Menu

Geçmişten Günümüze İnsan Hakları Bildirgeleri



Tarihsel bir olgu olarak insan hakları, ahlak, felsefe, dil, din, hukuk ve kültür gibi birçok gelişmeleri içermektedir. Tarihsel süreç boyunca hak ve özgürlük düşüncesi günümüze kadar süregelmiştir.

İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence altına alınması için verilen mücadeleler neticesinde günümüze kadar sayısız özgürlük bildirgesi yayınlanmıştır.

Hammurabi Kanunları (M.Ö. 1776)

M.Ö. 1792 – 1750 yılları arasında hüküm süren Babil’in altıncı ve en büyük hükümdarı Hammurabi’nin kanunları, bir prolog (ön söz) ve epilog (son söz) ile 282 maddelik kanun metnini içeren üç bölümden oluşmaktadır.

M.Ö. yaklaşık 1776 yılında kaleme alınan, insanlık tarihinin bilinen en eski insan hakları bildirgesi Hammurabi Kanunları’dır. Dünyanın ilk metropolisi (başkent) olan Babil kralı Hammurabi’nin adıyla anılan bu kanunlar, bir yönetici tarafından halka ilan edilen en eski kanun olarak bilinmektedir. Bütün ağır suçların ölümle cezalandırıldığı bu kanunlarda yer alan önemli bazı düzenlemeler arasında kana kan göze göz misilleme ilkesi, baktığı davalarda hata yapan hakimlerin görevden uzaklaştırılıp ağır para cezasına çarptırılmaları, yalan şahitlik yapanın ölümle cezalandırılması, suçlanan kişilerin suçsuzluklarını ispat etmeleri amacıyla Fırat’a atılmaları ve kişilerin toplumdaki statülerine göre farklı cezalara çarptırılmaları gibi oldukça ağır bazı hukuki müeyyideler göze çarpmaktadır. Her ne kadar bu yaptırımlar günümüzde geçerli evrensel hukuk ilkelerine uygun olmasa da, Hammurabi kanunlarında yer alan pek çok ilke insan haklarına önem vermesi açısından önem taşımaktadır.

“Bir adam, bir kadın alır da kadın hastalığa yakalanırsa ve adam ikinci bir kadın almak isterse hastalığa yakalanan karısını boşayamaz; bunun yerine onu inşa ettiği bir eve yerleştirir ve yaşadığı sürece ona yardım eder.”

Hammurabi Kanunlarının yazılı olduğu stel

 Hammurabi Kanunlarının yazılı olduğu stel

Medine Sözleşmesi (622)

Sözleşme, Hz. Muhammed’in Medine’ye geldiğinde şehrin siyasi, sosyokültürel açılardan gerçekliğini yerinde ve iyi tespit ederek, söz konusu problemleri çözmek amacıyla sürdürdüğü çalışmaların bir ürünüdür. Hz. Muhammed ve sahabilerin yönetici kademesinde olduğu Medine Sözleşmesi, aynı zamanda bir şehir devleti için tasarlanmış anayasadır; İslam’ın evrensel kurallarını da ihtiva eder.

Medine’de yaşayan topluluğun savunma, kanun koyma, yardımlaşma, adalet işleri, savaş hukuku gibi işlerini düzenler. Medine’de uygulamaya konan vesika, bunda imzası bulunan herkese garanti ettiği dini hürriyet, haklar ve ödevlerde tanıdığı eşitlik itibariyle bir Medine vatandaşlığı statüsü de ortaya koymuştur. Bu vesikaya muhalefet ve vesikayı ihlale yönelik atılan her adım, vatandaşlıktan mahrumiyete sebebi sayılmıştır.

Medine Sözleşmesi, Mekke’den Medine’ye hicret eden ve muhacir olarak adlandırılan Müslümanlar, kendilerine ensar denilen Medineli Müslümanlar, Medineli putperest Araplar ve Medine’de hem hakim durumda hem de ticareti ellerinde bulunduran Yahudiler arasında yapılır.

“Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir. Biri bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mesuliyet altına sokar. Aksi halde haksızlık olacaktır. Allah bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir.”

Veda Hutbesi (632)

Hz. Muhammed’in, hicretten sonra yaptığı ilk ve tek haccı Veda Haccı olarak adlandırılır. O, bu haccı esnasında Arafat başta olmak üzere değişik zemin ve zamanlarda hitabelerde bulunmuştur. Bu konuşmalar daha sonra Veda Hutbesi başlığı altında toplanmıştır. Veda Hutbesi’nde, sınıf ve ırk farkı gözetmeksizin bütün inananların eşitliği, kişisel üstünlüğün sadece takvada olması, insan hayatının, malının ve tüm varlıkların şerefinin korunması, kan davalarına ve adaletin kişisel olarak aranmasına son verilmesi, kadınlara iyi davranılması vb. konular yer alır.

Ey İnsanlar. Rabbınız birdir, babanız birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Allah yanında en değerliniz ona en çok saygı göstereninizdir. Arap’ın Arap olmayana “Allah’a saygı” ölçüsünden başka bir üstünlüğü yoktur.”

Magna Charta (Carta) Sözleşmesi

Magna Charta (Carta) Sözleşmesi

Magna Charta (Carta) Sözleşmesi (15 Haziran 1215)

Batı dünyasında özgürlük mücadeleleri neticesinde yayınlanan ilk bildirge, 15 Haziran 1215 tarihli Magna Charta Libertatum’dur. Magna Carta, Latince “Büyük Sözleşme”, Magna Carta Libertatum ise “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” anlamına gelir. Günümüze kadar geçen süre içinde önemini hiç kaybetmediği gibi, zamanla değişik anlamlar elde etmiş, canlılığını koruyabilmiş ve yalnız Anglosakson dünyası için değil, bütün hür dünya için önem taşıyan değerli bir belge niteliği de kazanmıştır.
Bu bildirge, İngiltere Kralı John’un yetkilerinin sınırlandırılması ve yetkilerin bir kısmının baronlara verilmesi amacı ile yayınlanmıştır. Bu belge ile baronlar, İngiliz Kralı yurtsuz lakaplı John’un (babası kendisine toprak bağışlamadığı için) yetkilerini sınırlandırmayı ve bazı özgürlüklere sahip olmayı başarabilmişlerdir. Bildirge içerisinde yer alan şu ifadelerden de bunu anlamak mümkündür: “Özgürlüklerin bizim ve varislerimiz için ebediyen, kesin ve değişmez bir mülk olduğunu, krallığımızın bütün özgür kişilerine kabul ettirdik.”
Şekil bakımından zamanın diğer fermanlarından ayırıcı hiçbir özelliği bulunmayan Magna Carta’ya taşıdığı fikirler bakımından gerçek değerini kazandıran iki büyük özelliği vardır. Bunlardan ilki, diğer Orta Çağ fermanları gibi belirli toplum sınıflarının, kilisenin, baronların veya tüccarın değil, krallığın bütün hür kişilerinin hak ve hürriyetlerini tanımasıdır. Bu hak ve hürriyetler çok geniş tutulmuş ve İngiliz Orta Çağ hukukunun büyük bir bölümünü kapsamıştır. İkinci önemli özellik ise, fermanın kralın da bu hak ve hürriyetler çerçevesinde bağlı bulunduğunu teyit etmesidir.
“Kendi zümresinden olanlar ya da ülkenin ilgili yasalarına uygun olarak verilen bir karar olmadıkça hiçbir özgür kişi tutuklanamaz, hapse atılamaz, mal ve mülkü elinden alınamaz, sürgüne yollanamaz ya da herhangi bir biçimde kötü muameleye maruz bırakılamaz.”

Augsburg Din Barışı ve Hoşgörü Bildirgesi (25 Eylül 1555)

Savaşan Katolikler ile Lutherci prensler arasında barışı sağlamak için Augsburg’da, 1555 yılında bir toplantı yapılır. Buraya Saksonya Dükü Johann, Brandenburg Hudut Kontu Georg, Lüneburg Dükü Ernest, Hesse Eyalet Kontu Philipp, Saksonya Dükü Hans Friedrich, Lüneburg Dükü Francis, Anhalt Prensi Wolf, Nürnberg Senatosu ve Şehir Başkanı ile Reutlingen Senatosu katılır. Augsburg Barışı olarak bilinen anlaşma ile bazı prensler ve şehirlerin temsilcileri tarafından Augsburg Meclisi’nde Emperyal Majesteleri V. Karl’a bir bildirge verirler. O dönemde, Almanya ve Avrupa’nın başka önemli bölgeleri küçük prensliklere ve bağımsız şehirlere bölünmüş durumda olduğundan, prensler ve şehirler toplantıda temsil edilir.
Katolik Kilisesi tarafından aforoz edilen keşiş Martin Luther ekolünü benimseyenler ile Katolikler arasında 25 Eylül 1555 tarihinde imzalanan Augsburg Din Barışı ve Hoşgörü Bildirgesi’nde, kralın dini neyse ülkesinin dini de odur formülü benimsenir. Her krala kendi topraklarının dinini belirleme yetkisi verilir. Yapılan antlaşma ile yarım yüzyılı aşan bir süre boyunca Roma-Germen İmparatorluğu’nda çatışmasız bir ortam yaratılmış ve barış sağlanmıştır.
“Hiçbir zümre bir diğerini ya da uyruklarını, belli bir dine girmeleri için zorlamamalı, baskı uygulamamalı, ya da efendilerine ve amirlerine karşı korumamalı, kollamamalı ve herhangi bir biçimde savunmamalıdır.”

Hollanda Bağımsızlık Bildirgesi (26 Temmuz 1581)

Hollanda Bağımsızlık Bildirgesi, günümüzdeki Hollanda ve Belçika topraklarını barındıran Low Countries bölgesindeki bağımsızlık savaşı sonrasında ilan edilir. Bildirgeden önce bölge İspanya’nın kontrolü altında iken, Hollanda bazı siyasi ayrıcalıklar elde etse de, bu ayrıcalıkların İspanya tarafından ihlal edilmesi üzerine halk ayaklanır. Kalvinizmin hızla yayılması ve kral tarafından baskı ve şiddetin artırılması üzerine halk lider olarak William of Orange’ı seçer. İngiltere ve Fransa, Hollanda krallığını destekler. Vestfalya Antlaşması ile birlikte, İspanya ve diğer ülkeler Hollanda’nın bağımsızlığını tanır. Vestfalya Antlaşması’na kadar süren Hollanda bağımsızlık savaşı, seksen yıl savaşları olarak bilinir.

26 Temmuz 1581 tarihinde ilan edilen Hollanda Bağımsızlık Bildirgesi’ne göre, kral, halk içindir ve halka karşı sorumludur. Kralın halka karşı sorumluluğunu yerine getirmemesi durumunda yetkileri halk tarafından alınacak ve yeni bir kral seçilecektir. Bildirge metni daha önceki metinlerin ve yaşanan olayların etkisi ile demokratik anlayışın gelişmesini sağlayan hukuki metinlerdendir.

“Halk prens için değil, tersine prens halk için yaratılmıştır; çünkü halk olmasa prens de olmazdı. Prens uyruklarını hak ve adalete uyarak yönetmeli, onları bir baba evlatlarını nasıl severse öyle sevmeli, bir çoban sürüsünü nasıl güderse, aynen öyle bağlılıkla gütmelidir.”

Nantes Fermanı

Nantes Fermanı (13 Nisan 1598)

XVII. yüzyılda Fransız monarşisinin sloganı: Tek din, tek yasa ve tek kral idi. Bunun gereği olarak, ülke içinde ikinci bir din ya da mezhebe tahammül söz konusu değildi. Bu bakımdan Fransız İhtilali’ne kadar Fransız ulusunun dinsel birlikten kopmasına olanak yoktu. Bu bağlamda, IV. Henri’nin 13 Nisan 1598’deki Nantes Fermanı, Protestanlara birtakım hak ve özgürlükler verir. Tek bir dine dayalı ulusal Fransız kimliğinin yok sayılması yoluyla yaratılan uzlaşma ortamı, 1685’de XIV. Louis tarafından gerçekleştirilen Fontainebleau Fermanı’nın, Protestanlığı yasa dışı ilan etmesiyle sona erer.

Fontainebleau Fermanı’nda, Protestanlara tanınan hakların geri alındığı, reform yanlısı her türlü dinsel etkinliklerin yasaklandığı, Katolik mezhebine geçmeyen din adamlarının 15 günlük süre içinde kürek mahkumu olarak sürgüne gönderileceği, Protestanların birer Katolik olarak vaftiz edileceği ve çocukların Katolik dinine göre yetiştirilmelerinin zorunlu olduğu, yurt dışına kaçmış olan Protestanların dört aylık süre içinde ülkeye dönmemeleri halinde mallarına el konulacağı ve Protestanların yurt dışına göç etmeleri halinde erkeklerin kürek cezasıyla, kadınların hapis cezasıyla cezalandırılacakları hususlarına yer verilir.

“Tüm uyruklarımıza, hangi zümre ve dereceden olurlarsa olsunlar, adı geçen dinin yandaşlarının çocuklarını, ebeveynlerinin rızası olmadan zorla olmayı ve bu çocukları Katolik, havari yuna ve Roma kiliselerinde vaftiz ettirip, kutsamalarını yasaklıyoruz.”

Mayflower Sözleşmesi (11 Kasım 1620)

1620 Eylül’ünde Plymouth limanından yola çıkan Mayflower adlı gemide 67’si İngiliz, 35’i Hollandalı olan Protestan bulunur. O dönemde Avrupa’daki Protestanlara yönelik baskı ve katliamlardan kaçarak, “Yeni Dünya” adı verilen Amerika’da kendilerine yeni bir hayat kurma düşüncesindedirler. Gemi, 65 gün sonra Kuzey Amerika sahillerine ulaşır. Fırtına ve dev dalgalarla boğuşan gemide, 2 kişi hayatını kaybeder, hamile bir kadın ise yolculuk sırasında doğum yapar. Jamestown’ın kuzeyinde, planlanan noktanın uzağına sürüklenen gemi, Cod Burnu adlı körfeze demirlemek zorunda kalır. Yolcuların bir kısmının bulundukları bölgeye itiraz etmesi üzerine tartışma başlar. Tartışmanın büyümesinin ardından gruptaki 41 kişi bir araya gelir ve yaklaşık bir hafta süren toplantının ardından Mayflower Sözleşmesi imzalanır. İşte bu sözleşme ABD’de ortaya çıkan ilk genel hukuk metinlerinden biridir ve bugünkü ABD Anayasası’nın şekillenmesinde ilham kaynağı olan çalışmalardandır.

“Ülkemizin ve Kralımızın şerefi, Hristiyanlık inancının ilerlemesi ve Tanrı’nın zaferi için ant içerek Virginia’nın kuzey kısmındaki ilk koloniyi kurmak için seyahate çıkmayı, bu vaatlerimizi tek başımıza ya da karşılıklı olarak Tanrı’nın huzurunda yerine getirmeyi, dirlik ve düzenimiz için ve yukarıda bahsedilen amaçların yerine getirilmesi için sivil bir örgüt çatısı altında bir araya gelmeyi, adil ve eşit kanunları, emirleri ve anayasaları koloninin genel çıkarlarına uygun olacak bir şekilde çıkarmayı bütün alçak gönüllülük ve itaatimizle vaat ediyoruz.”

İngiliz Haklar Bildirgesi (Petition of Rights) (7 Haziran 1628)

7 Haziran 1628’de İngiltere Kralı I. Charles, parlamento ile girdiği mücadeleyi kaybederek parlamentonun isteklerini belirleyen Haklar Dilekçesi’ni (Petition of Rights) kabul etmek zorunda kalır. Kralın parlamentonun onayı olmaksızın vergi toplamak istemesi, Fransa’ya karşı sürdürdüğü savaşı kaybetmesi ve kendi isteklerini kabul ettirmek için parlamentoyu iki kez dağıtması, kral ve parlamentonun kıyasıya bir mücadele içine girmesi ve bu mücadeleden parlamentonun başarıyla çıkması üzerinde etkili olmuştur.

Parlamento, krala karşı mali konularda tavizkâr tutum sergilese de, bunun karşılılığında Petition of Rights’ı kabul ettirebilmiştir. Petition of Rights, Magna Carta hükümleri ışığında, o dönemin güncel sorunlarına çözüm getirilmesine katkıda bulunmuştur. Bu bildirge ile Magna Carta’nın ilk kez dile getirdiği haklar krala tekrar hatırlatılmış ve kabul ettirilmiştir. Petition of Rights, İngiltere’nin günümüzde güçlü bir parlamentoya sahip olmasının yolunu açan önemli bir belgedir.

“Kral III. Edward’ın hükümdarlığının 28. yılında, parlamento yetkisinin onayı alınarak, hangi zümre ve dereceden olursa olsun, kimsenin mülkünden ya da kiraladığı topraktan uzaklaştırılamayacağı, tutuklanamayacağı, mirastan iskat ettirilemeyeceği ve yasal bir dava içerisinde hesap verme olanağını elde etmeden idam edilemeyeceği de emir ve ilan edilmişti.”

İngiliz Haklar Bildirgesi

İngiltere’nin Özgür Halkının İlk Anlaşması, Birinci Leveller Bildirgesi (1647)

Leveller, İngiliz iç savaşı dönemindeki bir siyasi hareketti. İç savaşın ilk döneminde çok etkili olan hareket, halk ve yeni ordu askerleri tarafından desteklenir. Ardından insan haklarına ilişkin kabul edilmiş olan önemli evrensel belgelerden biri olarak kabul edilen, İngiltere’nin Özgür Halkının İlk Anlaşması, Birinci Leveller Bildirgesi 1647 yılında ilan edilir. 1648-1649 yılları arasında Moderate adlı bir gazete çıkartan hareket bildiri ve manifestolarla siyaset yapan ilk hareketlerdendir.

“Yürürlükte olan ya da yürürlüğe girecek kanunlara herkes aynı ölçüde tabidir ve makam, mal ve mülk, sınıf, doğum ya da yer gibi hiçbir vasıf başkalarının tabi olduğu olağan dava muameleleri sürecinde hiçbir kişiye muafiyet sağlayamaz.”

İngiltere’nin Özgür Halkının Anlaşması (Leveller Sonuç Bildirgesi) (1 Mayıs 1649)

Leveller üyeleri tarafından yazılan Agreement of the People adlı bu manifestoda, halk egemenliğini, genel genişletilmiş oy hakkı, kanun önünde eşitlik ve dini hoşgörü istekleri dile getirilmiştir. Leveller Sonuç Bildirgesi, Leveller hareketinin anayasal programının resmi bir özeti olarak değerlendirilebilir. Bildirge oy verme hakkını ve her yıl toplanması öngörülen parlamento ile ilgili reformları belirlemektedir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında katı bir güçler ayrılığı ilkesi oluşturmak, halkın taleplerine cevap verebilmeleri için yöneticilerin güçlerini sınırlamak, parlamento üyeleri ve kamu dairelerinde rotasyon ilkesini uygulamak önerilmektedir. Tekeller, üretim, satış ve tüketim vergileri, hukuki reformlar yasal düzenlemeye tabi kılınırken, dini tolerans konusu da önemini korumaktadır. Kıyafetlerine yerleştirdikleri yeşil kurdela ile kendisini ifade eden grup üyeleri, Kral I. Charles’ın idamının ardından diğer muhaliflerle beraber tasfiye edilir. 1650 yılına gelindiğinde etkisi, rejimi tehdit açısından önemsiz hale gelir.

“Son kralın üçüncü yılında ilan edilen ve yürürlüğe giren Haklar Dilekçesi’nde yer alan, canımızın, bedenimizin, özgürlüklerimizin, mal ve mülklerimizin emniyetini ve güvenliğini sağlayanların korunması.”

Habeas Corpus Bildirgesi (1679)

Monarşinin yeniden kurulmasından sonra II. Charles’a parlamento tarafından, kişilerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, kişileri keyfi tutuklamalardan koruyan Habeas Corpus adında önemli bir belge kabul ettirilir. Buna göre kral tarafından tutuklanan bir kişi, vatana ihanet durumu ayrık olmak üzere, herhangi bir yargı organına baş vurarak yargılanmasını isteyebilecektir. Habeas Corpus etkisini Amerika’ya göç eden İngilizlerle birlikte ABD’ye taşınır. 7 Eylül 1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Anayasası, kamu yararı gereğince isyan ve işgal dışında Habeas Corpus güvencesinin hiçbir biçimde kaldırılamayacağını kabul eder.

“Ve tutukluyu ya da gözaltında bulundurulan kişiyi, bizzat Lordkanzler’in ya da o gün için Lord mührünü taşıyan kişinin önüne ya da sözü edilen celp emrinin verildiği mahkemenin yargıçlarının ya da baronlarının ya da celp emrinde belirtilen kişi ya da kişilerin önüne çıkaracaklar ya da çıkmalarını sağlayacaklardır. Ve eğer bu sözü edilen durumdaki kişilerin tutuklanmaları, böyle bir mahkemenin ya da bir yetkili kişinin ikamet ettiği ya da edeceği yerden ya da yerlerden 20 mil uzakta ise, tutuklamanın gerçek nedenleri de hiç vakit kaybetmeden tasdik ettirilecektir. Bu tasdik, 20 milden uzak ve 100 milden yakın yerler için 10 gün içinde, 100 milden uzak yerler içinse 20 gün içinde ve bu zaman sınırını kesinlikle aşmadan yerine getirilecektir.”

Habeus Corpus

İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi (Bill of Rights) (1689)

1689 yılında parlamento ile kral arasında bir anlaşma niteliğinde olan ve yasaların üstünlüğünü savunup özel yetkili yargı organları kurma hakkını ortadan kaldıran Bill of Rights kabul edilir. Bu yasa, kişisel hak ve özgürlüklerin korunması amacını gütmekte, yurttaşlara krala dilekçe verme hakkı tanımakta ve bu yüzden yurttaşların tutuklanmaları mümkün olmamaktadır. Bill of Rights, siyasi rejimin işleyişi açısından önemli yenilikler getirmekte ve yargılama usullerinden, parlamentonun toplanmasına, daimi ordu tahsisinden, düşünce özgürlüğüne kadar çok sayıda konuyu içermektedir.

“Konuşma özgürlüğü vardır; parlamentodaki tartışmalar ve görüşmeler, parlamentodan başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu yapılmamalıdır.”

Pul Kanunu Kongresi Bildirgesi (19 Ekim 1765)

İngiltere, koloniler için katlandığı mali yükümlülüğü azaltmaya ve İngiliz ticaretini korumaya yönelik önlemler alır. 1764 yılında Sugar Act ile şarap, çivit ve kahve üzerine gümrük vergileri koyar. Ardından kolonilerden satın alma tekeline sahip olacağı malların listesini genişletir ve İngiltere’nin aracılığı olmadan kolonilerin herhangi bir ürününün dış ülkelere ihraç edebilmesi imkansız hale gelir.

1765  yılında yürürlüğe koyduğu Stamp Act ile kolonilerde bulunan daimi ordunun masraflarını kolonilerden alınacak dahili vergilerle karşılama yoluna gider. Koloni halkı, vergilerin ancak halkın temsilcileri vasıtasıyla konulabileceğini belirtirler. İngiliz parlamentosunda temsil edilmediklerinden, kolonilere yeni vergiler yüklemesinin temsilsiz vergileme anlamına geldiği iddiasında bulunurlar ve İngiliz parlamentosunun kararını reddederler. Bazı koloni tüccarları, İngiliz mallarını boykot kararı alır; bu durum kısa sürede etkili olur. İngiliz tüccarları Stamp Act’ın kaldırılması hususunda parlamentoya baskı yapar.

Patrick Henry’nin harekete geçirdiği Virginia Temsilciler Meclisi, Amerikalıların onayı olmadan yeni vergilerin konulmasının kolonilerin özgürlüklerini yok ettiğini ileri sürerek kınama kararı çıkarır. Temsilciler Meclisi, Virginialıların, İngilizlerle aynı haklara sahip olduklarını ilan eder. Massachusetts Meclisi, tüm kolonileri Ekim 1765’te New York’ta toplanarak, Amerika’nın ilk bağımsızlık sinyalini veren Pul Yasası Kongresi’ne temsilci göndermeye çağırır. Dokuz koloniden gelen yirmi yedi temsilcinin katıldığı Pul Kanunu Kongresi, parlamentonun Amerika işlerine karışmasını önleyerek bir kamuoyu oluşturur.

“Parlamentonun çıkardığı son birkaç kanun ile getirilen vergiler, bu kolonilerdeki sıkıntı verici koşullar açısından, son derece külfetli ve eziyet vericidir ve madeni para kıtlığından dolayı ödenmeleri mümkün değildir.”

Kolonilerin İlk Kongre Bildirgesi (14 Ekim 1774)

Britanya Parlamentosu, Amerika’da yaşayan halkları yönetme hakkına sahip olduğunu iddia ederek birçok konuda doğrudan yasalarla, bazen de hileyle kolonilerin için çeşitli vergiler ihdas eder. Bahriye mahkemesinin vergileri toplamakla ilgili yetkilerinin yanında, ülkedeki çeşitli organlar arasında ortaya çıkan davalarla ilgili yetkilerini de artırır. Yargıçları maaş açısından hükümdara bağımlı kılar. VIII. Henry’nin saltanatında, parlamentoda alınan bir karar ile koloniciler İngiltere’ye götürülür; vatan hainliği, görevi suistimal ve çeşitli ihanet suçlamaları ile yargılanırlar. Meclis sıklıkla feshedilir; halkın hakları dikkate alınmaz; meselelerin çözümü için krallığa vatandaşlar tarafından sunulan dilekçeler sürekli olarak bakanlar tarafından hakir görülür. Kolonilerde yaşayan insanlar, parlamento ve yönetimin keyfi uygulamaları karşısında, dinlerinin, kanunlarının ve özgürlüklerinin ortadan kalkmaması için, Philadelphia’da büyük kongrede toplanmak ve karar vermek üzere temsilcileri seçer ve tayin ederler. 14 Ekim 1774’te, Kolonilerin İlk Kongre Bildirgesi yayınlanır.

“Bu kolonilere ilk olarak yerleşen atalarımız ana vatandan göç ettikleri zaman İngiltere’de olduğu gibi özgür vatandaşların bütün hak, özgürlük ve imtiyazlarına sahiptiler.”

John Trull

John Trumbull, Declaration of Independence, 1819

Virginia İnsan Hakları Bildirgesi (12 Haziran 1776)

1776 yılında, Amerika’nın Virginia eyaletinde yaşayan halk temsilcilerinin ilan ettiği Virginia İnsan Hakları Bildirisi, demokrasi ve insan haklarının gelişmesi konusunda tüm dünyada olumlu gelişmelere yol açması nedeniyle büyük bir önem taşır. Bu bildiri, Virginia halkının eksiksiz ve özgürce bir araya gelen temsilcileri tarafından ilan edilen bir haklar bildirisidir. Bu haklar, Virginia halkı ve gelecek kuşakları için yönetimlerinin temeli ve hukuki dayanağı olacaktır.

“Tüm insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. Doğar doğmaz edindikleri belli bazı hakları vardır; siyasal bir topluluk kurdukları zaman, hiçbir antlaşmayla gelecek nesilleri bu haklardan yoksun bırakamaz, onları bu haklardan vazgeçmeleri için zorlayamazlar; yaşama ve özgürlük haklarıyla, mülk edinme ve sahip olma, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı da bunların arasındadır.”

ABD Bağımsızlık Bildirgesi (4 Temmuz 1776)

Thomas Jefferson’un en önemli ve ünlü  siyasal yazısı, dünya tarihine bağımsızlık bildirgesi olarak geçen bu açıklama 4 Temmuz 1776’da kongre tarafından onaylanır. Bildirge 13 koloninin, İngiltere’den koptuğunu açıklar. Temmuz 1776’da Amerika’da bulunan 13 İngiliz kolonisi, Bağımsızlık Bildirgesi’ne imza atarak İngiliz Krallığı’yla bağlarını tamamen koparır. Bağımsızlığın ilanından bir yıl önce başlayan Bağımsızlık Savaşı, 1783’te imzalanan Paris Anlaşması’yla sona erir; İngiltere Amerika’nın bağımsızlığını tanır.

“Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; yaradanları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunların arasındadır. Bu hakları güvence altına almak amacıyla, insanlar kendi aralarında yönetimler kurarlar; bu yönetimler gerçek güçlerini, yönetilenlerin onamasından alırlar; herhangi bir yönetim biçimi, bu hedeflere ulaşmada köstekleyici olmaya başladığında, bu yönetimi değiştirmek ya da düşünmek, yeni bir yönetim kurmak ve bu yeni yönetimin yetkilerini ve dayandığı temelleri, güvenlik ve mutluluklarını sağlayacağına en çok inandıkları bir biçimde düzenlemek ve kurmak, halkın hakkıdır.”

Northwest Kuralları (13 Temmuz 1787)

ABD, Ohio Nehri’nin kuzeybatısında, yönetmelik olarak adlandırılan Kuzeybatı Yönetmeliği (Northwest Kuralları) 13 Temmuz 1787’de kabul edilir. Belgede aşağıdaki üç ana hüküm belirlenmiştir:

1. Kuzeybatı topraklarının, üçten az veya beşten fazla devlete bölünmemesi, birliğe yeni bir devlet kabul etmek için atanmış bir vali, sekreter ve üç yargıç ilk aşamada karar verilmeli.

2. Bölge nüfusunun reşit olmuş beş bin özgür erkeği nüfusta görüldüğü ikinci aşamada, bir meclis ve oy kullanma yetkisi olmayan kongre delegesi seçilecek, nüfus 60.000’e ulaştığı üçüncü aşamada ise bir devlet anayasası hazırlanacak.

3. Dini özgürlüğü koruyan bir haklar listesi, Habeas Corpus’ta yazılan haklar, jüri tarafından yargılanmanın yararı ve diğer bireysel haklar. Bunun yanında yönetmelik, eğitimi teşvik eder ve köleliği yasaklar.

“Bu bölgede ne gönüllü kölelik ne de kölelik olamaz, aksi takdirde bu suçu işleyenler uygun bir şekilde cezalandırılacaklardır. Orijinal devletlerden herhangi birinde emeği ya da hizmeti üzerinde hak iddia edilen her hangi bir şahsın firar etmesi halinde bu firari üzerinde ancak hukuki yollardan hak talep edilebilir ve emeği ya da hizmeti üzerinde hak talep eden kişiye nakledilebilir.”

Fransız İnsan Hakları Bildirgesi (1)

Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (26 Ağustos 1789)

1789 Fransız Devrimi’nin yaygın şekilde Rousseaucu yaklaşımdan beslenmiş olduğu gerçeğine rağmen, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin beklenmedik surette Amerikan hak bildirgelerinin ve dolayısıyla Hollanda ve İngiltere deneyimlerinin izini takip ettiği görülür. Ulusal Meclis halinde toplanan Fransız halkı temsilcileri, toplumların uğradıkları felaketlerin ve yönetimlerin bozulmasının yegane nedeninin, insan haklarının bilinmemesi, unutulmuş olması ya da hor görülüp ciddiye alınmamasına bağlı olduğu görüşünden hareketle, insanın doğal, devredilemez ve kutsal haklarını resmi bir bildiri içinde açıklamaya karar verirler. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 29 Ağustos 1789’da Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilir. Bu bildirge 1791’de kabul edilen Fransız Anayasası’na önsöz olarak eklenir.

“Bir kimse, ancak yasanın belirlediği hallerde ve yasanın öngördüğü şekillere uyularak suçlanabilir, yakalanabilir ve tutuklanabilir. Keyfi emirler verilmesini isteyenler, keyfi emirler verenler, bunları uygulayanlar ya da uygulatanlar cezalandırılır. Ancak yasaya uygun olarak yakalanan, yasaya uymaya çağrılan her yurttaş anında itaat etmelidir, direnirse suçlu olur.”

Amerikan Haklar Bildirgesi (15 Aralık 1791)

ABD’de 17 Eylül 1787’de sonuçlanıp devletlerin onayına sunulan Anayasa, 21 Haziran 1788’de yürürlüğe girer. 1789’da da George Washington başkanlığında yeni hükümet yönetime başlar. Devlet içinde her biri eşit güçte ve birbirleriyle denge halinde bulundurulan üç ayrı yönetim mekanizmasının kurulması noktasında anlaşmaya varılır. Bunlar yasama, yürütme ve yargıyla ilgili bölümlerden ibaret olup uyumlu bir şekilde çalışmalarını mümkün kılacak şekilde birbirine uydurulmuş ve bağlanmış; fakat aynı zamanda hiçbir tarafın tam hakimiyeti ele geçiremeyeceği şeklinde de dengelenmiş olmaları gerekir. Hazırlanan anayasa iki meclisli bir yasama organı, federal bir yargı ve güçlü bir  yürütme organına dayanmaktadır.
1787’deki Anayasa Konvansiyonu, içerisinde ileride siyasi kutuplaşmalara yol açacak derinlikte görüş ayrılıkları barındırmaktaydı. Buradaki görüş ayrılığı, federalistler (merkezciler) ve anti-federalistler arasında gerçekleşmiştir. Federalistler, federal devletin federe devletlerden güçlü yetkilere sahip olması talebinden bulunmuştur. Anti-federalistlerse, federe devletlerin dış politika haricinde, yasam, yürütme ve yargı bağımsızlıklarını da korumaları gerektiği fikrini savunmuştur. Bu karşılıklı muhalefet, 1791’de Haklar Bildirgesi’nin kabulüne dek sürmüştür. Haklar bildirgesi, anayasa muhaliflerinin ve Anti-federalistlerin (Jefferson grubu) temel hakların anayasa içerisinde daha açık olarak korunması konusundaki ağır baskıları sonucu 1791 yılında kabul edilmiştir. İlk maddesinde kilise ve devlet arasındaki ayrım vurgulanmış, devletin dininin olamayacağı belirtilmiştir. Böylelikle vicdan özgürlüğü sağlamlaştırılmıştır.
Bildiride, ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, toplanma ve dilekçe özgürlüğünün kısıtlanması yasaklanmıştır. Mahkemelerde jüri sisteminin kabulü, aşırı cezaların yasaklanması, ölçülülük ilkesi gereğince, tanıkların mahkemeye çağrılması, aramaların hukuki olması gibi yargıyla ilgili bireysel özgürlükler ve adil yargılanma hakkı da düzenlenmiştir. Haklar bildirgesi olarak bilinen ilk on değişiklik, 15 Aralık 1791’de Amerikan Anayasası’nın bir parçası olur.

“İnsanların kendilerinin, evlerinin, işlerinin ve paralarının makul olmayan araştırma ve müsaderelere karşı emniyet içinde olma hakkı arama tezkeresi olmadan ihlal edilemez; ancak, özellikle araştırılacak yeri tarif eden bir yemin ya da yemin yerine geçebilecek  bir söz ile desteklenen makul bir sebep varsa kişiler alıkonulabilir ve müsadere yapılabilir.”

İspanyol Halkının Politik Anayasası (19 Mart 1812)

19 Mart 1812’de Yarımada Savaşı sırasında İspanya’nın Cádiz kentinde ilan edilen anayasadır. İspanya’nın bugünkü yönetim yapısının kökenini oluşturan anayasa, Napolyon modelinden esinlenerek oluşturulmuştur. Ülke il ve belediye gibi iki birimin varlığına dayanır. Anayasa ile Yasama organı olarak, Cádiz Cortes kurulur. Erkeklere seçme ve seçilme hakkı tanınır. Bunlarla birlikte ulusal egemenlik, basın özgürlüğü, toprak reformu ve serbest girişimin esasları kurumsallaştırılır. Bu anayasa, o dönemin en liberal anayasasıdır; kralın yetkileri azaltılır.

“Egemenlik esasen millete aittir ve bu nedenle temel kanunların oluşturulması hakkı da tamamen millete aittir.”

“Ulus, adil ve akılcı kanunları, sivil özgürlükleri, mülkiyeti ve kendisine mensup tüm bireylerin diğer haklarını korumak ve muhafaza etmek zorundadır.”

William Edward Kılburn fotoğrafı, Çartizm Hareketinin düzenlediği miting

William Edward Kilburn fotoğrafı, Çartizm Hareketi’nin düzenlediği miting

Halkın Sözleşmesi (Çartizm Bildirgesi) (1848) 

Çartizm Hareketi, İngiltere’de 1838-1850 yılları arasındaki dönemde siyasal reform taleplerinde bulunan işçi sınıfı hareketidir. Hareket, büyüklüğü ve tüm ülkede örgütlenmesi bakımından tarihsel önem taşımaktadır ve adını 1838 yılında yayınlanan altı maddelik People’s Charter bildirgesinden almaktadır. Tüm İngiltere’de destek bulan hareketin üyeleri, 1848 yılında taleplerini içeren dilekçeyi imzalayarak Avam Kamarası’na sunar; bu dilekçenin oluşturduğu siyasal hareketlilik sayesinde büyük kitlesel eylemler yaparlar. Hareketin eylemleri anayasal sınırlar içinde ve meşru temeldedir.

People’s Charter adı verilen demokratik talepler, 21 yaş üstündeki her erkeğin oy verme hakkı, oylamanın gizli olması, parlamento üyeliğinde eşitlik gibi haklar içermektedir. Çartizm Hareketi, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan toplumsal gelişmelerin sonucunda ortaya çıkar; büyük toplantılar ve gösteriler yapar; dilekçe talebinin reddedilmesi üzerine genel grevi örgütler. Askeri birliklerle hareketin etkisi kırılmaya çalışılır, 1848’den sonra ise gücünü yitirmeye başlar. Hareket açık bir programa sahip olmaması ve yönetim sorunları nedeniyle kalıcı olamaz; ancak İngiltere’de ve dünyanın işçi hareketleri arasında büyük yer tutar.

“Birleşik Krallık, mümkün olduğu kadar eşit sayıda sakinin yer aldığı, 200 seçim bölgesine bölünecek ve her bir seçim bölgesi Parlamento’ya bir temsilci gönderecektir.”

Alman Halkının Temel Hakları, Alman İmparatorluğu Anayasası (Bölüm VI) (1849)

1849’da Frankfurt’taki St. Paul’s Kilisesi’nde, Alman İmparatorluğu Anayasası (Verfassung des Deutschen Reiches), daha çok bilinen isimleriyle Frankfurt Anayasası veya Paulskirchenverfassung, imparatorluk altında birleşik bir Alman devleti oluşturmak için yapılmış başarısız bir anayasa girişimidir. 1871 yılında Otto von Bismarck tarafından yapılan başarılı Alman İmparatorluğu Anayasası’ndan ayırt etmek için daha yaygın olarak bu isimlerle anılır. Bu Anayasa, bütün Alman vatandaşlarına anayasa ile teminat alınan haklarının ihlali halinde İmparatorluk Mahkemesi’ne başvuru hakkı tanımaktaydı. Bu şekilde birleşik bir Alman İmparatorluğu, Alman Konfederasyonu halefi olarak, de facto (fiilen) olarak kurulur. Alman topraklarındaki prensler egemenliklerinden vazgeçmek istemez ve direnirler; bu nedenle Alman Konfederasyonu’nun bir yıl sonra restore edilmesiyle bu girişim başarısızlıkla sonuçlanır.

“Her Alman devleti bir anayasaya ve halkın temsiline sahiptir. Bakanlar halkın temsilcilerine karşı sorumludurlar. Halkın temsilcileri yasamada, vergilerde ve devlet bütçesinin tespitinde kesin olarak söz sahibidirler. Bunun yanı sıra bakanların mahkemeye sevk edilmesi, dilekçelerin kabul edilmesi ve kanunların önerilmesi haklarına da sahiptirler. (İki meclis vardır ve her bir meclis kendi haklarını ayrı ayrı kullanır). Millet meclisinin oturumları genellikle halka açıktır.”

Fransız İnsan Hakları Bildirgesi (2)

Emek Şövalyeleri’nin Anayasası (1878)

Emek Şövalyeleri’nin Anayasası 1878 yılında ilan edilmiştir. Emek Şövalyeleri’nin amacı, çalışanların haklarını savunmaktır. 1869 yılında ABD’de Philadelphia’da kurulan Emek Şövalyeleri, terziler tarafından kurulan bir oluşumdur; ilk toplantılarını 1878 yılında yaparlar. 1886 yılına kadar 700 bin civarında üyeye kavuşurlar; kısa zamanda başarılar elde ederler. Emek Şövalyeleri arasında her renkten ve türden terzi yer alır ve örgüt sanayi toplumu sonucunda gelişen demokratik ilkeleri destekler.

“Emek ve sermaye arasında eşitliği gözetmeyen tüm kanunların iptal edilmesi, adaletle ilgili haksız ayrıntıların, gecikmelerin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve madencilik, imalat ya da inşaat işleri ile uğraşanların sağlık koşullarını iyileştirmek için gerekli olan tedbirlerin kabul edilmesi.”

Erfurt Programı (Alman Sosyal Demokrat Partisi Programı) (20 Ekim 1891)

Alman Sosyal Demokrat İşçi Parti’sinin 1875 tarihli Gotha Programı’nın etkisiyle, II. Enternasyonal’da kapitalizmin bunalımlar sonucunda kaçınılmaz olarak çökeceği, bunun tarihin yasaları tarafından belirlenmiş olduğu düşüncesi genel kabul görür. 1891 yılında Erfurt Programı, Marksizmin bu ekonomik yorumunu daha ileri götürür. Programa göre, kapitalizm çökmeye yazgılıdır ve sosyalizm çok uzak olmayan bir gelecekte onun yerini alacaktır. Bu nedenle işçi sınıfının iktidarı zorla almak adına bir kalkışmaya gitmesine gerek yoktur; parlamenter demokrasi onun kaçınılmaz göreve hazırlanması için gerekli araçları sağlayacaktır.

“Parasız adalet ve hukuki yardım. Adaletin halk tarafından seçilmiş yargıçlar tarafından sağlanması. Ceza davalarında temyiz hakkı. Haksız yere haklarında dava açılan, tutuklanan ve mahkum edilen kişilere tazminat ödenmesi. Ölüm cezasının kaldırılması.”

Kaynak
İnsan Hakları Bildirgesi’nın Kısa Tarihi I: Milletler Cemiyeti’nden Birleşmiş MilletlereBirleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İnsan Haklarının KorunmasıHaklar Ve Özgürlükler Antolojisi – Coşkun Can Aktan


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir