Menu

Anarşizm Nedir?



Anarşizm, günlük dilde başıboşluk, kuralsızlık, kargaşa, kaotik durum veya düzen karşıtı saldırı gibi olumsuz anlamıyla kullanılır. Eski Yunanca olumsuzluk öneki an ile kral, yönetici güç anlamına gelen arche kelimelerinin birleşmesinden oluşan, anarchos kelimesinden türemiş olan anarşi kelimesi, yöneticisi olmayan toplum yapısını tanımlamak için kullanılmıştır.

“Her kim ki otoriteyi yadsır ve ona karşı savaşırsa, o bir anarşisttir” diyordu Sébastien Faure. Tanımın basitliği çekici geliyor, ama anarşizmin tarihini yazarken kaçınmak gereken ilk şey basitliktir. Kamuoyunda bu kadar karışık bir şekilde anlaşılmış pek az doktrin ya da hareket vardır.

Faure’nin cümlesi en azından anarşizmin içinde bulunduğu alanı belirtir. Tüm anarşistler otoriteyi yadsır, birçoğu ona karşı savaşır. Ama otoriteyi yadsıyan ve ona karşı savaşan herkesi anarşist olarak adlandırmak mümkün değildir. Tarihsel olarak, anarşizm var olan toplumu eleştiren bir doktrindir, arzu edilen topluma ilişkin bir görüştür ve birinden diğerine geçmenin bir yoludur.

Düşünceye dayalı olmayan isyan, insanı anarşist yapmaz, dünyevi iktidarın felsefi ya da dinsel reddi de. Mistikler ve Stoacılar anarşi değil, başka bir krallık isterler. Tarihsel olarak anarşizm, insanı toplumla ilişkisi içinde ele alır. Nihai amacı her zaman toplumsal değişimdir.

Jacques Louis David, Le Serment du Jeu de Paume, Le 20 Juin 1789

Jacques-Louis David, Le Serment du Jeu de Paume, Le 20 Juin 1789

Anarşizm ve anarşist sözcükleri, çoğu zaman terörizmle eşanlamlı tutulur. Bu olumsuz anlamlandırma biçimi, dönemin egemen köleci toplum yapısına tehdit içeren bir tepki olarak Antik Grek uygarlığına kökenlenir. Örneğin Aristotales, anarşiden efendisiz, başıboş kölelerin kol gezdiği, yozlaşmış bir demokrasi anlamını çıkarır.

İnsanlık tarihinde anarşizmin ilkel izlerine ilk kez antik Çin uygarlığında rastlanır. Taoizm denilen mistik düşünce geleneğinde, anarşizmin kökleri anlamına gelebilecek otorite karşıtı bir öz olduğu varsayılır.

Anarşizmin antik kaynaklarından ikincisi, Budizm ve onun bir kolu olan Zen öğretisinde aranmıştır. Katı kast yapısı ile bilinen geleneksel Hint toplum yapısında doğan Budacılık’ın, ruhsal eşitlik anlayışı bağlamında, insanın doğasında eşitlik olduğunu ve bu eşitliğin bozulmasının kötülük anlamına geldiğini söylemesinin, nirvanaya ulaşma diye tanımladığı aydınlanma öğretisini tek başına bireyin iradesine bırakmasının, anarşizmin öngördüğü eşitlikçi-dayanışmacı birey kişiliği ile örtüşür.

Anarşizmin antik kaynaklarından üçüncüsü ve en önemlisi, Grek-Ege uygarlığının felsefi düşünce birikimidir. Özellikle Sokrates’in Atina şehir devletinin tanrılarına inanmama ve gençlerin ahlakını bozma gerekçesiyle suçlandığı, sonucunda ölüm cezası aldığı yargılamadaki otorite karşıtı meşhur savunması, bu anlamda anarşizmi haber veren bir belge olarak kabul edilmiştir.

Jacques-Louis David, The Death of Socrates, 1787

Jacques-Louis David, The Death of Socrates, 1787

İnsanın özgürlüğünü ve doğaya uyumlu yaşamını (Panteizm) temel ilkeler olarak benimseyen, mutluluğun dış koşullara bağlılıktan arındırılması gerektiğini ileri süren, Sokrates’in öğrencileri Aristippos ve Antisthenes tarafından oluşturulan Kinizm (Sinizm) ve Zenon’un adıyla anılan Stoa okulları, anarşizmin antik kökleri sayılmıştır.

Hristiyanlığın, gerek ortaya çıkış anında, gerekse Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya yayılımı sürecinde, başta Roma İmparatorluğu olmak üzere merkezi otoritelere karşı direnci ve Roma İmparatoru Justinianus tarafından resmi din ilan edilinceye dek geçen sürede varlığını cemaat içi dayanışma odaklı bir sivil toplum etkinliği olarak sürdürüşü, literatürde anarşizmin antik kaynaklarından bir başkası olarak kabul edilmiştir. Ortaçağ’a gelindiğinde kitleler üstünde ciddi bir baskı gücü kuran Katolik kilisesine koşulsuz bağlı hanedanların yönetimlerine karşı çıkan bazı mezhepler, bu otorite karşıtı Hristiyan inanç geleneğinin sürdürücüleri olmuştur. Hristiyan anarşizminin önemli bir temsilcisi, Hristiyan inancının özündeki bireyciliğin insanlığın kurtuluş yolu olduğunu savunan Tolstoy’dur.

Henry Singleton, The Storming of the Bastille

Henry Singleton, The Storming of the Bastille

Anarşi ve anarşist, ilk olarak 17. yüzyılda İngiliz İç Savaşı’nda Levellers ve Fransız Devrimi’nde Enrages (Öfkeliler) grupları için politik an­lamda kullanıldı. O dönemde, bu terimler genellikle sol görüşte olanlara o­lumsuz eleştiri, bazen de küfür yerine kullanılıyordu. Bir felsefe ekolü olan anarşizm ise, devletin otoritesini reddeden ve gönüllü kurumların insanın doğal toplumsal eğilimlerini ifade etmeye en uygun olduğunu öne süren sosyal bir felsefedir.

Anarşizmin bütün temel öğelerini içeren sistemleri kabataslak ortaya koyan ilk kişi, iyi bir eğitim görmüş ve manifaturacılık yapan Gerrard Winstanley’dir. Winstanley ve onun taraftarları, radikal bir Hristiyanlık’ın iç savaşı izleyen ekonomik sıkıntıya karşı kullanılmasını, ordunun yüksek rütbeli subaylarının kendilerini korumayı amaçlıyor gibi görünüp kendilerine mal ettikleri ayrıcalıkları ve eşitsizliği protesto ederler.

1649 – 1650 yıllarında Winstanley liderliğinde, işsiz emekçilerden ve topraksız köylülerden oluşan Kazıcılar (Diggers) grubu, Güney İngiltere’de kamu alanının bir bölümüne kanunsuz olarak yerleşir, malların paylaşımına ve tarımla uğraşmaya dayanan topluluklar oluşturmaya çalışır. Bu grup başarısız olur, ama Winstanley tarafından yazılan ve en önemlisi Dürüstlüğün Yeni Yasası (The New Law of Righteousness) olan broşürler serisi varlığını devam ettirir. Mantıklı bir Hristiyanlık savunucusu olan Winstanley, İsa’yı evrensel özgürlük ile eşit sayar ve her yerde otoritenin doğasının yozlaşma olduğunu ilan eder.

“Birlikte çalışın. Ekmeğinizi birlikte yiyin. Tüm bunları yurtdışına da duyurun. Şu sözler de onundur: “Efendiler ve yöneticiler olarak kendilerini diğerlerinden daha üstün bir konuma taşıyan kişi veya kişiler, yaratılış itibarıyla diğerleri ile kendisini eşit kabul etmeyenler bilmelidirler ki, Efendi’nin eli emekçinin üzerinde olacaktır. Benim efendi olarak daha önce size söylediklerimi yapın. Tüm bunları yurtdışına duyurun.” (Dürüstlüğün Yeni Yasası)

John Westbrooke Chandler, Portrait of William Godwin, 1798

John Westbrooke Chandler, Portrait of William Godwin, 1798

Anarşizmin daha özenle işlenmiş bir taslağı, her ne kadar hala isimsiz olsa da, 1793’te İngiliz düşünür William Godwin tarafından Siyasal Adalet Üzerine Soruşturma (Enquiry Concerning Political Justice) adlı eserinde ortaya konmuştur. Godwin, insanın özgür olması gerektiği sonucuna vararak özgürlüğün şartlarını öznelliğe bağlar. Şayet insanları kendine bağlamaya çalışan ve kendini mutlakiyet ile nitelendiren bir şey varsa, bu kesinlikle doğru değildir, reddedilmelidir. Eğer bir başka etken tarafından buna doğru bir zorlama varsa, bu da derhal bertaraf edilmelidir. Özgürlüğü umursuyorsak buna mecburuz. Godwin’in anarşi sözcüğünü hiç kullanmamasına ve kendini anarşist olarak adlandırmamasına rağmen, anarşist düşünürler arasında değerlendirilmesine ve anarşist düşüncenin ilkelerini ilk ve açıkça ortaya koyduğu iddiasına sebep olan da bu düşünceleridir.

“Ulusal eğitim düşüncesi zihnin doğasına kayıtsızlık içerisinde temellendirilmiştir. Bir insan kendisi için her ne yapmışsa iyi yapmıştır; komşuları ve ülkesinin onun için yapmayı üstlendiği şey de her ne ise kötü yapılmıştır. İnsanı kendisi için harekete geçmeye teşvik eden akıllılıktır. Öğrenmeyi arzuladığından dolayı öğrenen kişi, aldığı dersleri dinleyecek ve anlamlarını kavrayacaktır. Öğretmeyi arzuladığı için öğreten kişi ise, işini heves ve enerji ile yapacaktır. Fakat siyasal bir kurum, her insanı bir yere yerleştirmeyi üstlendiği anda, herkes işini sırtüstü yatarak ve ilgisizce yerine getirecektir. Üniversiteler ve pahalı kurumlar formal tekdüzelik için söylenegeldiği gibidir.” (Siyasal Adalet Üzerine Soruşturma)

Pozitif felsefenin kabul ettiği anarşizm tanımlamasının ilk kullanımının ise Pierre-Joseph Proudhon tarafından, 1840’ta Mülkiyet Nedir? (Qu’est-ce que la propriété?) adlı eserinde yapar. Burada o, kendini bir anarşist olarak tanımlar. Çünkü o, otoriteye dayanan siyasi organizasyonun, gönüllü sözleşmeye dayalı toplumsal ve ekonomik organizasyonla yer değiştirmesi gerektiğine inanır.

“Ordu besleyen, icraatlar yapan, memur geçindiren hükümetin harcamalarını karşılamak için vergi gerekir. Herkes masraflara katılırsa ne ala… Ama neden zengin fakir olandan daha çok ödesin? Bu adildir deniyor, çünkü zengin daha çoğuna sahip. Bu adaletten bir şey anlamadığımı itiraf edeyim. Niçin vergi ödenir? Herkesin doğal haklarından, özgürlük, eşitlik, emniyet ve mülkiyet haklarından yararlanabilmesini sağlamak için, devlette düzeni sürdürebilmek ve kamuya, faydalı ve keyifli olanaklar sunabilmek için. Öyleyse zenginin hayatını ve hürriyetini korumak fakirinkini korumaktan daha mı pahalı? İşgal, kıtlık ve salgın hastalık durumlarında kim daha maliyetlidir? Devletin yardımı olmadan beladan kaçan büyük mülk sahipleri mi, yoksa her türlü tehlikeye açık durumda, kulübesinde oturup kalan ameleler mi?” (Mülkiyet Nedir?)

Gustave Courbet, Pierre Joseph Proudhon and His Children, 1865

Gustave Courbet, Pierre Joseph Proudhon and His Children, 1865

Anarşistler, iyi bir yaşamın zora başvurmaksızın düzenlenmiş bir toplumda gerçekleşeceğine inanırlar. Bu inançları sebebiyle, yöneticiler ve yönetenleri barındıran siyasal örgütlenmeler olmaksızın bir toplumsal yapı inşa etmeye çalışırlar. Hiçbir otoriteye inanmayan, insanların eşit ve özgür bireyler olabilmesi için kişileri baskı altında tutan bütün kurumların feshedilmesini savunan anarşizm, esasında sahip olduğu ilkelerin de bir sonucu olarak zamanla pek çok farklı guruplara ayrılmış, tek bir yapı sergileyememiştir. Bu durum ise anarşizm ile ilgili yapılan çalışmalar için büyük bir sorun halini alır. Bununla birlikte genel eğilimlerin doğrultusunda anarşizmde birtakım gruplandırmalara gidilebilir.

Klasik Anarşizm

Anarşizmin bir ideoloji olarak ilk ortaya çıkıp geliştiği dönem olan 18. ve 19. yüzyıldaki versiyonunu ifade eden klasik anarşist geleneğin merkezi argümanı, bir doğa teorisi ve toplumsal özgürlük anlayışı üstüne kurulmuştur. Bu anlayış, klasik anarşist metinlerde belirgin bir doğa ve ahlak yasası olarak kendini gösterir. Buna göre, insanın doğasındaki ahlak ve adalet duygusu, bireyin mutlak özgürlüğünü gerektirir.

Klasik anarşizm çeşitli biçimler kazanır ve onlar arasındaki farklılık noktaları üç temel alanda ortaya çıkmaktadır:

  • Şiddetin kullanımı
  • Frdi özgürlüğe uygun yardımlaşmanın seviyesi
  • Özgür topluma uygun ekonomik organizasyon biçimi

Bireyci Anarşizm

Bireyci anarşizm, en basit açıklaması ile özgürlüğü bireyin çerçevesi ile tanımlayan, ulus, toplum, sınıf, hatta William Godwin’de görüleceği üzere aile gibi bireyselliği aşan ve onu sınırlayan her türlü yapay çerçevenin, bireyin doğal varoluşu ile hak kazandığı özgürlüklerinin karşıtı olduğunu ileri süren klasik anarşizm ekolüdür.

Bireyci anarşizm, her ne kadar aralarında farklar bulunsa da, liberal düşünceden beslenir. Bireyci anarşizm, gerek özel mülkiyeti temel alması, gerekse kısıtlamanın yokluğu anlamında özgürlük anlayışı ile liberalizme yakındır. Toplumsal örgütlenmeden ziyade örgütsüz ve bağımsız bireye vurgu yaparlar.

William Godwin ve Max Stirner gibi düşünürler tarafından temelleri atılan ve 19. yüzyıl boyunca özellikle ABD’de Henry David Thoreau ve Benjamin Tucker gibi özgürlükçü düşünürler tarafından geliştirilen bireyci anarşizm, yüzyılın sonlarına gelindiğinde devlete gerek olmaksızın, piyasanın görünmez elinin tüm sosyal ilişkileri düzenleyebileceği fikrine varmıştır.

Toplumcu (Kolektivist) Anarşizm

Bireyden yola çıkıp topluma varan bireyci anarşizmin tersine, toplumdan bireye ulaşan kolektivist ya da toplumcu anarşizm akımı, temelde Endüstri Devrimi’nin yarattığı toplumsal sorunlar sonucunda gelişen 1848 İhtilalleri sürecinde, işçi sınıfının ayaklanmalara varan düzeyde dile getirdiği tepkisi ile anarşizmin yeniden düşünülmesi olarak tanımlanabilir. Mikhail Bakunin tarafından kurulan bu anarşizm felsefesi, genel olarak Pierre-Joseph Proudhon’cu siyaset ve Karl Marx’çı iktisattan ibaretti.

20. yüzyılda özellikle Rusya’da gerçekleşen 1917 Bolşevik devrimiyle birlikte komünist hareketin güçlenmesi, toplumcu anarşizmi iyice marjinalleştirdi. Toplumcu anarşizm, son olarak 1936 – 1939 yılları arasında İspanya İç Savaşı’nda kitlesel bir destek kazandı. Yeni sol temelinde yükselen, yeni sosyal hareketler olarak bilinen feminist, çevreci ve küreselleşme karşıtı hareketlerin toplumcu anarşizmden önemli şekilde etkilendiği görülmektedir. Toplumcu anarşizm, yeni solu etkilerken, bireyci anarşizm ise yeni sağı önemli ölçüde etkilemiştir.

Karşılıklılık İlkesine Dayalı (Mutualist) Anarşizm

Proudhon tarafından geliştirilen mutualist anarşizm, insan davranışındaki toplumsal öğelere vurguda bulunması noktasında bireyci anarşizmden ayrılır. Mutualist anarşizm, siyasi eylem ve devrimci şiddete, özellikle üreticileri arasında malın ortaklığına dayalı işçi örgütlerinin barışçı yayılımıyla gerçekleşecek bir reform adına karşı çıkmıştır.

Asla gerçekleşmemiş olan döngüsel mutualist bir plan, emeğe bağlı olarak malın karşılıklı değişimini düzenleyecek halk bankası planıydı. Mutualistler, sanayi ve kamu kuruluşlarının işlemesi için, işçi sendikalarının gerekli olabileceğini kabul ettiler, ancak özgürlük için tehlike oluşturacağı gerekçesiyle geniş ölçekli kolektifleşmeyi reddettiler ve ekonomik yaklaşımlarını karşılıklı bir değiş tokuş ve güven anlaşması çerçevesinde bir araya gelmiş köylü ve küçük zanaatkarların, üretim araçlarına bireysel olarak sahip olması üzerine temellendirmişlerdir.

Anarşist Komünizm

Görüşlerini açıklamak üzere anarşist ve komünist sözcüklerini birlikte kullanan ilk anarşist düşünür Peter Kropotkin’dir. Kropotkin, kendini anarşist komünist olarak tanımlamıştır. Anarşist komünizmin temel yaklaşımı, mülkiyetin toplum adına kolektifleştirilmesi, yani ortaklaştırılmasından çok, bireylerin karşılıklı fayda değiş tokuşuna dayalı bir tür kooperatifçilik düşüncesine dayalıdır.

Kropotkin, Ekmeğin Fatihi (La Conquête du Pain, 1892) ve Tarlalar, Fabrikalar ve İşyerleri (Fields, Factories and Workshops, 1899) gibi çalışmaları yoluyla anarşist komünizmi ele alınıp işlemiştir. İşçinin emeğinin çalıştığı saate göre ücretlendirilmesi şeklindeki kolektivist ve mutualist düşünce yerine, anarşist komünistler, kişinin gelirinden kişinin ihtiyacına göre sloganı ile görüşlerini açıklamışlardır.

Devletsiz Komünizm (Anarko-sendikalizm)

Anarko-sendikalizm, birçok anarşistin Paris Komünü’nü takip eden baskı döneminden hemen sonra tekrar ortaya çıkmaya başlayan, Fransız ticari birliklerine veya sendikalarına girdiği 1880’lerin sonlarında gelişmeye başladı. Sonraları anarşist militanlar, 1895 yılında kurulan Genel Emek Konfederasyonu’nda (Confédération générale du travail) anahtar konuma geçtiler ve anarko-sendikalizm teorisini geliştirdiler. Onlar, anarşizmin temeline sendikaları yerleştirdiler ve sendikaları ortak çalışmada olduğu gibi ortak mücadelede de emekçilerin bir araya geldiği örgütler olarak kabul ettiler. İtalyan Errico Malatesta (1853 – 1932), anarko-sendikalizmin en bilinen isimlerindendir.

Pasifist Anarşizm (Sivil İtaatsizlik)

Pasifist anarşizm ya da sivil itaatsizlik geleneği, Amerikan bireyci anarşizminin öncülerinden Henry David Thoreau’nun sivil itaatsizlik kavramından türetilmiş, modern bir anti-otoriter düşünce ve eylem biçimi olarak belirmiştir. Her ne kadar doğrudan anarşist olarak nitelenemese de, Tolstoy’un dinsel temelli şiddet karşıtı düşünceleri de pasif anarşizmin kaynakları içinde değerlendirilir.

Gandhi’nin ülkesindeki İngiliz işgaline karşı sürdürdüğü direniş biçimi ile boykotçuluk (satyagraha), Amerika’daki ırkçılığa karşı siyahi hareketin önderi Martin Luther King’in barışçıl, şiddet içermeyen söylem ve eylem türü, özellikle Vietnam Savaşı’ndan sonra yükselen savaş ve zorunlu askerlik karşıtlığı (vicdani red) gibi içeriği ile anti-militarizm, endüstriyel çevre kirliliğine, orman kesimine ve avcılığa karşı gelişen çevrecilik hareketleri, bireysel haklar kategorisine ve gönüllü katılıma dayalı, apolitik söylemleri ile pasif anarşizmin, diğer adıyla sivil itaatsizlik düşüncesinin ve eylemliliğinin modern görünümlerindendir.

Anarko-feminizm

Anarko-feminizm, ekonomik, siyasal ve toplumsal otoriteye karşı eleştirisini, onların temelinde toplumsal bilinçaltındaki ataerkilliğin bulunduğu savına dayandırır. Anarko-feminist akıma göre, özgürlük ve eşitlik, sonuçta toplumsal adalet, ancak cinsiyetlerin eşit hale getirilmesi ile olanak kazanabilir, bunun içinse, erkek egemen düzen ve onu yöneten otorite ortadan kaldırılmalıdır. Mary Wollstonecraft, Emma Goldman, Ursula K. Le Guin ve Peggy Kornegger, anarko-feminizmin en bilinen isimleridir.

Kaynak
Anarşizm: Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi, George Woodcock, AnarşizmDünden Bugüne Anarşizm ve Anarşizmin Çözmesi Gereken SorunlarAnarşizm Düşüncesindeki FarklılıklarEğitim Üzerine Anarşist Bir Yaklaşım


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir