Edebiyatımızdan Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Refik Halit Karay, Dünya Edebiyatı’ndan Jack London, Anton Çehov, Franz Kafka başta olmak üzere içerisinde köpek geçen öykü, roman ve şiirlerden etkileyici alıntılara göz atalım.
Zülfü Livaneli köşe yazılarını içeren Edebiyat Mutluluktur kitabında yer alan Edebiyatta Köpek Teması yazısında şöyle diyor: “Batı ülkelerinde hayvan adları hakaret anlamında pek kullanılmaz. Tam tersine İskandinav dillerindeki Björn (ayı) gibi, hayvandan gelen insan isimlerine çok sık rastlanır. Bizde de Aslan, Ceylan, Gazal, Şahin, Doğan gibi isimler var, ama hayvanlar arasında ayrım yapıldığı için bazı hayvan adları aşağı görülerek hakaret anlamında kullanılıyor. Bunların başında da şu güzel köpekler geliyor. Dünyada sadakati, koruyuculuğu ve sevimliliğiyle tanınan bu güzel yaratıklar, bizde çoğu zaman aşağılanıyor, insanlar birbirinin canını yakmak istediğinde köpek ve it kelimelerini kullanıyorlar.”
Edwin Henry Landseer, Saved, 1856
Otto Eerelman, A Collie and Her Puppies
Bu nefret ve aşağılama eski Türk kültüründe yoktur. Hatta köpek, şamanların yeraltına inerken bindiği kutsal bir hayvandır. Kırgız, Altay mitolojilerinde insanların köpekten türediği anlatılır. Edebiyatımızda içinde köpek geçen şiirler, genellikle hakaret amaçlı olarak yazılmıştır.
Benno Adam, Dogs and Whelps, 1853
Namık Kemal “Köpektir zevk alan sayyad-ı bi insafa (insafsız avcıya) hizmetten” demiştir. Bu alandaki en ünlü hiciv ise Nefi’ye ait. Tahir Paşa’nın kendisine kelp (köpek) dediğini duyan şair, temiz anlamına gelen tahir sözcüğünü kullanarak, kuşaktan kuşağa aktarılan şu harika dörtlüğü yazmış:
Bana Tahir efendi kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki benim mezhebim zira
Itikadımca kelp tahirdir.
(Tahir efendi bana köpek demiş, ama aslında iltifat ediyor. Çünkü benim mezhebim Maliki, inancımıza göre köpek temizdir, yani tahirdir.)
Henriette Ronner-Knip, A Dog and Her Puppies
Dünya Edebiyatı’nda ise köpekler çok sevilen, özlenen, ölümlerinde acı çekilen dostlar olarak genellikle olumlu şekilde yer alır. Anlatılarında köpeğe yer veren büyük yazarlar arasında Homeros (Odysseus’un köpeği Argos), Turgenyev, Proust, Bulgakov, Kafka, Çehov, Gertrude Stein, Rilke, Romain Gary anılabilir.
John Emms, Dogs Watching Bathers
“Bir ulusun büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara nasıl davrandıklarına bakarak anlaşılabilir” demiş Mahatma Gandhi.
Amerikan başkanlarından Woodrow Wilson “Köpek yüzünüze bakıp da yanınıza gelmiyorsa vicdanınızı kontrol edin” buyurmuş. En eğlencelisi ise eski ABD başkanlarından Truman’ın sözü: “Washington’da (yani politikanın merkezinde) gerçek bir dost istiyor musun? Bir köpek al!”
Carl Reichert, Seeing After The Pups
Franz Kafka, Bir Köpeğin Araştırmaları adlı eserinde yaşamı, deneyler ve araştırmalar yapan bir köpeğin gözünden anlatır. Kitapta köpek bir canlı türü gibi görünse de, aslında insanın insana, doğaya ve topluma yabancılaşmasını, kendi duygusal dünyasının süzgecinden geçirerek okuyucuya sunar.
“Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde hiçbir canlı türü biz köpekler kadar geniş bir coğrafyaya yayılmamıştır; hiçbirinde bu kadar farklılık, amaca uygun farklılaşma ve bir bakışta sayılamayacak kadar ayrım yoktur. Her şeye rağmen birbirine sımsıkı tutunmayı büyük bir yaşam ilkesi sayan biz köpekler, hemen her durumda bu ilkeye uygun hareket etmeyi başarmış durumdayız.” (Bir Köpeğin Araştırmaları, 1922)
George Stubbs, Ringwood, A Brocklesby Foxhound
Anton Çehov’un en sevilen, en hüzünlü öykülerinden birisi olan Küçük Köpekli Kadın herkesin iki ayrı hayatı olduğunu anlatır. Bunlardan biri açık, görünen hayatımızdır; diğeri, gözlerden uzak, gizlice akan hayatımız. Ve kader, içinde saklandığımız bu ikinci hayata sızmanın bir yolunu mutlaka bulur, bizim için anlam taşıyan, gerçekten önemli olan, vazgeçemeyeceğimiz her ne varsa getirip bu gizli hayatın karanlık sularına bırakır.
“Sahile yeni birisinin geldiği söylendi: Küçük köpeği olan bir hanımefendi. İki haftadan beri Yalta’da olan ve orada evi olan Dimitri Dimitriç Gurov, yeni gelenlerle ilgilenmeye başlamıştı. Verney salonunda otururken, kumral saçlı, orta boylu, bere takmış ve peşinde beyaz bir Pomeranya cinsi köpeğin koştuğu bir kadın gördü. Ve daha sonra pek çok kez kadına bahçelerde ve meydanda rastladı. Yalnız başına yürüyor, hep aynı bereyi giyiyordu ve yanında hep aynı beyaz köpek vardı. Kim olduğunu kimse bilmiyordu ve herkes ondan köpekli hanım diye söz ediyor. Gurov “Eğer kocası veya arkadaşları yoksa, yalnızsa onunla arkadaş olmak yanlış olmaz” diye düşündü” (Küçük Köpekli Kadın, 1899)
Carl Reichert, Dog Family
Jack London’ın unutulmaz romanlarından olan Beyaz Diş, hem bir kurdun hem de bir köpeğin kanını taşıyan bir kurdun hayatını anlatır.
“Geceleyin Tanrı eve döndüğünde Beyaz Diş onun parmaklarının dostça bir dokunuşu ya da bir selamlama sözü uğruna karların içinde kendine yaptığı sıcak yatağından kalkıp onu karşılıyordu. Tanrı’yla birlikte olmak, onu tarafından okşanmak ya da ona kasabaya kadar eşlik etmek için etten bile vazgeçmeye razıydı. Hoşlanmanın yerini sevgi almıştı. Ve benliğinde hoşlanmanın asla ulaşamadığı derinliklere salınan bir çeküldü sevgi. Ve buna yanıt olarak o derinliklerden yeni bir şey çıkmıştı: Sevgi. Kendisine sunulan şeye aynı şekilde karşılık veriyordu. Karşısındaki bir Tanrı’ydı, gerçekten bir sevgi Tanrısı’ydı.”
Arthur Wardle, Three Springer Heads
Köpeğimin adı Şeytan’dı,
(dı)’lık adıyla ilgili değil,
adına bir şey olmadı.
Adına benzemezdi de,
Şeytanlar zalim olur,
zalimler; yalancı kurnaz,
ama zalimler akıllı olmaz.
Köpeğim akıllıydı.
Biraz da ben öldürdüm köpeğimi,
bakmasını bilemedim.
Bakmasını bilemezsen ağaç bile dikme.
Elinde kuruyan ağaç dert olur adama.
Yüzmek suda öğrenilir diyeceksin.
Doğru.
Boğulursan
bir sen boğulursun ama.
Kaç sabahtır uyuyamıyorum,
dinliyorum ortalığı,
kapımı tırmalayan yok.
Ağlamak geliyor içimden,
ağlayamadığım için utanıyorum.
İnsan gibiydi.
Hayvanların çoğu insan gibidir,
hem de iyi insan gibi.
Kalın boynu kıldan inceydi dostluğun
buyruğunda.
Hürriyeti dişleri ile bacaklarındaydı,
nezaketi, tüylü uzun kuyruğunda.
Göresimiz gelirdi birbirimizi,
açlıktan tokluktan sevdalardan.
(Nazım Hikmet, 1956 Haziran)
Charles Burton Barber, A Special Pleader
“Köpeği omzuna almış gidiyordu. Köpek de, sokak çocuğu da pis değildi. Kirliydiler. Köpek iki aylıktı. Çocuk on yaşındaydı. Vakit de gece yarısı. Beyoğlu sabah olmak üzere olan bir ortaçağ şehrine benziyordu. Öyle bir ortaçağ şehri ki uyanır uyanmaz çırılçıplak esirler bir zafer arabasında harmanilere bürünmüş, kafasında bir zafer çelengi ile şehrin hâkimini çekecekler. Pöstekilere, zırhlara bürünmüş, altın gümüş işlemeli deri donlar giymiş, çevresi yarım metre gelen pazularla derebeyin aylıklı askerleri demir kapılı evlerden çığlık çığlığa kadınlar çıkaracak.” (Sait Faik Abasıyanık, Serseri Çocukla Köpek (Havuzbaşı), 1952)
George Stubbs British, Faddle, A Black And White Spaniel Belonging To Sir John Nelthorpe, 1792
“Hani bizimkine layığını bulmak da kolay olmadı. Hanımefendi soysuz köpekle istemem, huyu bozulur, dedi. Bütün köşkleri dolaştım, ona göresini buluncaya kadar canım çıktı…
– İpini elinde tuttuğu uzun beyaz tüylü, ince burunlu köpeği yanına çekerek devam etti.
– Ama bak! Kendisine layık, soylu bir hayvan. Duruşu bile kibar. Bizim beyefendi arkadaşın beyefendisiyle konuştular, münasip gördüler. Bir ben oraya götüreceğim, bir o bize getirecek. Parmaklıklı bahçe kapısını dirseğiyle itti, arkadaşına:
– Gel bakalım, birbirlerinden hazzedecekler mi? Nazlı bir gelin gibi süzüle süzüle yürüyen saçaklı, beyaz köpekle beraber içeri girdiler. Ah, ben hayvanları çok severim. Bütün canlı mahlukları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor. Ben karanlık şeylerden bahsetmek için dünyaya gelmemişim. İçim tatlı, sıcak, neşeli şeyler anlatmak isteğiyle yanıyor. Hele cümle alem bu köpeğin onda biri kadar rahata kavuşsun, bakın ben bir daha acı şeylerden söz açar mıyım!” (Sabahattin Ali, Bahtiyar Köpek (Sırça Köşk), 1947)
Olivier Charles de Penne, Hunting With Dogs On A Forest Path
“Köpekler, kendilerini seven insanları, daha uzaktan seziyorlar sanırım. Bir gece geç saatlerde, konuk olduğumuz bir dostumuzun evinden dönüyorduk. Hiçbir sevgi belirtisi göstermediği halde karımın arkasına bir sokak köpeği takıldı. Alışkın olduğu yerden uzaklaşmaması için hayvanı kovaladım. Kaçmadı. Yere yapıştı. Biz yürüyünce yine arkamızdan geldi. Taş atar gibi yaptım. Ne yaptıksa köpeği uzaklaştıramadık. Evimizin kapışma dek geldi. Biz bir apartmanın üçüncü katında otururuz. Ertesi sabah kapıyı açınca, gece arkamıza takılan köpeği, kapı önündeki paspasa yatmış bulduk. Sarı, iri bir sokak köpeğiydi. Kovduk, kovaladık, gitmedi.” (Aziz Nesin, Bobicik (Hayvan Deyip Geçme), 1973)
Arthur Wardle, A Family Affair
“Şehrin ana caddesindeki kuyumcu dükkânlarından birinin kaldırımı önünde bir köpek yavrusu ön ayakları üzerine uzanmış, acı acı sızlanıyor, arada başını iki yana çevirip, etrafını alan mahalle çocuklarına bakıyordu. Köpek yavrusunun iki ard ayağını az evvel, demir tekerlekli bir yük arabası ezmişti. Şimdi mafsallardan aşağısı pestile dönmüş, ayaklar yalnız bir deriyle bağlı, sarkıyor, ezikten boyuna kan sızıyordu. Arada boynunu büküyor, sesini yükselterek bir şeyler anlatmak istiyor, sesi ağırlaşıyor, yükseliyor, sonra yavaşçacık tükeniyordu. Etrafını alan mahalle çocuklanysa yaramaz ve haşindiler… Bunlardan Tatara benzeyen, basık burunlu birinin elinde bir değnek vardı. Şakıldaklı entarisinin parçalanmış sırtından eti görünüyordu. Yanında, paslı bir çember tutan çok zayıf oğlana “Ağlıyor ha!” dedi. Çok zayıf oğlan başını salladı.” (Orhan Kemal, Köpek Yavrusu (Ekmek Kavgası), 1949)
Thomas Garland, Four Puppies In A Haystack
“Dün gece eve dönerken köpekler arkamdan havladı. Bizim mahallenin köpekleri. Bir ikisi de peşime takıldı; adımlarımı sıklaştırdım. Daha önce onların böyle bir davranışıyla karşılaşmamıştım; korktum. Her zaman beni miskin gözlerle süzerlerdi; fakat aramızda bir gerginlik olduğunu da sezmiyor değildim. Yalnız ne var ki, uzun sürmüştü bu gerginlik; alışmıştım. Arkamdan yürümeye başladıkları zaman, havlayan köpek ısırmaz gibi, bana zayıf ve düşünülmesi utandırıcı gelen atasözlerinden birini hatırlamak zorunda kaldım. Köpekler yüzünden kendime karşı küçüldüm. Belki de bir rastlantıydı ama, tam bu sırada, birisi hakkında kötü şeyler düşünüyordum, onu içinden çıkamayacağı zor durumlara düşürerek dişlerimi gıcırdatıyordum. Hayır, köpekler bu gıcırtıyı duymuş olamazlardı. Belki de sessiz bir gıcırtıydı, manevi bir gıcırtıydı bu. Artık eski şakacılığımı da kaybetmiş olduğum için, şimdi hissettiğim istihzayı da duymuş olamazdım.” (Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken (Korkuyu Beklerken), 1975)
Edwin Henry Landseer, Quiz, 1839
“Bir kış akşamı eniştem işten dönerken çocukların yavru bir köpeği boynuna bağladıkları ipten tutup sürüklediklerini görmüş. Köpeği çocukların ellerinden almış. On beş-on altı yaşındaydım, odamda kitap okuyordum. Ablamın sesini duydum, sokmam eve, aldığın yere bırak diye bağırıyordu. Merak ettim, kapıya gittim. Ablamın köpekle göz göze geldiği âna tanık oldum. Köpek ölesiye umutsuz bakıyordu. Sanki ölmek nedir biliyordu. Ablam bu ölmeye hazır bakışın büyüklüğüne yenildi, köpeği birden kucakladı. Uğultulu bir sesle ağlayarak banyoya götürdü, küvete soktu, yıkadı. Sütte bisküvi ezdi, önüne koydu, hayvancık sütü içerken dönüp dönüp bize bakıyordu. Paçavra koyalım adını dedi sesi titreyerek, madem evimize pis bir paçavra gibi geldi. Ama hiç Paçavra diyemedik, Paçavra deyince gözlerindeki ölümcül umutsuzluğu hatırlıyorduk. Ertesi gün Paçi’yi sütünü bitirdikten sonra ablamların yatak odasındaki koyun postunun üstüne yatmış bulduk. Kucak arzusu duymuştu.” (Ayfer Tunç, Acı Lezzet (EvvelOtel), 2006)
Henriette Ronner-Knip, Dog With Puppies Sun
“Olmayacak bir ihtimale inanmıştı: Bu köpek de Osman’ın memleketinden nasılsa buralara düşmüştü; o da kendisi gibiydi, yurt hicranı çekiyor, yabancı toprağa alışamıyor, Şimdi dolaşıp yaşadığı yerdeki adamlara, havasına, suyuna, güzelliğine ısınamıyordu. Her şeyi garipsemişti, onun için böyle yılgın, kamburu çıkık, kuyruğu bacaklarının arasında, yaşlı gözlüydü.” (Refik Halit Karay, Köpek (Gurbet Hikayeleri), 1940)
Charles Burton Barber, Time To Wake Up, 1883
“Birden onu hissetmiş, başını hafifçe sağa doğru döndürdüğünde, yaşamın gizemini çözmüş bir köpeğin hüzünlü ve anlayan bakışı ile karşılaşmıştı. Çok yaşlı olduğu gözlerinden belliydi. Dili dışarıdaydı. Gövdesi soluğuyla sarsılıyordu. Seni anlamıştı. Acı çeken canlı böyle olur diyordu. Çünkü o da acı çekiyordu. Sen de ona, kendini artık tanımadığını söylemiştin. Sözcük kullanmamış, bütün bunları söylercesine bakmıştın. Gençliğinde, belki bir yazlıkçı terk etmişti bu köpeği. Her şeyi çoktan unutmuş olmasına, sokaklarda yaşamayı öğrenmiş olmasına karşın o da sana “Terk edilmenin ne olduğunu bilirim” der gibi bakmıştı. Arka ayaklarının üzerine güçlükle basabiliyordu. Bakışlarıyla acına alışırsın, onunla yaşamayı öğrenirsin, üzülme değmez demişti. Yaranın üzerine dilini şefkatle sürtüyordu. Ona Doç demiştin. Senin adın Doç. Gözlerini yummuştun, ağlamamak için kendini güç tutuyordun.” (Cemil Kavukçu, Doç (Düşkaçıran), 2011)
Charles Burton Barber, Girl With Dogs, 1893
blgn sessizşeklidir çığlıkseslenış saadet mutluluksa sevmek gizemli sözlerdir ss rfk
blgn Ahmet arifin hasretinden prangalar eskittimadlışiirini tiyatro dersiiçin videoya süsleyip şekillendirdik hayatı anlatıyor sözleri
blgn halaki seni unutamadım ss rfkcm