı. Evde bir kız çocuğu veya genç kız varken, kolonya-şeker ikramını annenin yapması hoş karşılanmazdı. Anne bu ikramı bir türlü akıl edemeyen kızına “Hadi kızım misafirlere kolonya dök” diyerek, kızının fikirsizliğini ve havailiğini açık etmek istemez, kızına bakıp kaş göz oynatmaktan bir hal olurdu.

Kolonya ve şekerden sonra sıra kahveye gelirdi. Ama kahve ikram etmenin de bir zamanı vardı. Erken ikram edilen kahve, “Kahveni içtin, kalk git” demeye gelir, geç kalan kahve de misafir önemsenmiyor anlamı taşırdı. Bu nedenle, makul bir süre beklendikten sonra “Kahvenizi nasıl içersiniz?” diye sorulurdu. Kahveden sonra biraz vakit geçer ve mutfaktan çay hazırlığı sesleri gelirdi. Çayı kuru kuru, yanında bir şey olmadan ikram etmek de ev sahipliğine sığmayan davranışlardandı. Hele misafir geleceğini haber vermiş de, bir kuru çay içmişse, bu o eve bir daha gelmeme sebebi bile olabilirdi. Misafir habersiz bile gelmiş olsa çocuk bakkala gönderilir, kaymaklı bisküvi, tuzlu çubuk veya fırından taze simit aldırılır, bu da yapılamıyorsa ekmek kızartılır, yanında biraz peynirle ikram edilirdi. O yılların gelenek ve anlayışına göre, misafir gittiği evden karnı tok çıkmak zorundaydı.

bir maniniz yoksa annemler size gelecek

Çay ikramının da yolu yordamı vardı. Birçok evde misafirler için alınmış kesme çay bardakları, porselen, metal, hatta gümüş çay tabakları, çay kaşıkları, porselen pasta tabakları bulunurdu. Misafirlere tüketim yıllarına geçişle birlikte kağıda dönüşen kumaş peçete verilir, ardından içinde maşasıyla şekerlik, çayın yanında ikram edilecek yiyecekler, sonra da dantel örtü serilmiş bir tepside çay gelirdi. 70’lerin başlarında çayla birlikte incecik kesilmiş limon dilimleri de servis edilirdi. Bunun için küçük limon çatalları kullanılırdı, hatta bunlar pasta takımı denilen küçük çatal bıçak ve çay kaşığı takımlarına dahil olurdu. 70’lerin sonlarına doğru bu zarif ikram ortadan kalktı, birçok çocuk evi karıştırırken bir kenara atılmış limon çatallarını buldu.

Yiyeceklerden biraz daha alınması konusunda ısrar etmek ev sahibinin göreviydi. Bu anlayış zamanla yerini “Kendinizi evinizde gibi hissedin” anlayışına dönüşünce, herkes tabağındakilerin tümünü bitirmekle kalmayıp, yeniden doldurmaya alıştı. Misafiri pastaneden alınmış yiyeceklerle ağırlamak, “Siz zahmet etmeye değmezsiniz” anlamına gelir ve çok ayıplanırdı. Ev kıyafetiyle misafir karşılanmaz, misafir de özensiz bir giyimle ziyarete gidemezdi. Misafirin yanında baş köşe geçilip oturulmaz, en iyi köşe misafirlere verilirdi. İkram toplulukta bulunan en yaşlı kişiden başlardı.


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir